Geçen hafta, felaketimsi bir ortamda dolaysız olana dokunmaktan, bedenlerin kıvrımlarını birlikte açıp geleceği birlikte kurmaktan söz ederek bitirmiştim yazımı. İzleyici konumunda olanlar, medyanın olay dalgalarıyla, peşpeşe gelen felaketlerle sürüklenir halde buldular kendilerini. Felaketler, doğal ya da toplumsal, duvarların, hiyerarşik kulelerin yıkıldığı, otoyolların tıkandığı ve birbirimize doğrudan dokunabilme fırsatı yakaladığımız eşsiz anlar. Ama otoyol tıkandığında hâlâ […]

Geçen hafta, felaketimsi bir ortamda dolaysız olana dokunmaktan, bedenlerin kıvrımlarını birlikte açıp geleceği birlikte kurmaktan söz ederek bitirmiştim yazımı. İzleyici konumunda olanlar, medyanın olay dalgalarıyla, peşpeşe gelen felaketlerle sürüklenir halde buldular kendilerini. Felaketler, doğal ya da toplumsal, duvarların, hiyerarşik kulelerin yıkıldığı, otoyolların tıkandığı ve birbirimize doğrudan dokunabilme fırsatı yakaladığımız eşsiz anlar. Ama otoyol tıkandığında hâlâ direksiyonunuzun başında oturmaya devam ediyorsanız, dolaysız temas fırsatını kaçırıyorsunuz demektir. Ve ne yazık ki koltuklarında oturanlar ve ısrarla yetkililerden otoyolu açmalarını bekleyenler var. Beklerken de tek yaptığımız, kornaya basmak; tüm öfkemizi kornadan çıkarıyoruz. Korna çalmak yerine taşıtlarınızın dışına çıkmayı ve hemen yanı başınızdaki, sizin gibi kendilerini çelik kutuların içine kapatmış olanlarla dışarıda buluşmayı neden denemiyorsunuz? Doğrudan, yüz yüze konuşmak varken, ısrarla kornaya basmakla yetinenlerle dolu dünya. Korna cehenneminde yaşıyoruz. Dil yerini, kornaya bırakmış, makine bedeni ele geçirmiştir. Boşuna uğraşmayın, kornayla cümleler kuramazsınız. Sizin yerinize konuşan makinedir.

Zaten peşpeşe yaşadığımız felaketlerin nedeni, bizim adımıza hep başkalarının konuşması ve karar vermesi değil mi? Neden kendi adımıza konuşmayı denemiyor ve durmadan araya aracıları, temsilcileri, kornaları sokuyoruz ki? Felaket aracıların, temsilcilerin, duvarların ortadan kalktığı ve birbirimizle doğrudan konuşabilme fırsatı yakaladığımız andır. Julio Cortazar’ın ‘Güney Otoyolu’ öyküsündeki gibi, otoyol tıkanır ve ilişkisel bir ortama dönüşebilir; dolaysız olanı, birbirimizi yakalayacağımız ve geleceği içeriden birlikte biçimlendireceğimiz eşsiz bir fırsat. Otoyol, tıkanmadan, hep ileriye doğru akması amaçlanmış bir hız mekânıdır. Taşıtlar: Kendilerine ayrılan şeritlerde birbirlerine dokunmadan paralel olarak hareket eden varlıklar. Ekranlar da, hız sınırlaması olmayan otoyollardan farksız. Yan yana oturanlar, birbirlerinin farkına bile varmadan kendilerine ayrılmış ekranlarda parmaklarıyla hız yapıyorlar. Düzlem geometrisinden biliyoruz, paralel çizgiler asla birbirleriyle kesişmez. Paralel çizgilerin kesişmesi felakettir. Hayatın normal akışında karşılaşma fırsatı bulamayanlar felakette ilk kez birbirleriyle kesişir ve birbirlerine dokunurlar. Otoyol tıkanmış ve mahalleye dönüşmüştür.

Paralel çizgiler kesiştiğinde ayaklar yere basar. Yeryüzü; yolları kesişen ve kesiştikçe yeni ilişki biçimleri icat edenlerin oluş mekânı. Yerden kopmuş, başımız göğe ermişti ve hayatımızı göksel plana göre düzenlemiştik. Düzen ve kozmoz fikri göklerden gelmiştir çünkü; yeryüzünden gıptayla seyrettiğimiz, her şeyin değişmeden sürüp gittiği, hep aynı olanın durmadan geri geldiği o göksel plan. Yeryüzünün dinamik ortamından, oluş mekânından kaçalım, kendimize güvenlikli ortamlar ve sabit kimlikler yaratalım derken, çemberlerin içine kapatıldık. Ve çemberlerin içinde erklerini ve yetkilerini göklerden aldıklarını iddia eden tanrı-krallar peydah oldu ve kendi iktidarlarının sürüp gitmesi, hiçbir şeyin değişmemesi için gökyüzü gibi hep aynı olanın geri döndüğü düzenler yarattılar. Ama felaket, çemberin, kısırdöngünün kırılmasıdır, yeryüzünün, oluşun içeri girmesi. Düzlem kırılmış ve yolların birbiriyle kesiştiği eğri mekâna evrilmiştir.

Mikhail Bakhtin’e göre yol, farklı toplumsal kesimlerin, farklı dillerin karşılaştığı, toplumsal ve tarihsel heterojenliğin açığa çıktığı, karnavalımsı bir mekândır (Karnavaldan Romana, Ayrıntı). Normal hayatın homojenleştici, ayrıştırıcı, hiyerarşik mekânlarında yan yana gelmeleri engellenmiş olanların bir araya gelebildiği şenlikli ortam. Karnaval, bu yüzden “uygunsuz birleşmeler”in zamanıdır. İktidarın aşkın planında ayrı düşürülmüş parçalar, karnavalın özgür ve teklifsiz ortamında karşılaşır ve birleşirler. Ortaya çıkan, kudretli bir toplumsal bedendir. Gerisini iktidar düşünsün.