Google Play Store
App Store

Anti-entelektüalist bir iktidar nezdinde üniversitelerin eleştirel fikirlere sahip öznelere kendini ifade etme imkânları tanıması kuşkusuz rahatsız edici. Kendisini eleştiren akademisyen ve öğrenciler karşısında sürekli daha başlamadan bastırılmasını arzuladığı isyanın paranoyasını yaşar.

Felsefe ve sosyal bilimler: Gözden çıkarılabilir mi?
Görsel yapay zekâda üretildi.

Önder KULAK-Kurtul GÜLENÇ

Bir süredir üniversitelerde felsefe ve sosyal bilimler dışlanma eğiliminde. Birçok ülkede bu bölümlere ayrılan bütçenin giderek düşürülmesi, yeni öğretim kadrosu açılmaması gibi dayatmalar, nihayetinde bölümlerin kapatılmasına kadar varıyor. Bölümlerin zayıflatılmasında veya kapatılmasında temel gerekçeler ya öğrenci sayısının ve dolayısıyla elde edilen gelirin düşük olması ya da genel ekonomiye sağladıkları faydanın harcanan kaynaklara kıyasla yetersiz kalması şeklinde. Birbirinden farklı gözükse de aslında her iki gerekçe de felsefe ve sosyal bilimlerin topluma katkısının parayla ölçülebileceği ve para kazandırmadığı takdirde gözden çıkarılabileceği fikrine dayanmakta.

Her toplumda hakim kurucu öznelerin, toplumsal ilişkileri kendi bakış açılarından yansıtan felsefi ve bilimsel eğitim, yayın ve etkinlik gibi düşünsel üretimlere ihtiyaç duymaları beklenir. Peki bu ihtiyacı karşılamaları istenen üniversite bölümlerinin zayıflatılmasında, hatta kapatılmasında neden bir beis görülmüyor? Hangi koşullar altında bu bölümlere ihtiyaçları azalıyor?

ANTİ-ENTELEKTÜALİZM

Güncel kapitalizm tam bir krizler sarmalı. Hayatın her alanında işlerliği anbean bozulan ancak karşısında bir alternatif olmadığından ki, bu anları bir yenilenme fırsatı olarak kullanan bir yapı. Böylesi bir yapıda yönetilenlerin kafası karışık olsa da artık “yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri” aşikar. Öyle ki hemen her yerde iktidarların çekinmeden iknadan çok baskı ve zor kullanımına başvurdukları bir siyasal iklim söz konusu. Bu ortamda anti-entelektüalizm ve bir parçası olan akademi düşmanlığı da moda siyasal eğilimlerden biri.

Bugünlerde entelektüel ve akademik çalışmaların doğrudan devlet başkanları tarafından aşağılanması, hatta cürümleştirilmesi sıradan bir gündem. Bu tutumu sahiplenen bir iktidardan kendi dil ve kurgusu dışına çıkan her düşünceyi karşısına alması beklenebilir. Üstelik bunun için iktidarın karşısında durmak da gerekmiyor. Örneğin iktidarla aynı bakış açısını savunan ama nihayetinde toplumsalı bir bilgi nesnesi olarak kendine mesele edinen bir akademisyen de tepkilerin dışında değil. Zira iktidarın tek isteği, kurgu ağırlıklı belirli bir anlatının takip edilmesi, onanması ve tekrarlanmasından ibaret.

Kanıksanan baskı ve zor kullanımının sürdürülmesine eşlik eden en uygun düşünsel etkinlik, toplumsal olanın bir bilgi nesnesi olarak mesele edilip belirli bir bakış açısıyla yansıtılması değil, bilgi nesnesinden mümkün mertebe bağımsızlaşan bir kurgulamadır. Zira bu kurgu, hakikat, tutarlılık ve gerekçelendirme kaygısından muaftır. Bu muafiyetle hem iktidarı hem kalabalıkları memnun edecek şekilde tasarlanabilir. Bunun da yolu, toplumsal ilişkilere monte edilen gösterilerin ve yanı sıra toplumsal yalan ve söylencelerin oluşturulan bilgiye eklemlendiği bir bulamaç ortaya koymaktır. Gelgelelim ki bu bulamacın hazırlanması, pişirilmesi ve sunulması konusunda akademisyen ve dolayısıyla üniversite esasen işlevsizdir.

Kurgunun esas aktörleri iktidar yanlısı siyasetçi, danışman ve gazetecidir. Bu kurguyu danışman hazırlar, siyasetçi pişirir ve gazeteci de sunar. Kalabalıklar en yaygın aktarımı gazete, dergi, televizyon ve sosyal medya yoluyla gazeteciden alır. Gazeteci mesleki sınırlarının ötesine geçer çünkü aktardığı kurgunun tüm kapsamı için bilirkişi olmakla yükümlüdür. Bu nedenle kendini fiilen bir felsefeci ve sosyal bilimci olarak da konumlandırmaktan çekinmez. Toplumsala dair düşünsel çabanın işte bu dar üçgenin sınırlarında gerçekleşmesi arzulanır. Bütün bu çabada akademisyenin “akademisyen” olarak asli bir yeri yoktur, ancak bir yardımcı unsur olarak dikkate alınabilir.

ELEŞTİREL BİR SIĞINAK

Üniversiteler salt iktidarın bakış açısını yansıtan eğitim ve düşünce merkezleri değildir elbette. Her toplumsal alanda olduğu gibi üniversitelerde de karşı kurucu öznelerin mevcudiyeti ve kendini alanda mümkün olduğunca hakim kılma çabası bulunur. Fakat üniversiteler, bilhassa baskı ve zor kullanımının yoğunlaştığı ve muhalefetin fiziken zayıfladığı zamanlarda, bir sığınak işlevi de üstlenirler. Burada özellikle felsefe ve sosyal bilimleri kapsayan bölümlerde, akademik ve sosyal etkinlikler çerçevesinde verili ilişkileri tartışabilmek, eleştirebilmek ve karşı ilişkilerin kuruculuğunu önerebilmek üzere birtakım imkanlar yakalanabilir. Bu imkanlar değerlendirilebildiği ölçüde, iletişim araçları marifetiyle dolaşıma sokulan zayıf kurgu karşısına güçlü bir karşı-ikna çıkarılır. Böylece başta öğrenciler olmakla beraber, tüm üniversite bileşenleri için bir toplumsal bilinçlenme zemini oluşur. Bu bilinçlenme de pek tabii ki insanları siyaseten etkin katılıma yönlendirebilir.

Anti-entelektüalist bir iktidar nezdinde üniversitelerin eleştirel fikirlere sahip öznelere kendini ifade etme imkanları tanıması kuşkusuz rahatsız edicidir. Kendisini eleştiren akademisyen ve öğrenciler karşısında sürekli daha başlamadan bastırılmasını arzuladığı isyanın paranoyasını yaşar. Dolayısıyla bekası için ihtiyaç duyduğu düşünsel çabada giderek daha az rol alan bu bölümlerin bir de karşısında konumlanan kimselere kendiliğinden bir sığınak oluşturması onları doğrudan hedef kılar. Herhangi bir maddi getiri de sağlamadıklarında, iktidarın bu bölümlere katlanması giderek zorlaşır. Ne var ki hakim fikirlerin eğitim yoluyla öğrencilere aktarılması, siyasetçi ve danışmanlar için kadro sağlanması gibi beklentilerle bu bölümlere aynı zamanda muhtaçtır da. Öyleyse, ilerleyen günlerde bölümleri zayıflatma ve dahası kapatma eğiliminin giderek kuvvetleneceği muhtemel olsa da onları büsbütün gözden çıkarma koşulunun henüz bulunmadığı da açıktır.