Ne hazindir ki tarihimizin en kanlı “fiili” seçim kampanyası, Suruç Katliamı akabinde başlatıldı.
Hiçbir sözün yaşanan vahşeti karşılayamadığı, ne kolektif yas, ne utanç duyulan ne de sorumluların bulunmasına yanaşılan Suruç’la birlikte ülke geneline kurulan dev ölüm sayacının numaratörü her gün tak tak attıkça kasım “milli” seçimlerine doğru hızla ilerliyorduk.


7 Haziran’da iktidar sahiplerinin sayısız hukuk, yargı, anayasa ihlallerine eklenen gayet adaletsiz koşullarda sürdürdükleri seçim sonuçları “umdukları” gibi çıkmayınca Yeni Meclis iradesi “bloklanarak” yaşadıkları ağır siyasi travma tüm ülkeye “terörle mücadele dönemi” diye boca edilmiş oldu.

Ceylanpınar’da uyurken başlarından vurularak öldürülen genç polisleri, pusuya düşürülmüş askerler, siviller takip ediyor, F-16’lar bir tek doğru düzgün IŞİD hedefini vurmazken, iki ton patlayıcı takviyeli “ölüm sayacı” tıkır tıkır çalışıyordu.


Yine merkez ve yandaş medyanın ajitatif hamaset malzemesi “bayraklı cenazeler” sadece o gün için o da acının kitlelere ölçüsüz teşhiri savaş projesine meşruiyet kazandırmak üzere zoom zoom servis ediliyor, ertesi gün yepyeni, başka bir acılı ve mülksüz aile sömürüsü “apolitik” kadrajları dolduruyordu.


Çünkü Türkiye Kapitalist devlet formu, düşük yoğunluklu anti-terör mücadelesiyle güç devşirme bağımlısıydı, İslamcı otoriter iktidar da bu faşizan kadim yönetim tekniğine şah damarı kadar yakındı.


Bir ayağı ırkçı- şovenizm, bir ayağı militarizm destekli “güvenlikçi devlet” psikolojik harp aygıtı, kontrgerilla teşkilatı, medyaya “kapalı kapılar ardında” terör brifingine kadar aynı devletti.


Yoksa uzun uzun öyle kimselerin ölemediği buralarda, sizin vatan dediğiniz; altına savaşa yollanan genç çocukların gömüldüğü üzerindeki tek bir kuru çalıya kadar “piyasalaşmış” sermaye birikimine katılmış “çitlenmiş” toprak olduğunu biliyorduk.


“Milli Birlik ve kardeşlik” söyleminin ise her an kitlelerin zihninde “muhafaza” ettiğiniz genç ölülerle beslenen “elverişli” çatışma hattı ve kan davasına karşılık geldiğini bilirdik.


Rıza üretim kapasitesi doyunca İslamcılığa sığınmış öfkeli iktidarın dilinden düşürmediği sandık “kutsiyetini” bile HDP’ye oy vermiş sandık “hainlere” çevirmekle yetinmiyor, oy beklentisini bütün provokasyonlara rağmen akamete uğratan HDP’yi faşizan kitle ruhuna hedef gösteriyordu.


Milli replik ve ezber tüketme kapışmasına girdiği MHP ile kurdukları “savaş bloku” IMF/DB/ABD/NATO emperyalist ittifakına her dem kökten bağlı Türkiye Sağ popülizmini yine taçlandırıyordu.


Fiili iktidarın hukuksuz güç tekelini kaybetmemek için TBMM’nin üçüncü büyük partisi HDP ‘yi halkın nazarında gayri meşrulaştırma operasyonunu, kasımda HDP’siz yapmayı planladıkları tekrar seçimlere kadar “İslamcılık-milliyetçi” yarışına girdiği MHP’nin yardımlarıyla sürdürecekti.


Her zorda kaldığında hızır gibi yetişen, alt yüklenici firma misali “milli iş bitirici, siyaset tıkacı” MHP’nin tek ideolojik varlık nedeni HDP düşmanlığına güvenleri tamdı.


Böylece önlerine gelen seçim anket sonuçlarını beğenene kadar HDP’ye karşı kullanılacak faşizan propaganda ve dezenformasyon dozunu artırarak, savcılara talimat vererek, 7 Haziran’da barajı geçerek ham hayallerini bozan “HDP’ye bedel ödetmeyi” kafaya koymuşlar.


Oysa karanlık icraatlarıyla ilgili bugüne kadar hiçbir bedel ödemeye yanaşmayan fiili iktidarın vatansever çığlıkları, ürkütücü “evlatlarımız feda” söyleminin arkasında duran iç savaş talebinin toplumsal bedeli ise Türkiye’nin kaç on yılına dağılacak, çocuklarımıza torunlarımızın hayatlarını zehirleyecek, mahşeri bedeldi.


Ve birbirimizin yüzüne, gözüne bakamayacağımız bu felaket faturası sırtımıza yüklendiği zaman toz olacakları kesindi.


Savaşı çağırarak halkın iradesini gasp eden bu “milli iktidar” blokunun çıkar hesapları için bir tek çocuğumuzun tırnağını bile feda edemezdik!