Neo-faşizm tehdidinin kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Sağ popülist liderlerin açtığı kanaldan irin gibi akıyor faşizm ve kimi zaman göçmen karşıtlığı olarak kimi zaman beyaz üstünlüğü tezleriyle karşımıza çıkıyor. Kapitalist devletin krizine bildiğimiz demokratik mekanizmaların merhem olamadığı bir konjonktürde faşist zihniyet komplo teorilerinden beslenerek kitlelerin sisteme karşı biriktirdiği öfkeyi manipüle ediyor.

Pandemi sırasında küresel ekonomik krizin derinleşmesi ve yükselen kaygı ortamı yerkürenin dört bir yanında neo-faşizmin mayalanma sürecini hızlandırdı. ABDden Brezilyaya sosyal mesafe önlemlerini protesto eden silahlı gruplar sokakları doldururken Trump ve Bolsonaro göstericilerin sırtını sıvazlamaktan başka bir şey yapmadı. Belli ki önümüzdeki günlerde para-militer güç olma adayı bu gruplardan medet umuyorlar.

Kimilerine göre salgın, sağ popülist liderlerin sonunu hazırlayacak kimilerine göre ise onların tahtlarını sağlamlaştıracak. Sonucun ne olacağını kestirmek kolay değil. Ancak bir gerçek var, o da salgını “fırsata çevirmek” için bekleyenlerin önemli bir kısmının faşizan eğilimdeki güçlerden oluşması.

Türkiye’de de korona salgını iktidarın muhalefet üzerindeki baskısını arttırmak için bir bahaneye dönüşüverdi. Daha önce genellikle troll hesaplardan yapılan tehditler şimdi doğrudan iktidar milletvekillerinden, parti teşkilatından yapılıyor. Mesnetsiz iddialar ve yalanlarla bir gün CHP’li Özgür Özel tehdit ediliyor diğer bir gün Canan Kaftancıoğlu. Kılıçdaroğlu’nu hedef alan linç saldırısı hâlâ aydınlatılmamışken, muhalif gazeteciler mafya usulü darp edilmişken, yalı çetesinin hedef gösterdiği gazeteciler apar topar hapse atılmışken kimse bu olup biteni küçümsemesin. Karşımızda yalnızca kim olduğu belirsiz ‘öfkeli yandaşlar’ yok; ismi cismi, siyasi sorumluluğu belli ama fütursuzca mafya dilini konuşan partililer var. Üstelik devletin zirvesi tarafından himaye ediliyorlar.

Kürsüden ve sosyal medyadan muhalefeti hedef alan gözdağı operasyonları sistematik hale gelmişken AKP’li Ünal partisinin ‘sosyal medya etik kurallarını’ açıkladı. Buna göre anonim hesaplar değil açık kimlikli hesaplar kullanılacakmış, nefret dilinden uzak durulacakmış, tehdit içeren paylaşımlar yapılmayacakmış vs. AKP diğer siyasi partileri de bu ilkelere uymaya davet ediyormuş… Sizin de yüzünüzde bir gülümseme oluştu mu? İktidar alenen bizlerin akıl ve izan kabiliyetiyle dalga geçiyor. Bir yandan kadrolu sosyal medya tetikçilerinden ordu kuruyor, eskisi yenisi milletvekilleri ölüm tehditleri yağdırıyor bir yandan parti ‘etik kurallar’ açıklıyor. MHP’liler ise Meclis’e sosyal medya yasa teklifi getiriyor. Hesapların vatandaşlık numarasıyla açılmasını öngören teklife troll müfrezelerini yöneten iktidar ortağı ne der bilinmez ama amaç, muhalif hesapları kapatıp sosyal medyayı tek sesli hale getirmek.

Tek seslilik demişken iktidarın aparatı olarak çalışan RTÜK’ün son günlerde muhalif medya organlarına ceza kesme konusunda nasıl eli bol davrandığını anımsayalım. Sevgili Ayşenur Arslan’ın Medya Mahallesi’ne 5 kez yayın durdurma cezası verildi. Fatih Portakal ise 3 akşam ana haber bültenini sunamayacak. Cumhuriyet Gazetesi’nin başarılı muhabiri Hazal Ocak, Altun’un Kuzguncuk’taki inşaatını haber yaptığı için ifade vermek zorunda kaldı. Her türlü yalanın söylendiği yandaş kanallara ise her şey serbest. Diyeceksiniz ki Saray rejiminde siyasi konularda muhalif bir biçimde kalem oynatmanın, haber yapmanın sıradanlaşmış bedelleri bunlar. Ya sırf yayında “bira ile güzel gidiyor” cümlesi geçtiği için Nihat Sırdar’ın radyo programına verilen yayın durdurma ve para cezası için ne söyleyeceğiz?

AKP’li Çelik, kim “Saray rejimi” diyorsa o demokrasiyi felç etme örgütünün üyesidir dedi. Malum muhalefeti darbecilikle suçlamak yine moda. Ergenekon-Balyoz davaları sırasında da FETÖ ile aynı oyunu oynamışlardı. O günlerde içeri attıkları gazetecilerin yine hapishanede olması bu nedenle tesadüf değil. Muhalefetin tümden düşman ilan edildiği, Diyanet’ten RTÜK’e tüm kurumların iktidarın aparatı olduğu, tek bir yaşam tarzının dayatıldığı ülkede felç edilecek bir demokrasi dahi kalmamıştır. Ancak halkın iradesiyle, demokratik yollardan inşa edilecek gerçek bir demokrasiden söz edilebilir ki Saray rejimini korkutan da odur.

Neo-faşizm ile başladık faşizmle bitirelim. Sıradan bir Alman’ın gözünden Nazilerin iktidara geliş sürecini anlatan S. Haffner, Nasyonal Sosyalistlerin bir yandan savunmasız insanlara hayatı dar ederken diğer yandan tek bir kişinin dahi zarar görmediğini iddia ettiklerini söyler. Rejim güçleri bir suç makine dönüşür ancak suç ile inkâr birlikte işler. Yalan ve iftira öylesine merkezi bir biçimde üretilmektedir ki Nazi kadroları o yalanı sarsılmaz bir hakikat olarak belleyip uygulamaktadır. Gerçeği söylemeye cesaret edenler ise bir bir ortadan kaybolur, geriye koyu bir tek seslilik kalır. Aklıma nereden geldiyse…