Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Başlıktaki tanımlamayla, sanıyorum ilk kez Kıyı dergisinde, Özkan Mert’in bir şiirinde karşılaşmıştım. Şöyle diyordu ozanımız: “çünkü herkesin kalbi / kırık bir fay hattı’dır.” Bununla da yetinmiyor, şiirin sonlarına doğru, “bilmiyorlar ki, kırık bir fay hattı / dolaşıyor damalarında” diyerek yineliyordu aynı söylemi.

Trabzon Sanatevi’nin “4. Sanat Günleri” etkinliğindeydik. Özkan Mert’in şiirinin yer aldığı Kıyı’nın Mayıs-Haziran 2012 sayısı yeni çıkmıştı. Özkan Mert de etkinliğin konuk ozanları arasındaydı. Kendisiyle söyleşirken, şiirinde geçen “fay kırığı” betimlemesine takıldığımı söylemiştim. “Evet” demişti, “ben de sonradan fark ettim; bu sözü yanlış kullanmışım.”

Özkan Mert arkadaşımız o dizeleri daha sonra nasıl değiştirdi bilmiyorum. Ama izleyen yıllarda başka yazarların / ozanların da bu yanlış sözü çekinmeden kullandıklarını gördüm. Sözgelimi Prof. Dr. Coşkun Özdemir, Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 20 Temmuz 2012 tarihli sayısındaki “Cumhuriyet Döneminde Bilim ve Eğitim Atılımları” başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı: “Diyanet İşleri Başkanı deprem için bilim insanlarının fay kırılması açıklamasını yeterli bulmuyor…”

17 Eylül 2013 tarihli soL gazetesinde Yavuz Alogan’ın da “Fay Kırıkları ve Aleviler” başlıklı bir yazısı bulunduğunu söyleyeyim.

Şimdilerde Çiğdem Ülker’in bir yazısından öğrendim: Mehmet Eroğlu’nun Fay Kırığı adlı bir romanı varmış. Daha doğrusu, roman üçlemesiymiş bu. Çiğdem Ülker, “Okuma Kültürü ve Eleştirel Değerlendirmeler” başlıklı yazısında bu romandan söz ederken aynı ifadeyi kullanarak “Bu üçlemede ülkede derinleşen fay kırıkları üzerindeki insan ilişkilerini anlatan roman…” demiş. (Edebiyat Nöbeti, Mart-Nisan 2022, Sayı: 39, s. 6)

Fay”, Fransızcadan dilimize girmiş bir sözcük. Yerbilimleri terimi olarak “kırık” anlamına geliyor. Öyleyse “fay kırığı” tamlaması nasıl bir niteleme? Hele bunun bir roman üçlemesinde kullanılması size de şaşırtıcı gelmiyor mu?

***

Konuyu, yıllardır Fransa’da yaşayan, Fransızcadan çevirileriyle de tanınan ozan dostumuz Aytekin Karaçoban’a sordum. Meğer Aytekin kardeşim benden de dertliymiş bu konuda. “Bir dokun bin ah dinle” örneği, bir solukta döktü içini:

"Fay (Fr. faille) bir yerbilim sözcüğüdür. Yerkabuğundaki kırık, çatlak sözkonusudur. Bu sözcüğün sapmalı (mecaz) anlamları da şunlardır: Eksiklik, boşluk, zayıf nokta… İster asıl anlamıyla ister sapmalı anlamıyla kullanın, ‘fay çatlağı dediğinizde çatlak çatlağı gibi ele dile gelmez, gülünç bir şey çıkar ortaya. Geçenlerde bir şair arkadaş şiirinde kullanmıştı bu ‘fay çatlağı’nı. İnan, çatlayacaktım neredeyse! Bu da son zamanlarda çok kullanılan ‘organize suç örgütü’ne benziyor. ‘Organize’ sözcüğünün Türkçe karşılığı örgütlenmiş, örgütlü demektir. ‘Organize suç örgütü’ dediğinizde ‘örgütlü suç örgütü’ gibi bir gariplik çıkıyor ortaya. Yine bir şair arkadaşın şiirinde ‘organize ve örgütlü’yü görünce şiirini okumayı bıraktım.

Şimdi, ‘fay’ sözcüğünün karşılığı ‘çatlak’ demektir; ‘organize’ sözcüğünün karşılığı ‘örgütlü’ demektir deseniz, size bunların aynı anlamı vermediğini söyleyerek karşı çıkacaklardır. Başıma geldiği için söylüyorum bunları.

Sevgili Ağabey, son olarak size, ‘Yahu bu sözcük Türkçeleşmiştir!’ diyenlerden söz etmek istiyorum. Pis ve kirli bir ortamda yaşayan, uzun zaman yıkanmamış bir insanı canlandırın gözünüzde. Bu insanın ne derece pis kokabileceğini düşünün. Oysa o insan, yaşadığı ortamın ve bedeninin pis kokusunu duymaz; çünkü ona alışmıştır. Dille ilişkimiz de öyledir. Birçok insan, onun kirliliğine öyle alışmış, kanıksamış, benimsemiş ki uyardığınızda, ‘Bu sözcük Türkçeleşmiştir!’ gibi bir savunmayla karşı çıkabiliyorlar. Oysa siz hiçbir Fransız’ın başka dilden gelen bir sözcük için ‘Fransızcalaşmıştır’ dediğini duymazsınız. O sözcük için, ‘falanca dilden ödünç alınmış sözcük’ derler. Dil duyarlılığını, bilincini yansıtan bu cümlenin ardında şu anlayış yatmaktadır: ‘Bu sözcük falanca dilden dilimize girmiştir, Fransızcası bulununca geri vereceğiz.’ Türkçeye bakalım şimdi. Borcumuz ne kabarık değil mi?”

Bu açıklamalardan sonra, “fay kırığı” ve “organize suç örgütü” gibi saçmalıklardan umarız uzak durur yazarlarımız, ozanlarımız…

HAFTANIN NOTU

Bu kadar zalimleşmeyin!

Cezaevlerinden mektuplar alıyoruz. En çok da hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu yakınma konusu. Sağlık ve yaşam hakkı, temel insan hakkıdır. Hükümlü de olsalar, insanların sağlık hakkı yok sayılamaz! Ama cezaevlerini “ezaevi”ne çeviren baskıcı yönetimler hep kulak tıkamıştır içeriden yükselen böyle çığlıklara…

Yeniden açlık grevleri başladı cezaevlerinde. Aileler kaygı içinde. Geçmişte yaşananları düşününce kaygı duymamak olanaksız. Atla deve değil tutuklu ve hükümlülerin istekleri! İnsanlık dışı uygulamalara son verilsin; ziyaretçilere eziyet edilmesin; mahkûmların mektuplaşma ve görüntülü görüşme hakkına saygı duyulsun; dışarıdan kitap-dergi gönderilmesi engellenmesin diyorlar. Cezaevi yöneticilerinin, eli kolu bağlı insanlara, faşist dönemlerden kalma alışkanlıkla ek cezalar kesme hakkı olmamalıdır.

Bu konuda söylenecek çok şey var. Ama sevgili Nazım Alpman, 21 Temmuz tarihli BirGün’deki “Türkiye Cezaevi!” başlıklı yazısında çarpıcı biçimde özetlemiş durumu. Yazının başlığı bile her şeyi anlatıyor. O yazının son bölümünü, “Zulm ile âbad olanın akıbeti berbat olur” diyerek ilgililere yeniden anımsatmayı görev biliyorum:

“Günümüzde cezaevleri 12 Eylül’ü aratır halde. Hastanede yoğun bakımda olması gereken hasta tutuklu ve hükümlüler, Adli Tıp Kurumu imzalı raporlara dayanılarak içerde tutuluyorlar. 25, 30, 35 yıl sürmüş mahpusluklar, ‘infaz yakma’ uygulamalarıyla idam cezasına dönüşüyor.

Türkiye’nin her daim kaygan siyasi ortamına bakarak muktedirler için bir reçete oluşturmak gerekiyor: Cezaevleri koşullarını bu kadar zalimleştirmeyin! Size de lazım olabilir!”

* * *

fay-kirigi-1046622-1.