Binlerce kişiye ‘Felsefe ve İnsan’ ile ulaşacak olan 35. TÜYAP Kitap Fuarı onur yazarı ve onur konuğu, yaklaşık 50 yıldır insan hakları çalışmalarını sürdüren filozof ve akademisyen Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’yle söyleşi yaptık

Felsefenin ışığında insan

ZERRİN YILMAZ

TÜYAP Kitap Fuarı 35. yılında ziyaretçilerini “Felsefe ve İnsan” temasıyla karşılıyor. Son yıllarda Türkiye’de ve dünyada yaşanan insan hakları sorunları düşünüldüğünde, bu yılki buluşma daha anlamlı hale geliyor.
12-20 Kasım tarihleri arasında binlerce kişiye “Felsefe ve İnsan” ile ulaşacak olan fuarın onur yazarı ve onur konuğu ise, yaklaşık elli yıldır insan hakları çalışmalarını sürdüren filozof ve akademisyen Prof. Dr. İoanna Kuçuradi. İoanna Kuçuradi, insanın ve insan haklarının doğru anlaşılması ve değerlendirilmesi adına gerçekleştirdiği sayısız çalışmada, yalnızca akademik düzeyde eğitim alan öğrencilere değil, herkesten önce insan haklarını korumaları beklenen kişilere de -güvenlik kuvvetlerine, öğretmenlere, hâkim ve savcılara, sosyal hizmet uzmanlarına- ulaşmayı hedefleyen ve bu sayede onları insan haklarının kavramsal bilgisi ile donatarak, çeşitli durumlarda eylemde bulunurken insan haklarının gerektirdiklerini uygulayabilecek duruma gelmelerini sağlayan yaygın eğitimlere de önderlik etmiştir.

Biz de kitap ekimizin fuar özel sayısında kendisiyle kısa bir söyleşi düzenledik. Felsefe, insan, insan hakları ve günümüzde yaşanan insan hakları sorunları hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

>>TÜYAP Kitap Fuarı 35. yılını “Felsefe ve İnsan” teması ile “kutluyor”. Siz de fuarın onur yazarı/konuğusunuz. Her yıl binlerce kişiye kapılarını açan TÜYAP Kitap Fuarı, bu yıl ziyaretçilerini “Felsefe” ile karşılayacak. Bu konuyla ilgili duygu ve düşüncelerinizle başlayalım dilerseniz.
Düzgün bir felsefe eğitiminin sağlayabildiği gözle olan bitenlere bakmaya -yaygın değer yargılarından bağımsız, ama felsefî değer bilgisine dayanarak bakmaya- her zamandan çok ihtiyacımız olan bir dönemi yaşıyoruz. Bunun için Fuarın konusuna karar verenleri kutlamak ve onlara teşekkür etmek isterim. Felsefenin özellikle bu işlevini hatırlatan bir fuar yılı olmasını dilerim.

>>Son yıllarda felsefeyle ilgili popüler kitapların sayısında artış olduğu görülüyor. Özellikle çocuklara yönelik felsefe kitapları göze çarpıyor Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Çocuklar için felsefe kitapları yazmak zor bir iş. Ama son yıllarda moda oldu. Felsefeyi yaygınlaştırmak ile popülarize etmek farklı şeylerdir. Yaygınlaştırmak için, felsefî bilgiyi hitap ettiğiniz insanlara –ve bu arada çocuklara- ulaştıracak bir dil kullanmak gerek. ‘Felsefeyi popülarize etmek’ten ise felsefeyi cazip kılmak anlaşılıyor. Cazip kılmalar da, cazip kılmaya çalışılan şeyi çoğu zaman ucuzlaştırıyor.

Çocuklar için felsefe konusunu 30-40 yıl önce gündeme getiren Matthew Lipman, Sokratik metodla çocukları düşündürmeyi amaçlıyordu. Biz de, Türkiye Felsefe Kurumu içinde oluşturduğumuz Çocuklar İçin Felsefe Birimiyle böyle çalışmalar yapıyoruz. Bu Birimin başında Nuran Direk arkadaşımız var. Onun kaleme aldığı kitaplar, başta Küçük Prens uygulaması, böyle bir eğitim için çok elverişli.

Bazı yayınevleri bu tür çeviri kitapları yayımlıyor. Bu yayınevlerinden biri bazı kavramlar üzerinde yazılmış çocuk kitaplarının çevirilerini yayımlıyor. İşe yarayan kitaplardır bunlar. Ancak bir tek sorun var: örnekleri başka kültürlerden alınmış, bu da çocuklara ulaşmayı bazan zorlaştırıyor. “Eğlenceli” kitapları ise sevmiyorum. Eğitim, çocukları ve genel olarak insanları eğlendirmek için değildir. Onları uğraştırmalı. Filozofları bazı yazarların kafalarına estiği gibi göstererek çocukların felsefeye ilgilerini çekmek, tercih edilecek bir yol değildir, benim gözümde. İlgilerini çekmenin daha uygun bir yolu, o filozofların bazı düşüncelerini, çocuklara kendi yaşadıklarıyla bağlantı kuracak şekilde sunmaktır.

Çeviriden çok, bizim yazarlarımız çocukları bazı konularda düşündürecek kitaplar yazmaya teşvik edilebilir.

>>Sıkça karşılaşmaya başladığım bir soruyu size sormak istiyorum: Felsefeye ilgi duymaya başlayan okuyucular sizce okumalarına nereden başlamalılar ve nasıl devam etmeliler?
Tek başına kitap okumak, sistematik, doğru-dürüst bir felsefe eğitiminin yerini pek alamaz. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Eskiçağ Felsefesinden başlayarak, filozofların metinlerini kronolojik bir sırayla ve ilgiler kurarak okumak olabilir. 25 yüzyıllık felsefenin 8-10 filozofunu -Platon’u, Aristoteles’i, Descartes’i, Kant’ı, Schopenhauer’i, Nietzsche’yi, Hartmann’ı …….- bu şekilde okuyabilirler, böylece de belki felsefeye “girerler”. Ama felsefeye bir “yol gösterici”yle başlamak bana daha uygun görünüyor.

>>Fuar kapsamında katılacağınız panel ve söyleşilerin içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Fuarda Türkiye Felsefe Kurumu olarak, isteyen üyelerimizin katıldığı beş söyleşi düzenliyoruz. İçeriğini değil, ancak başlıklarını söyleyebilirim: “Felsefenin Işığında İnsan”, “Felsefenin Işığında Hukuk”, “Felsefenin Işığında Edebiyat ve Sanat”, “Felsefenin Işığında İnsan Hakları”, “Felsefenin Işığında Güncel Sorunlar”. Farklı yaştan çocuklar için de sekiz çalışma düzenliyoruz. Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü bir söyleşi düzenliyor. Betül Çotuksöken ve ben başka bir-iki söyleşiye de katılıyoruz.

>>İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları kitabınızda kavramların tehlikeli olduğunu söylüyor ve bu düşüncenizi, insanların kavramları çoğu zaman “bildiklerini sanarak” –yanlış- kullanmalarıyla temellendiriyorsunuz. Buradan hareketle, size göre çağımızın en tehlikeli kavramı nedir?
Bir tek kavramdan söz edemem. Moda haline gelen her kavram –daha doğrusu her terim– tehlikelidir. Felsefeden genel bir örnek verirsem, şu anda bu durumda olan bir terim ‘etik’tir. Bizden ise ‘algı’ terimini verebilirim.

>>Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde insan hakları önemli bir sorun olarak var olmaya devam ediyor. Size göre bu sorunun en temel kaynağı nedir?
Bu sorunuza iki kelimeyle bir cevap vermek isterim: en önemli kaynağı bilgisizlik. İkinci önemli kaynağı ise, çıkarlar.

>>20 Kasım “Dünya Felsefe Günü” ve 10 Aralık haftası da “ İnsan Hakları Haftası” olarak kutlanıyor. Bu söyleşi vesilesiyle bu iki önemli günle ilgili şu an sizinle olan okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?
Bir konuda bir Dünya Günü niçin ilân ediliyor? O konuya ulusal ve uluslararası düzeylerde dikkat çekmek için. 2000’li yılların başında, Uluslararası Felsefe Kuruluşları Federasyonu Başkanı olduğum sırada, böyle bir günü UNESCO’ya önerirken ana amacım, dünya ülkelerinde “meslekdaş”larımın felsefenin yaşamdaki işlevini tanıtacak etkinlikler yapmalarını kolaylaştırmaktı. Bunu sağlamaktadır böyle bir Gün. Örneğin, Nepal’de Felsefe Günü vesileyle bir hafta kutlamalar yapıldığı bilgisi gelince, çok sevinmiştim.

Bu yıl da, değerli meslekdaşlarımın yapacakları kutlama çalışmalarında, olaylara, durumlara değer yargılarıyla değil, değer bilgisiyle bakmanın örneklerini verirlerse, düşünce dünyamıza önemli bir katkı yaparlar.
İnsan Hakları Günü ise, bu yıl özellikle herbirimizin kendisine “insan haklarını ben gerçekten korumak istiyor muyum?” sorusunu soracağı bir gün olsun, dilerim. “Evet” diyorsak, ikinci bir soru olarak “kendi yetki ve sorumluluk alanımda insan haklarının nasıl korunabileceğini biliyor muyum?” sorusunu sorarak, buna vereceğimiz cevaba göre “gereken”i yaparsak, anlamlı bir gün olur.

>>Son olarak, yeniden şiir kitabı yayınlamayı, şiirlerinizi yeniden paylaşmayı düşünüyor musunuz?
Şiir kitabımın çevirisi şu anda baskıda.