Gitmek, bir yerden bir yere varmak için, gitmek de gidilen yer de fazlasıyla konuşkan ve duygusal. Ölenler, kalanlardan fazla olduğu için bütün bu med-cezir fazlasıyla geceye ayarlı ve kuşkulu. Gerçek bizi görüyor, biz fazlasıyla kapalı olsak da zaman üstümüzden yürüyüp başka zamanlara değiyor fazlasıyla

Fazlasıyla memleket, fazlasıyla pöç

Şeref Bilsel - Yazar

Alıngan, dalgın, tembel, sinirli, sorumlu, sevecen, merhametli, yorgun, vefalı, kahraman, yaralı… Hayvanları duydum, bitkilere çalıştım, dıştan içe doğru insanlarla oturdum. Bunları niye mi yazdım? Aşağıdayım çünkü, yanında olduklarımın yerine rahat konuşmak için.

Fazlasıyla gurbet, fazlasıyla dağa bakan, denize küskün fazlasıyla. Birini yolcu ederken sigaraya düşkün fazlasıyla. Her şeyi yaşadığı için bir türlü normalleşemeyen ülkenin içinde her şeyini eksik bulan olarak fazlasıyla yalnız. Sese düşkün, gürültüden rahatsız fazlasıyla. Öfkemiz, şiirimiz, kitaplarımız, yıllıklarımız, dergilerimiz, antologyalar, kediler fazlasıyla çöp. Facebook, genel fotoğraflar, hasta ve ölü(m) ilanları, kültür-sanat duyuruları fazlasıyla pöç. Memlekette realite fazlasıyla işlek ama duygular heyelan gibi önüne çıkıyor gerçeklerin fazlasıyla. Çöle düşen tek başına fazlasıyla anlatılıyor, nice mecnûn ormanda saklanırken üstelik yer açılsın diye inşa edilecek yeni sözcüklere, fazlasıyla delirmiş yükselmekte olan. Bir rey vermişsin bin yıldır şikâyet ettiğin alışkanlıkları değiştirmeyi düşünüyorsun kendi iktidarını öldürmeden ölmüyor dışarıdaki bunu bilmiyorsun fazlasıyla. Bir yakının yazlığındasın ev boş, işe yaramak için dört buçuk saat çimler sulanır mı fazlasıyla. Kedi kuyuya düşse itfaiye çağırıyorsun, kuyu sana suyu çağrıştırıyor, bana uykuyu, fazlasıyla uçucu. Yayıncın tuhaf bir âdem, yazlıkta yediği kavunların çekirdeklerini güneşe çıkartır, gelecek yıl TÜYAP’ta kitapların cebine koyup müşteriler büyütür diye hayal kurar, fazlasıyla orman yoksunu bir ülke olduğumuz, hayvanların açıkta kalışından belli.

Ne var bu ülkede fazla olmayan?
Yavşaklar, dalkavuklar, eşine ‘âşık oldum’ diyemeyenler, sentetik mistikler, sahtekârlar, varlığını oturduğu yere armağan edenler, dazlaksiolar: CEO (Chief Executive Officer), yas törenleri, güzel denizler, ihraçlar ve intiharlar, mezarlıklar, ölümler fazlasıyla bereketli. Moda’daki yaşlılar ve onarın köpeklerini gezdiren üniversite öğrencileri ve üniversiteler fazlasıyla içten yoksun, kartonpiyer zamanlı. Bugün ortaya çıksaydı Karton Piyer diye biri, şair olarak muhtelif ülkelerde şiir turizmine katkı için denizler aşındırıyor olacaktı fazlasıyla. Belki de üstü örtülmüş ‘seksen kuşağına’ ait bir şairdir Karton Piyer, derin seksenlerin temsilcisi niye olmasın fazlasıyla. Biz de sizden bahsediyorduk deyip bahsettikleri insan ortadan sönünce karı-koca birbirine kocakarı gibi giren insanlar da fazlasıyla. Plajda çocuğuna muz yedirirken, “Bütün arkadaşların hasta olunca ayakta kalırsın” (bu, oldu; hepinizin gözleriyle gördüm bunu) diyen anneler fazlasıyla gümüşlüklere, koltuklara, mutfak eşyalarına ve sade kendi çocuklarına sokulgan ama yılandan korkan. Yemekler, kahvaltılar, hayvanlar, bitkiler, doğa görünümleri arasında uçsuz bucaksız bu ülkeyi yarısı yanmış bir kartpostala çeviren tepedeki gözün hoyratlığı fazlasıyla iştahlı, ölümün köpüren gümrah ağzı da… Denize karşı kayalıklar üzerine oturmuşuz altı kederli avcı: Aziz, Âdil, Cemâl, Mazlum Onur ve Şeref. İsimler ağır geliyor kıyıya, aramızdan biri işemek için kalkıyor. O gün bugündür kimin kalkıp tekrar aramıza dönmediğini araştırıyoruz fazlasıyla merhametli ve rahmetliydik o zamanlar.

Gitmek, bir yerden bir yere varmak için, gitmek de gidilen yer de fazlasıyla konuşkan ve duygusal. Ölenler, kalanlardan fazla olduğu için bütün bu med-cezir fazlasıyla geceye ayarlı ve kuşkulu. Gerçek bizi görüyor, biz fazlasıyla kapalı olsak da zaman üstümüzden yürüyüp başka zamanlara değiyor fazlasıyla. Hakkımızı sessizce ele geçirmek istemiyoruz, o kadar istiyoruz ki hakkımızı ne istediğimizi unutuyoruz sonunda fazlasıyla. Zamanı bilinsin istiyoruz bilinmemiş olmamızın fazlasıyla. Çocuklar insanın içini görür, suyun içini görür, sözcükler gibi, mesafeler incelir, dağılır yorgunluk, çocuklar insanın içini görür uzayan kendirlerin, açılmamış rüyaları görmesi gibi. “Dediğimi anlıyor musunuz?” diye konuşan arsız yaşam koçları. Oğlunu plastik leğende yüzdüren ama doktorlara tatil çeki dağıtan bazı tenha reprezantlar da fazlasıyla dikkat çekici biçimde kuyrukta bekleyenlerin önüne geçiyor. Devlet kurumlarına kurum kurum kurumlanmışların çoğu, niyedir bilmem en çok öğretmenleri aşağılamaktan gelmenin ıslak ellerini kurular ‘ne istiyorsun?’ derken, fazlasıyla. Komple kompleks içinde, ayrıldığı eşine: ama iş başka emlak konusu başka: harbe benzer, “Her yol mubahtır bu cephede” diyen öküzler de fazlasıyla otsuz ve utanmasız. Akademisyenler ip üstünde yürür ama çamaşır asarken balkonda denize karşı, yapıların, suyun, ipin tarihini okumaya sokulur ve kurur ellerinde libaslar. Eskişehir’de 4 akademisyen, biz niye hunharca öldürüldük diye sormaya korkuyor, fazlasıyla basın-yayın duyarlı gidenlere. Buz gibi bir cümle kınından çıkmış, girmez artık geçmişle arama, onu geleceğin güneşi eritecek; seni, annenin balkondan akan sesine doğru güzel ağrılarla çıplak dalgınlıklar sürükleyecek, kınından çıkmış buz gibi bir cümle, nasıl girsin soğuduğu yere.

Vaktiyle bana dokunan şeyler oluyordu, memleketle tanıştığım gün mide ağrısından dizlerim göğsümde toplanmıştı fazlasıyla. 18 gün aç karnına Lansor kullandım, cevap verdi fazlasıyla, o gün bugündür ‘Lansor’e Övgü’ diye bir şiir aklımda fazlasıyla vefakâr. Muadilleri sevmem, adı geçen Degastrol zannımca çok abartılmış, fazlasıyla işbirlikçi. Ne diyorduk? Sessizce geçip gittiler, annelerin yüzüne sinmiş, dağlanmış bir Cumartesinin önünden. Fazlasıyla pöç bize bakanlar!