Faust’un grotesk aynaları bu resimler
Ressam Hakan Daloğlu’nun, Kıbrıs Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu’ndaki resmi (210x600cm. Tuval üzerine Yağlıboya)

İbrahim Karaoğlu

Tankların, hakilerle kamufle edilmiş aygıtların gölgesinde; düşlerimizin tutuklu yargılandığı, özgürlüklerin yalıtıldığı yalnızlık günleriydi; acıyı, korkuyu, umutsuzluğu, anlamsızlığı, güvensizliği duyumsatıyorlardı, durmadan. Kızgınlık duygularıyla doluyordu içimiz. Birbirimizin sevgisinin, arkadaşlığının, yoldaşlığının, dayanışmasının değer olduğu zamanları ve özgürlüklerimizi özlüyorduk:


Umudumuzu, anlamlarımızı ve özgüvenimizi koruyarak… O günlerde, tarihi Pasaport Kahvehanesi’nde buluşurdu herkesin yalnızlığı. Denize karşı oturur, içimizdeki boşluğu dolduran kitaplar üzerine söyleşirdik. O kitapların içinde saklıydı sessiz çığlıklarımız. İzmirli sanatçıların, öğrencilerin, yazarların ve şairlerin müdavimi olduğu bir yerdi Pasaport Kahvehanesi. Başka şehirlerden gelen yazar ve şairlerin de (İlhan Berk, Ahmet Telli, Bekir Yıldız vb.) kente geldiklerinde en önemli uğrak yeriydi. Masalarda çaylar, kahveler ve kitaplar olurdu en çok; sevdiğimiz şiirler, aforizmalar dolaşırdı aramızda. Kitaba olan sevgimiz ve tutkumuz en ortak paydamızdı. O zamanlar Pasaportluların hit kitabıydı Andrey Voznesenski’nin Oza’sı. Herkesin gönlüne dokunuyordu. Sanki el kitabımız olmuştu; kahvanede, evde, okulda… Kitabın ilk baskısının iki çevirmeni (Mehmet H. Doğan ve Turgay Gönenç) de İzmir’de yaşıyordu. İlk okuduğumuz günlerde Turgay Ağabeyle kitap üstüne konuşma şansını yakalamıştık: Ne çok sevinmiştik. Ve her birimizin belleğine mıh gibi çakılmıştı Voznesenski’nin şiirleri. En çok “o koca bencil çılgın Goethe; /o talim başçavuşu, nasılsa buyurmuş:/ ‘dur ey zaman, ne güzelsin!’ diye/ ‘hayır, yürü ey zaman – yürü! sakın dönme geriye!’/ neden zincire vurmalı yaşamı…” dizelerinden etkilenip, Faust’u araştırmaya başlamıştım. Sonra, Goethe’yi…

Johann Wolfgang van Goethe’nin, on sekiz yaşında başlayıp, seksen üç yaşında, neredeyse ömrünü adayarak tamamladığı şiirsel bir yapıt Faust; evrensel bir insan tragedyası. “Goethe’nin bütün eserlerinin bir birleşimi” olarak kabul ediliyor. Daha fazla bilgi ve sonsuz güç elde etmek için şeytanla bahse giren insanın öyküsü. Ortaçağ karanlığından Rönesans’a uzanan geniş bir zamanı kapsayan evrensel bir izlek. Almanca konuşulan coğrafyanın geleneksel kukla oyunlarının, masallarının konusu olmuş. Goethe de gençliğinde çok izlemiş bu oyunları ve içinde hep yankılanmış bu masal. Ondan önce de sonra da pek çok yazarın, yapıtlarında ölümsüzleşmiş bir kahraman Faust.

Yazar ve çevirmen Ahmet Cemal, Goethe’nin bütün yapıtlarının temelindeki şiirden örneklerle oluşan “Yarat Ey Sanatçı - Şiirler, Roma Ağıtları, Akhilleus” (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) adlı çeviri kitabın giriş yazısında; Avusturyalı kültür tarihçisi Egon Friedell’in “Goethe’nin Faust adlı eserinin olağanüstü yanı, Yeniçağ’ın bir kültür tarihi niteliğini taşımasıdır. Faust, yolculuğuna bir mistik olarak başlar ve bu yolculuğu bir politikacı olarak tamamlar. Faust, modern insanın kendini binlerce maskenin ve kostümün ardında gizleyen tüm baştan çıkma yollarını, alkolikliği, cinselliği, dünya sancısını, üstün-insan olma tutkusunu yansıtır; bu arada Faust, aynı zamanda örnek bir doyumsuzdur; olup bitenleri bir bütünde birleştirme çabası ise hep boşunadır. Faust’un trajedisi, Yeni Çağ’ın insanının trajedisidir; akılcılığın, kuşkuculuğun, gerçekçiliğin trajedisidir. Faust’un yanında şeytan yer alır. Ama Mefisto, aslında kötü değildir, sadece neşeli, alaycı, materyalist ve her şeyden önce akıllı biridir … dahice benmerkezciliğin en tutarlı temsilcisidir.” söyleminden söz eder ve kendi söylemini de ekler; “Goethe’nin Faust tragedyasıyla simgelenen evrensel gerçek ise, gerçekte insanın ruhunu, tarihinin başlangıcından bu yana, şu ya da bu amaçlar için hep satmış olduğu gerçeğidir. Günümüz açısından belki de tek değişik sayılabilecek durum, bugünün Faust’unu somutlaştırmak için şeytanı yanına ayrıca koymaya gerek bulunmamasıdır. Çünkü günümüz insanı, insanlığını yitirdiği ölçüde kendi şeytanını kendi iç dünyasında yaratmakta sıkıntı çekmemektedir.”

Aydınlanma döneminin yarattığı, insanlığın ileriye doğru gelişim anlayışıyla şekillenen Kültür Tarihi’nin içinde; Alman Edebiyatı’nın en ünlü yapıtlarından biridir Faust. Algımızı imgeleriyle yönlendiren her deha gibi Goethe de Faust imgesiyle hem okurunu hem de Eugène Delacroix’dan Henri de Toulouse Lautrec’e, Kathe Kollwitz’den Salvador Dali’ye ve Sigmar Polke’den Anselm Kiefer’e kadar sayısız ressamı etkilemiş ve büyülemiştir. Dört yıl önce Münih Kunsthalle’de açılan, Roger Diederen’in küratörlüğünü yaptığı “Sen Faust’sun” sergisinin dijital olarak izlediğimde ben de çok büyülenmiştim…

Bana tüm bunları, ressam Hakan Daloğlu’nun Emin Antik Sanat Galerisi’de açtığı “Faust” adlı sergisi anımsattı. Onu tanıdığımda, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Yüzey Resminde Dinamik Modülasyonda Deformasyon ve Erotizm” konulu Yüksek Lisansını, hocası Zahit Büyükişliyen’in danışmanlığında tamamlamıştı (1998) ve New York Maryrnount College’da eğitim almak için ABD’ye gidiyordu. Uzun yıllar görüşemedik. New York Maryrnount College’daki eğitiminden sonra Metropolitan, M.O.M.A., Guggenheim, Whitney American Museum’da “Resimde Şiddet İmgeleri” üzerine araştırma yapıp yurda dönmüş. Nice yıllar sonra bulduk birbirimizi. İlk resimlerini gördüğüm zamanlardan bugüne, inandığı, düşlediği uzun bir yolu kat etmiş; varsıl bir birikimle, sanatını kendine özgü biçem arayışları üzerinden ve poetikasıyla birlikte gerçekleştirerek oluşturmuş…

Ankara sergisini ”Faust ve Modernizm” başlıklı konferansıyla taçlandırdı Daloğlu. Faust’a dair göndermelerle yüklü resimlerinin görsellerini sergiden çok önce gönderdiğinde heyecanlanmıştım ama yapıtlarını galerinin duvarlarında gerçek boyutlarıyla gördüğümde çok daha etkilendim. Düşsel bir yolculuk yaparak dolandım resimlerin içinde. Goethe’nin Faust’undan Thomas Man’ın Faust’una ve Andrey Voznesenski’nin yaklaşık 40 yıl önce okuduğum “Oza” şiirindeki Faust göndermelerine kadar uzanan çağrışımlarla doldu içim. Çok inandığı bir anlayışla yapıyor resimlerini. Hani Ferid Edgü, 1980 sonrasında, satış kaygısı üzerinden sanatını gerçekleştiren sanatçıların tavrını “Yaratıcılığın yerini üreticilik aldı” diye tanımlar ya, işte Daloğlu onlardan değil, ötekilerden; yaratıcılığı esas alarak varoluşunu gerçekleştiren ressamlardan. Çok iyi araştırarak, inceleyerek, her yapıtında büyük ustaların denediği yöntemlerle kendini deneyerek kuruyor sanatını. Goya’nın Kapriçyolarını, Rönesans’ın en önemli temsilcilerinden olan büyük usta Hieronymus Bosch’un triptik resimlerini, edebiyatın dâhilerinin yarattığı yapıtları; içerik ve biçemleriyle araştırarak, içselleştirerek çoğaltmıştır kendini. Ve edindiği derin bilgilerle, sezgileriyle resminde yansıtıyor görsel ve sözel okumalarını. Faust’un görsel aynaları gibi onun resimleri ve aynanın içine kendini de yerleştiriyor kimi resimlerinde. Resminin orta yerinden seslenip, izleyicisini çağırıyor kurduğu sanat dünyasına. Tuvallerindeki renk cümbüşüyle, karşıt renklerin bütünlüğüyle; çığlık çığlığa bir karnaval şenliği yaşatıyor. İroni ve groteskle, fantastik bir gerçekliği duyumsatıyor. Yolunuz Kıbrıs Modern Sanatlar Müzesi’ne düşerse, Daloğlu’nun 600 resimden oluşan yapıtlarını izleyin. Bir büyük görsel karnavala katılın. Tanışın onun sanat evreniyle.