Tüm dünyayı felakete sürükleyen iklim krizinin kapitalizmin bir sonucu olduğunu kaydeden çevre politikaları uzmanı, Avukat Fevzi Özlüer, “Ormanın kadim ortakları, piyasa aklıyla ormandan kovuldu” dedi.

Felaket, sermaye için yatırım demek

Nisa KÜÇÜK

Ülkede son günlerde durdurulamayan yangınlarla birlikte çevre sorunu da yeniden gündeme geldi. Kent, çevre ve yerel yönetim politikaları uzmanı, avukat Fevzi Özlüer, yangının ekonomi politiğini ve Türkiye örneğini BirGün’e değerlendirdi.

Küresel iklim krizine giden yolun kapitalist birikim sürecinden kaynaklandığını söyleyen Özlüer, “Aşırı birikime dayalı modelin Türkiye’de somutlaşması, devletin kamu hizmetleri alanından çekilmesi, sermayenin açık zor aygıtına dönüşmesi ve emekçi kitlelerin örgütlenme zeminlerinin daraltılarak güçsüz bırakılması şeklinde cisimleşti. Devletin kamu hizmeti alanından çekilmesi politikası, devletin desteklediği kitlelerle bağının da kesilmesini gündeme getirdi” dedi. Orman köylülerinin ve orman emekçilerinin de bu kitlelerden sayılabileceğini kaydeden Özlüer, “1982 Anayasası ile orman ekosistemlerinin ticarete açılması kadar, ormancılık alanında faaliyet yürüten orman köylüsünün ve ormancılık kooperatiflerinin de tasfiyesine tanıklık ettik” diye konuştu.

Kent ve çevre haklarında tasfiye sürecinin 2010 yılından itibaren hızlandığını ve sonuçlarının çok ağır olduğunu söyleyen Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları Uzmanı avukat Fevzi Özlüer, BirGün’e şunları anlattı: “İhale usulü ile ormancılık faaliyetleri özel kişilere verilmeye başlandı. Rekabet ilkeleriyle orman köylüsünü koruma rejimi tamamen dağıtıldı. Çevre ile sosyal, iktisadi ve yaşamsal anlamda oldukça yakın bir bağ kuran göçerlerin de ormanlardan uzaklaştırılmasıyla orman alanları önce insansızlaştırıldı. Aslında binlerce yıldır ormanın kadim ortakları, piyasa ve devlet aklıyla ormandan kovuldu. Bu alanlarda şirketlerin hâkimiyeti söz konusu oldu. Bu nedenle de ormanlar öncelikle sermaye birikimi için el değiştirmeye başladı. Bu süreç henüz tamamlanmadan biz bu dönüşümün etkilerini yaşamaya başladık.”

ŞİRKETLER KORUYAMAZ

“Orman ile tek bağını orman ürünü elde etmek üzere kuran şirketler, ormanların bakım yükümlülüğünü üstlenmedi. Çıkan bir yangında onu koruyacak bir teşkilata veya akla da sahip değiller. Plantasyon haline getirilmeye başlanan bu ormanların şimdi kitlesel bir biçimde yeniden ağaçlandırılması kampanyaları da bu durumu destekliyor. Yani yangınların etkisinin ve gücünün artmasında bu neoliberal dönüşüm etkilidir. Bu dönüşüm ormanları çitlemiştir. Ormanları insansızlaştıran devlet ve şirket yönetimine, yangınlar sonrasında yine insanı suçlayan sivil toplum ve ağaçlandırma kampanyacıları eklenmiştir. Getirilen çözümse Hardin’in önerdiği üzere ormanların sahiplendirilmesidir. Şirketler ve devlet bunu koruyacak rasyonel bir biçimi yaratmayı vaad etmektedir. Ancak korunması vaad edilen yer artık bir orman ekosistemi değil, bir orman fabrikasıdır. Orman köylüsünün içinde yaşamadığı, içinde yaşayan canlıların bonfile olarak anıldığı, tavşanın, kurdun ve kuzunun kardeşi olan orman altı bitki örtüsü de bitki gen kaynakları ticareti yapanların hedefine giriyordu. Bu nedenle iklim krizinin, küresel düzeyde kapitalist krizin bir görünü olduğunu kabul etmeliyiz. Kapitalist krizin bir türevi olarak ortaya çıkmış ama artık onun varlığını belirler olmuştur.”

felaket-sermaye-icin-yatirim-demek-907381-1.
Avukat Fevzi Özlüer

DEMOKRATİKLEŞME GEREK

“Belediyelerin ve bakanlıkların ortak koordinasyonuyla çözülmesi gereken bir sorun, kötü yönetim pratikleriyle felakete dönüştü. Belediyeler devre dışı bırakılmaya çalışıldı. Felaket, etkilerini göstermeye başladıkça daha otoriter yönetim teknikleri gündeme gelecek. Konu mahalli müşterek ihtiyaçların giderilmesinden çıkacak, yaşamını devam ettirmenin sınırında bir muhtaçlık ekseninde örgütlenecek. Göç, köy veya ilçe boşaltmalar, acele kamulaştırma uygulamaları ve sonra yeniden servetin dağıtımı da bu sürecin bir parçası olabilir. İklim krizinin bir demokratikleşme perspektifi olmadan çözülmesi mümkün değil. Ormanlar halkla birlikte ve halk için kullanılmazsa ormanlarda en iyi yangın söndürme teşkilatı bile başarılı olamaz. Çünkü bakış açısı değişmemiş demektir. Pek tabi kamu düzenini sağlamak için devletin yerine getirmediği şeyler de var. Mevcut sistem içinde halkın çıkarlarını koruyacak bir hukuki düzen için ormanlık alanlarda vatandaşları koruyacak, yangına maruz kalanların zararlarını giderecek yollar da var. Önemli olan bu zararın ekonomikleştirilmemesi. Gelecek kuşakların çıkarlarını koruyacak zamanın kapısı çoktan açıldı. İklim krizine karşı mücadele, çok açık bir sınıf mücadelesi olduğu gibi, yeni bir hukuk ve yurttaşlık mücadelesini de yaratacak dinamiklere sahiptir.”

SERMAYEYE AKTARILABİLİR

“İki şeyi aynı anda yapmak zorundayız. Bunlardan birincisi kamusal alanları ve müşterekleri korumak. Devlet dolayımıyla şirketlerin hâkimiyeti altına girmesini engellemek. Bu toplumsal zenginliğin doğanın ve toplumun çıkarına kullanılmasını mümkün kılacak bir yönetimi yaratmak, kurmak için siyasal bir seçenek olmak. Gelecek günlerde bu yanan ormanların, sermayeye aktarım sürecinde türlü türlü yollarıyla karşılaşacağız. Bunlardan birincisi, belediyelerin suçlanarak bu işi yapamadıklarını işaret ederek ormanlık alanlarda imar hareketliliği yaratmak. Bu alanların riskli alan kararlarıyla kuşatılmasını bekliyorum. Gündoğmuş Belediye Başkanı’nın, ‘Keşke benim evim yansaydı diyecek halkımız’ sözünün bir hukuki zemini kurulacaktır. Belediyelerin yetkilerinin ellerinden alınması, TOKİ’nin kırsala sokulması ve sermaye aktarımının merkezi idare eliyle yönetilmesi için bu tür adımlara karşı dikkatli olmak gerekir. Turizmi Teşvik Kanunu gibi düzenlemeleri de bu açıdan iyi izlemek gerekecek.”

YENİ YATIRIM DEMEK

“Yangınların neden söndürülemediğine bir yanıt aranıyorsa, işte devletin bu neoliberal stratejine bakmak gerekir. Devlet, nasıl ki sağlık alanından, eğitim alanından çekildi, bu alanları şirketlere bıraktı, aynı zamanda kamu güvenliğini kurma hizmetinden de çekildi. Elindeki orduyu, itfaiyeyi ve sınırlı gücü de şirketlerle birlikte yönetenlerin sırça köşkleri için sevk etti. Kamuoyu da yangın söndürme hizmeti için bir dernek olan Türk Hava Kurumu ile bir vakfın bağış kampanyasına kilitlendi. Oysa, felaketleri kamu hizmeti bakış açısıyla ve kamusal müşterekleri inşa ederek aşabiliriz. Önce bütçeden, iklim krizinin sonuçlarını ortadan kaldıracak, adaptasyon yeteneği sağlayacak kaynak ayrılmasını istemeliyiz. Buna yönelik yerel ve merkezi tüm teşkilatın ve toplumun donanmasını sağlamalıyız. Diğer yandan da mevcut sermaye iktidarının felaketlerle büyümeye çalıştığını idrak etmeliyiz. Her felaket, yeni yatırım alanları demektir. Her felaket daha da yaygın otoriter beklentiler ve otoriter yönetimler demektir. Felaket anlarında olağanüstü hali değil, demokratik yönetimi talep etmeliyiz. Toplumun geniş kesiminde artan olağanüstü yönetim arzusu, mevcut sorunları çözmek istemeyen belli bir sınıf iktidarına daha yoğun yetkiler talep etmek demektir. Küresel iklim krizinin bu anlamda çözümü, kamusal ve müşterek bir yönetim stratejisidir.”