Her şey zamanla kendi düşmanını süsleyip yaratıyor. Öncesi ve sonrası olmayan donup kalıyor orta yerde fazlasıyla. Kültürel faşizm, kültürel şiddet, insana dair olanı aşağılama ve yok sayma, seçmen ve seçilmen arasında sıkışıp kalan, kırılan zaman

Fazlasıyla aşk

Şeref Bilsel

El koy beyazlığıma geceyi bekletme eşikte. Dünyaya dilini değdir, iflah olma, eğil altından hâtıralar geçsin fazlasıyla. Gözümü aç, elime su dök, sırtımdaki kaşıntıyı parmağımdan önce gör. Senin hüznüne kimse yetişemez, bir tenhada ağaçlar yetişir, kör bir adamın suladığı bitkiler konuşur, yan yana gelmeyen yan yana yetişir, sözcükler kırpar gözlerini gece yarıları, kapanır cümleler son sözler yetişir, senin hüznüne kimse yetişemez, artar hububat fiyatları, gök kapanır açılmak bilmez, tanrının verdiğini insan alır, gençken babaların cebinden para çalınır, ben de bilseydim bilmezdim. Bazı inanlar bazı inanlarla konuşur, kuşlar uçar, uçmakla kuş arasında terler gökyüzü, ölü bir dilden bahseder yaşayan dil, sözcükler uçurumlara doğru yetişir, senin hüznüne kimse yetişemez. Devletin dibinde korkular, annelerin eteklerinde çocuklar, yalnızın gömleğinin yakasında dün yetişir, senin hüznüne kimse yetişemez.

Aşkla açan bir çiçek ateşle sulanır düne yetişmek için fazlasıyla. Sen bir rüyadan sökülüp de geldin, ben bir rüya olmak için bekledim fazlasıyla. Sen akşamın kadehine çarpıp durulmadın, ben içime konanı dumandan sandım fazlasıyla. Sen bir salgından arta kalan güzelliktin, ben kendini salgın sanan tuhaf ağa fazlasıyla. Sen sabaha dek açık radyo başında, ben senin sabahını sessizce kokladım fazlasıyla. Sen yürümek için ayak, sallamak için el; ben elinin ayağının açtığı boşlukta kayboldum fazlasıyla. Seni nerde görmüştüm ben bundan bin yıl önce, Afyon’da mı, Portofino’da mı yoksa, yıkılsın sözcüklerin hatırlatan gücü fazlasıyla. Çok uzaklaştık harflerden, gerisi çöl… Bağırıyor çünkü kumun sadakati içten ve sıcak ve derinden fazlasıyla. Çocuğu seven kadın, kadını seven koca, kocayı seven tarla, tarlayı seven güneş… Fazlasıyla tümevarım. Ve yok olmak üzere bu diyalektik maşa. “Dünyanın en büyük hava limanı bizi hayallerimize uçurmak için hazır.” İnsan bazen fırlar terlikle dövülmüş rüyalardan, aydınların çocuk, çocukların aydın olduğu bu ıslak güneş altında.

Ölmeyecek kadar yoruldum, ölecek kadar dinlendim, diyor dünya. Gündüzü yürüdük, koştuk akşamı, gece nefes nefese dinledik bahçedeki dut ağacının ilk yağmur hışırtısını, yağmura inanmadan yağdırana inandık, bu yüzden çaresiz zamanlarımızda ağaçlara bakmak geçer içimizden, toprakta yağmuru sayıklayan sıcak telaşa kandık, sonra borulara evlerimize su çektiler: Pimaş. Ölüler musluktan akan suda çözülemeyecek kadar soğuktu, geceyi nefes nefese dinledik, akşamı koştuk dün yoktu yarın olacak… Her şey zamanla kendi düşmanını süsleyip yaratıyor. Öncesi ve sonrası olmayan donup kalıyor orta yerde fazlasıyla. Kültürel faşizm, kültürel şiddet, insana dair olanı aşağılama ve yok sayma, seçmen ve seçilmen arasında sıkışıp kalan, kırılan zaman.

Kötü şey aynı anahtarla aynı kapıyı açıp kendinle karşılaşmak, bir boşlukla dost olmak, kötü şey iyi şeyleri az da olsa hatırlamak fazlasıyla. Ve gitmek duygusu bir bardak sıcak süt gibi nicedir siyah sehpanın üzerinde, iç çekip bana bakıyor, kanayan uzaklara…. Ayaksız sıcak bir at, bir iç savaştan dönmüş, fazlasıyla ahlâklı şu bende susup duran tabiat. İyi ki ağlamak var, telaşlı kırmızı bir gül gibi içeride damla damla sayıklayan hatıralar var, fazlasıyla. Taban fiyatları yine yerlerde sürükleniyor! Derinde olanı duymak ve yürümek duyduğunla derinin üstünde ıssız ormanlar içre bir başına.

Kahretmenin beyaz gülleri arasında, acımasız bir başına. Yapılacak olanı haber veriyor yıkılmakta olan bir başına. Herkes için umutsuz kalmamak için sende kabaran umudu yok et bir başına. Çık dışarıda sıcaktan çatlamış taşlığı sula, kumu düşün, göğsünü büyütmüş ayışığını dinle, dallardan damlayan ve meyveleri okşayarak büyüten güneşi duy. Sevincin kızkardeşi ol bir başına. Hep sabaha karşı beşte uyandın, öyle yap yine, dinlendir sende konaklamaya gelen ölümü… Bir başına geldin bir başına çek sana yüklenen rüyayı. Öpmedin, hiçbir zaman anlaşılır bir yer olmayan dünyayı. Öpmedin, sahte sözcüklerin kol gezdiği içli bahçeleri.

Fazlasıyla kaybettin yeniden bulmak için. Bulmak, boynunu büktü bir kuğu gibi, sana kızıl bir kalp yapıldı bu bükülüşten. Fazlasıyla terkedilmiş bir göle uygun. İki yüzük gölün dibinde, parmaksız fazlasıyla. Çocukların uyandığı saatler… Erken usulca saat: 06.24 . Hiçbir şey yapılmamış dünya için. Herkes mi uyuyor? Yalnızlık, ne boş laf! Söylerken bile birilerini haberdar ediyor. Tek başına olsak da bizi yalnız bırakıyor mu gece, sözcükler, deniz, eski zaman uğultularının açıp kapattığı orman. Fazlasıyla kalabalık. Tanrı bile yalnız kalmamak için ‘ol’ demedi mi? Ben ‘lo’ diyorum, gözlerime inanıyorum ve yıkandığım sudan içiyorum fazlasıyla.

Ne denebilir bu kalan için fazlasıyla: Kıyısında kaldığımız bu son ağaç, yıkar geçer bizi, ardında eski denizlerden bir yaz! Bütün bunlardan sonra fotoğraf çektirelim artık, her şeyin bunca uzadığı yerde geldiniz oturdunuz, bir şey yemedinizse de okudunuz misafir sayılmaz mısınız fazlasıyla.