“Öteden beri felsefe dünyasında, ‘felsefenin bir Yunan icadı’ olduğu tezi ezberden tekrar edilir. Kuşkusuz Yunanlar felsefe ve bilim alanında önemli özgün eserler ortaya koymuşlardır ki buna kitabımda özellikle yer verdim. Fakat ne felsefe ne de bilim Yunan’da başlamıştır.”

Felsefe etkileşimle ilerler

Y. Emre Ceren

Felsefenin yazılı anlamda binlerce yıllık bir yolculuğu var, ama varlığı bunun çok öncesine dayanıyor. İnsanın düzenli anlamda ilk üretimiyle birlikte felsefeyi besleyen mitolojik anlatılar doğuyor. Bu sadece Batı’da değil Doğu’da da böyle. Biz de felsefenin serüvenini, gidişatını ve bugününü Sadık Usta ile Kafka Kitap’tan çıkan Şüphenin Tarihi kitabı üzerinden konuştuk.

Mitolojik anlatıların genellikle çağından sonra kaleme alındığı biliniyor. Sizce mitolojik anlatılar devletlerin/kentlerin kurucu mitleri olarak değerlendirilebilir mi?
Kesinlikle öyle. Mitolojik kahramanların niteliklerini incelediğimizde bu saptamayı neredeyse birebir görebiliriz. Ancak insanlık tarihinin ilk anlarından itibaren topluluklar, mitolojideki Tanrılarını doğrudan doğadan esinlenilerek edindiklerini görüyoruz. Örneğin Güneş tanrısı Ra ve Sol gibi. Toprak ve bitki tanrısı Osiris ve Demeter gibi…

Ancak ilerleyen süreçte, özellikle de devletleşme aşamasından sonra kentlerin kurulduğu, yazının, matematiğin, bilimin ve inanç sistemlerinin kurumsallaştığı aşamada, doğadan esinlenilmiş tanrıların tahtlarına, bizzat kavimlerin kendi tanrı-krallarını ya da tanrı-kahramanlarını oturttuklarını görürüz. Birçok kavmin mitolojisinde bunların izini bugün bile görmek mümkündür. Söz konusu mitolojik figürler, toplumları ya esaretten kurtarmış, ya avlanmayı veya tarımı ve başka üretim yöntemlerini öğretmiş (Hephaistos metal işlemeyi ve başka meslekleri öğretmiştir) ya da Gılgameş gibi kent-devlet kurucusu olmuşlardır.
Mısır firavunlarının M.Ö. 3000’li yıllardan itibaren ölümlü insandan tanrı-krallara dönüştüğünü biliyoruz. Bu adım atıldıktan sonra kralların, kahramanların ve hatta bazı bilgelerin tanrılaşması kolaylaşmıştır. Hatta bunun etkilerini, aklın ve mantığın (Logos) öne çıktığı dönemde bile görebiliriz. Makedonya kralı Büyük İskender M.Ö. 325’te tanrılaştırılmıştır. Bu geleneği Roma hükümdarları da takip edecektir. Bu süreç Hıristiyanlıkla birlikte esasta sona ermiştir ancak bunun izleri bugün bile birçok alanda görülebilir.

felsefe-etkilesimle-ilerler-1001609-1.

Felsefenin doğuşunun Eski Yunan kent devletlerine atfında kente özgün koşullar olduğu genel kabul söz konusu. Şüphenin Tarihi’nde özellikle Doğu Akdeniz’deki köklü kültürlerin Eski Yunan’da felsefenin doğuşuna etkileri olduğundan söz etmişsiniz. Bu etkiler nelerdir ve nasıl aktarılmıştır?
Öteden beri felsefe dünyasında, “felsefenin bir Yunan icadı” olduğu tezi ezberden tekrar edilir. Kuşkusuz Yunanlar felsefe ve bilim alanında önemli özgün eserler ortaya koymuşlardır ki buna kitabımda özellikle yer verdim. Fakat ne felsefe ne de bilim Yunan’da başlamıştır. Tarım devrimi ilk kez M.Ö. 12-15 binli yıllarda Bereketli Hilal’de gerçekleşmiş ve böylece insanlık, yerleşik hayata adım atmıştır. Sonra, M.Ö. 5000’li yıllarda hem Mısır hem de Mezopotamya’da (Sümer-Akad) kent devrimi gerçekleşmiş ve devletlerin kuruluşu başlamıştır. Bu birikim binlerce yıl boyunca önce doğuya, İran ve Hindistan’a, sonra da Akdeniz havzasına yayılarak kökleşmiştir.

Örneğin Yunancanın bilimsel, mitolojik ve felsefi terimlerinin 1/3’ü Mısır kökenlidir. Mısırbilimcilerin çoğu bunu böyle kabul eder. Mitolojinin, bilimin ve felsefenin Mısır’dan alınarak geliştirildiği gerçeğiyse Antikçağın önemli düşünürleri, örneğin Platon, İsokrates, D. Laertios, D. Sicilus tarafından kabul edilir. Bunun çarpıcı örneklerine Şüphenin Tarihi adlı kitabımda bolca yer verdim. Bunlar ne yazık ki hep unutturulmaktadır.

Ayrıca Philosopia, yani “bilgelik sevgisi” olarak tanımlanan kavramın kendisi eski Mısırcadır. Sophia, Mısır’da bilgelik tanrıçasıdır ki bunu Türkiye’de felsefecilerin çoğu bile bilmez. Sophia, Yunanistan’da Athena’ya dönüşmüştür fakat Sophia terimi de muhafaza edilmiştir. İlk Yunan filozofu Thales ise Fenikeli tüccar bir ailenin çocuğudur. Ailesi Milet’e yerleşmiş ama o sürekli Fenike ve Mısır’ı dolaşarak bilgisini genişletmiştir. Tıpkı bugün insanların eğitimde yetkinleşmek için Batı’ya gitmesi gibi.


Astronomi, matematik, geometri gibi Pisagor teoremi olarak bilinen a2+b2=c2 formülünün kökeni de Mısır ve Babil’dedir. Sonra tıp ve tarım üretimine ilişkin temel kurallar ve bilimsel yöntemler de Mısır’dan alınma. Hatta Roma, devletler hukukunu bir Mısır kolonisi olan Kartaca’dan almıştır.

Batı ve Ortadoğu’da felsefe denilince batı odaklı düşünülüyor ama tarihsel anlamda eşdeğer diyebileceğimiz büyük bir doğu düşüncesi de var. Batı’daki etik, bilgelik, kısmen kurucu mitoslar gibi pek çok husus Uzak Doğu ve Hindistan felsefesiyle benzeşiyor. Bu benzerliği nasıl yorumlarsınız?
Kitabımda bu konuya da etraflıca değindim. Felsefenin ya da bilgeliğin, etiğin temelleri Hindistan’da Uddalaka (M.Ö. 8. yüzyılda yaşamış filozof), Çin’de Lao tse, Konfüçyüs gibi bilgeler tarafından atılmıştır. Bunlar felsefe, toplum ve siyasete ilişkin muazzam eserler bırakmışlardır. 1700’ün sonunda Hint ve Çin felsefesi Avrupa’da ilgi görmüş ama sonra sömürgecilikle birlikte unutturulmuşlardır.

Kitabımda Hint-Çin ve ilk Yunan felsefecilerinin açıklamalarını, evren, doğa ve toplum hakkındaki soru ve yanıtlarını birbiriyle kıyasladım. Peki, ortaya ne çıktı? Her üç bölgenin de felsefe alanında aynı bilinç düzeyinde oldukları gerçeği. Fakat buna rağmen felsefe dünyası Hint ve Çin felsefesini görmezden gelir.

Önceki çağlarda elit ve ruhban kesim etrafında seyreden felsefi uğraşın halka inme süreci neredeyse 19. yüzyıl gibi geç bir döneme denk geliyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Kitabımda bu konuya “Felsefenin Halkçılaşması” başlığıyla yer verdim. Türkiye bugün çok kritik bir aşamadan geçmektedir. AKP iktidarı toplumu dincileştirirken üniversitelere yığınak yapmaktadır. Öğrencileri imam hatiplere, İslam ilimlerine, ilahiyata ve İslam tarihine yönlendirmektedir. Fakat bu gençler burada kalmayıp felsefeye de ilgi gösteriyorlar. Bu gençleri aydınlatmak, onlara, felsefenin zihnimizde açtığı dünyaları göstermenin tarihsel önemde olduğunu düşünüyorum. Eğer felsefeyi gençlerle, kadınlarla, kısacası halkla buluşturabilirsek ki muazzam bir ilgi var, toplumdaki ezberlerin, bağnazlığın, kör inancın, önkabullerin ve cemaatleşmenin önünü kesebiliriz. Bunu sadece dincileşen kitleleri değil, aynı zamanda kapitalizmin esiri olan laik yurttaşlarımızı aydınlatmak için de gereklidir. Bunun için de felsefecilere özden vazgeçmeden dillerini yalınlaştırmalarını, kavramları Türkçeleştirmelerini ve 18 ve 19. yüzyıl felsefesinin birikimini, kendi kültürel köklerimizle buluşturmayı öneriyorum.