Fazıl Say’ın da “teslim olması” direnenler ve direnenleri seyredenleri nasıl etkileyecek? Uzay filmlerinin ünlü, saçma repliğiyle bir yanıt verilebilir. “Bilinmeyen bir güç bizi kendine çekiyor!” Saçma, çünkü, bilinmeyen güç olmaz hem de çekim karşılıklı olmak zorunda. Eğer çekiliyorsak,  çekiyor olmamız da zorunlu.  Say mı Erdoğan’a Mozart’ı sevdirir, RTE mi Say’ı dombralaştırır sorusunun yanıtı belli değil […]

Fazıl Say’ın da “teslim olması” direnenler ve direnenleri seyredenleri nasıl etkileyecek?

Uzay filmlerinin ünlü, saçma repliğiyle bir yanıt verilebilir. “Bilinmeyen bir güç bizi kendine çekiyor!” Saçma, çünkü, bilinmeyen güç olmaz hem de çekim karşılıklı olmak zorunda. Eğer çekiliyorsak,  çekiyor olmamız da zorunlu. 

Say mı Erdoğan’a Mozart’ı sevdirir, RTE mi Say’ı dombralaştırır sorusunun yanıtı belli değil mi?  

Biraz da bu yüzden Fazıl Say bile değil, Fazıl Say da, teslim olanlar kervanına katıldı diyorum. Ne ilk ne sonuncu Say.  

RTE, seçime yönelik basit/ ucuz bir imaj çalışması için katılmamıştır konsere. Yanına şansına o sırada Türkiye’de olan Trump’ ın bir nevi özel temsilcisi ABD’ li senatör Lindsay Graham’ı da oturtarak, gücünü hem içerdeki muhaliflerine hem de yedi düvele bir kez daha göstermiş oldu. Muaviye’nin Ali ye gönderdiği mesajın çağdaş versiyonu diyebiliriz, değil mi?  

Hani, Kûfe’den Şam’a erkek devesiyle gelen Ali taraftarının, devesine dişidir ve benimdir diyen Şamlıyla mahkemelik olması, Muaviye’nin hikayeyi dinledikten sonra deve dişidir, Şamlınındır hükmünü ahaliye onaylattığı hikaye. Muaviye, hükümden sonra Kûfe’den gelen adamı bir kenara çekip, sen de ben de devenin erkek ve senin olduğunu biliyoruz. Şimdi git Ali’ ye de ki, Muaviye’nin dişi deveyle erkeği ayırt edemeyen ve Muaviye ne derse evet diyen binlerce adamı var! 

Muaviye hikâyesinin başka bir okuması da mümkün. Ahali de en azından devenin erkek olduğunu bal gibi de biliyor olmalı. Kimi Muaviye’nin zulmünden sakınmak için çoğu ise Muaviye’ye biat etmenin sağladığı yarar nedeniyle deve dişidir, yalanına bile isteye ortak olmuş olmalılar.  

RTE’nin gerçek gücü, muhalifine uyguladığı zulümden çok biat edene bahşettiği ikbal değil mi!  

“Sağcılaşma” diye tartıştığımız politik süreçten söz ediyorum. Kendisini çeken ve ne olduğunu çok iyi bildiği gücün sağladığı çıkarla, zayıftım bahanesini hazırlayan daha ahlaksızcası o gücü kendisine doğru çektiği ve değiştireceği yalanına kendisini inandırarak gücün yoğunlaşmasına katkıda bulunmaktan…  

Bırakalım Fazıl Say kendi derdine yansın, biz Müjdat Gezen’in, Metin Akpınar’ın ama asıl olarak da Deniz Çakırların yanında olalım.  Asıl olarak diyorum çünkü Gezen de Akpınar da yalnız kalsalar da ulu birer çınar olarak yalnızlar. Deniz Çakır ise gencecik bir fidan.  

Fazıl Say’ ı bırakalım ama gündelik politik pratiklerinde Say’dan daha beter sağcılaşırken, sosyal medyada ona saydıranlara daha yakından bakalım. Açık toplantılarda, sosyal medyada kamusal konuşmalarında, parti rozeti takmayan partiden aday olamaz, diyenler; ne cevval solcu olduklarını anlata anlata bitiremeyenler; ilçe örgütlerinin panellerinde hızlarını alamayıp “en bi Devrimci Yolcu” olduklarını haykıranların, ön seçim yapılmaması kararına şıp diye evet demelerini, hele de zurna Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu notasına gelince, evet deve dişidir diye gevelemelerini ise bırakmayalım.    

Bırakmayalım ki, sağcılaşmanın rantını siyasi kararlarında tıka basa götürenlerin solculuğu sadece oy aparmaya dönük bir imaj çalışmasından öte görmeyenlerin iki yüzlülüğünü faş edebilelim. Solculuğu önce onlardan kurtaralım ki, sol sosyal demokrasi ve sosyalistler de bir çekim gücü haline gelebilsinler.  

Memleket de dünyadan farklı değil. Sağcılık hızla tek lider etrafında biriken oligarşi ve uzantılarıyla toplumdan kopuyorken, ezilenler, sömürülenler, zulüm görenler kendilerini paramparça ve yapayalnız hissetseler de direniyorlar. Dincileştirme baskısına direnen gencecik filizler başlarını açıyor ve saçları rüzgârla uçuşuşurken özgürlüğün o karşı konulması imkansız sevgili çağrısına kapılıyorlar. Onları çağıran özgürlük rüzgârının gücüne güç katalım ki filizkıran fırtınasında tarumar olmasınlar.  

Direnmek, evet özgürleştirir ama özgürlük çoğaldıkça güçlenir, kanatlanır.