Mevcut iktidarın İslamcı-muhafazakâr cinsiyet rejimi kurmaya yönelik adımlarının ve özellikle laik eğitime son vermeye yönelik müdahalelerinin muhalif kesimde ve bazı toplum katmanlarında (beyaz yakalılar, orta sınıfın eğitimli katmanları, seküler burjuvazinin bir kesimi için) cinsiyet meselelerinin politikleşmesini ve beraberinde tüm muhalifler içinde feministleri özel bir konuma getirdi.

Feminist Manifesto’nun merceğinden bir dönemin sonu

Fevziye Sayılan

Küresel Kadın Hareketi Yükseliyor. Küresel kadın hareketinin yükselişinin arka planında, geçen 30-40 yıllık büyük alt üst oluşun yarattığı gerici tepkiler var. Bir önceki dönemin kazanımlarını silip süpüren neoliberal dalganın krizler içinde geri çekilmesiyle birlikte Batı dâhil dünyanın her tarafında yükselen çeşitli türden sağ popülizmlerin ve neofaşist hareketlerin hedefindeki öncelikli meselelerden birinin kadınların konumu, toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsel kimliklerle ilgili olduğunu görüyoruz. Buna karşı uluslararası kadın hareketi feminist grev gibi militan mücadele yöntemleri, danslı protesto (Las Tesis) gibi kolay popülerleşen yolları kullanıyor. Feminist Manifesto ile tüm ezilenler ve sömürülenler için bir strateji öneriyor.

Manifesto ilham verici ve ufuk açıcı. Sınırları, kimlikleri, konumları aşacak yeni bir siyasal platformda buluşmanın yollarını arıyor. Feministler neofaşizme ve kemer sıkma politikalarına direnen muhaliflerle bir araya geliyor. Toplumsal yeniden üretim ağlarındaki toplumsal sorunlarla ilgili olarak tüm sömürülenler ve ezilenlerin bir arada mücadelesi için mevziler oluşturuyor, söylemler kuruyor. Bir avuç olarak tanımlanan kapitalist sınıf (yüzde 1) ve onun siyasi temsilcilerine karşı sistem karşıtı diğer hareketlerle birlikte yüzde 99 olarak köklü toplumsal dönüşüm için çağrı yapıyor.

Feminizmin de bir dönemi bitti. Sadece kadınlara odaklanmaya yönelen hareketler ve örgütlenmeler hep olsa da, ayrılıkçı bir feminizme artık ihtiyacımız yok diyenler var. Asimile edilme ya da susturulma baskısı ile baş etme konusunda deneyimli bir hareket ve kadınlar var artık. Daha geniş toplum katmanlarına ulaşmada ya da muhalif kesimlerin ortak baskı, sömürü ve tehditlere karşı bir araya gelmesinde kadın hareketi önemli bir rol oynayabilir.

Bu tür rejimlerin tipik bir temsilcisi olan AKP iktidarı için de özellikle son dönemde eğitim, istihdam ve sosyal politika düzeyinde toplumsal cinsiyet eşitliğini söküp atmak öncelikli mesele haline geldi. Aynı zamanda içine gömüldüğümüz derin iktisadi ve toplumsal krizle birlikte kadınların yaşam hakkına yönelik saldırı da ivme kazandı. Kadınlar burada da direniyor. Hatta mevcut rejim değişikliğine karşı koyuşun ön saflarında kadınların olduğunu görüyoruz.

Aynı zamanda mevcut iktidarın İslamcı-muhafazakâr cinsiyet rejimi kurmaya yönelik adımlarının ve özellikle laik eğitime son vermeye yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı müdahalelerinin muhalif kesimde ve bazı toplum katmanlarında (beyaz yakalılar, orta sınıfın eğitimli katmanları, seküler burjuvazinin bir kesimi için) cinsiyet meselelerinin politikleşmesini ve beraberinde tüm muhalifler içinde feministleri özel bir konuma getirdi.

Feminist hareket bu konumun gereğini karşılayabilecek durumda mı? Genel özellikleri itibarıyla heterojen olmakla birlikte, kendisini geleneksel olarak kadın sorunları ile sınırlamayan bir feminizm boy vermişti burada. İçinde yer aldığı bağlamın özelliklerine baktığımızda, Batılı feminist tartışmalardan çok etkilense de, sınırlı deneyim aktarımına olanak veren bir bağlamda ortaya çıkmıştı. Askeri darbe ertesi koşullarında doğdu, siyasal İslam’ın yükseliş döneminde kısmen kitleselleşti. Yani Batılı feministlerin söz ettiği “iyi gün” feminizmi hiç olmadı. Solun solu ile girdiği etkileşim içinde aslolarak sosyalist soldan kadınlar ile Kürt hareketi çevresindeki kadınlar arasında yayıldı. İlerici hareketlerin bir parçası olarak toplumsallaştı. Hatta 1990’lardan itibaren kamu çalışanları sendikaları başta olmak üzere sendikal bir feminizm de şekillenmeye başlamıştı. Aynı süreçte akademik bir feminizmin de üniversite içinde yerleştiğini, en azından bazı büyük üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin hem bir norm hem de program olarak akademik hayatın bir parçası haline geldiğini görüyoruz. Şimdi bütün bu alanlarda bir gerileme var.

İslamcı rejim inşasına daha toplu karşı koyuşu güçleştiren başlıca etmen ise, kadın hareketinin başından itibaren barındırdığı çok parçalı yapısıyla ilgili oldu. Bu zenginlikten öte toplumun ve siyasetin kimlik politikalarına dayalı olarak kutuplaşmasının kadınlar içindeki yansıması olduğu oranda siyasal İslam karşısında kadınları güçsüzleştirdi. Derin biçimde yarılmış bir toplumda kadınlar aidiyetlerine bağlı biçimde feminizme oldu. Dolayısıyla cumhuriyetçi-Kemalist kadınların öncelikleri ile Kürt kadınların öncelikleri, ya da sosyalist feministler ile liberallerin öncelikleri hep birbiriyle çatıştı. Ortak platformlarda hasmane karşılaşmalar, dışlamalar hep oldu, ortaklık büyütülemedi. Üstüne daha genelde tüm sol muhalifleri sarmalayan ortak siyasi kültür feminist ve kadın hareketi içinde de oldukça etkili. Bu siyasi kültüre karşı feminizmin bagajındaki kavramlar ve deneyimler ise güç odaklarının oluşumunu ve çatışmayı engelleyemiyor. Dolayısıyla verili çatışmacı ve diyalog karşıtı eğilimler, zayıf tartışma kültürü, grupçuluk ve basitçe “geçimsizlik” diyebileceğimiz sorunlar feminist grupların da belirgin özelliklerinden ve bunlar daha geniş kadın dayanışmasının önündeki önemli engeller.

feminist-manifesto-nun-merceginden-bir-donemin-sonu-668078-1.
Bu koşullar altında feminist hareket ya da daha genel olarak kadın hareketinin durumunu değerlendirdiğimizde, yaşam hakkını savunmaya kilitlenmiş ve adliye salonlarına odaklanmış bir hareketliliğin öne çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla “neyin feminist mesele sayılacağına” ilişkin tartışmalarının durulduğunu, rejimin baskıcı ataklarına direnmenin öne çıktığını görüyoruz. Bu noktada feminist olsun ya da olmasın kadınlar arasındaki kimlik duvarları da eskisi kadar sıkı durumda değil.

Türkiye’de feminist hareket sistem karşıtı bir hareket olmasına karşın, bu döneme kadar devletle pek açık çatışma yaşamadı. 1990’larda özellikle Pekin Konferansı (1995) sonrasında medeni yasa ve ceza yasasında eşitlik doğrultusundaki kazanımları sağlayan toplumsal cinsiyetin anaakımlaştığı dönemde bile Batı tipi bir demokrasi de oluşmadı, ama kadınlar için çalışan bir proje feminizmi oluştu. Bugün politik feminizmin sesinin kısıldığı ve politik bir çevre olarak kısmen dağıldığı bir ortamda feminizm adına bunlar konuşuyor. Ayrıca bu alanda hükümet yanlısı bir kadın sivil toplum örgütlülüğü de ortaya çıkmış durumda. Öte yandan politik feminizm ile proje feminizmi arasında belirgin bir geçişlilik de var. Pek çok feminist kadın bu tür çalışmaya angaje olmuş durumda; bu tür çalışmaların kadınların hayatını iyileştirici, şiddete karşı güçlendirici bir kulvarın sürdürülebilirliğini sağladığı da bir gerçek.

Ayrıca işsizliğin derinleştiği bir yerde pek çok feminist için istihdam alanı sağladığı biliniyor. Feminizmin etkileşim düzlemi bir yandan genişlerken bir yandan da rengi soluyor ve daha kontrol edilebilir bir alana çekiliyor. Bu durum, politik feminizmin ağırlık merkezinin karma sol örgütlere kaymasının koşullarını sağlıyor.

Muhalif örgütlerdeki feminist kadınları neoliberal gericiliğin toplumsal cinsiyet meseleleriyle ilgili karanlık gündemine karşı antikapitalist talepler ile feminist talepler arasındaki sıkı bağı görme konusunda daha avantajlı kılıyor. Ancak konumlar ve siyasal tutumlar konusunda bir hiyerarşi yaratmadan en geniş birliktelikleri yaratmak için gerekli esneklik ve kapsayıcılık konusunda kadın hareketinin önemli bazı deneyimlere sahip olduğu da bir gerçek. Kadın cinayetleri ve yoksulluk nafakası ile ilgili ulusal ölçekte örgütlü büyük platformlar bugün kadın hareketinin en önemli yönünü oluşturuyor.

Bu koşullar altında feminist hareket ya da daha genel olarak kadın hareketinin durumunu değerlendirdiğimizde, yaşam hakkını savunmaya kilitlenmiş ve adliye salonlarına odaklanmış bir hareketliliğin öne çıktığını görüyoruz.Dolayısıyla “neyin feminist mesele sayılacağına” ilişkin tartışmalarının durulduğunu, rejimin baskıcı ataklarına direnmenin öne çıktığını görüyoruz. Bu noktada feminist olsun ya da olmasın kadınlar arasındaki kimlik duvarları da eskisi kadar sıkı durumda değil.

Küresel gündem yeniden üretimin etrafındaki bakım işleri ve toplumsal ilişkilerle ilgili olarak neyin feminist mesele sayılacağını yeniden tanımlamaya; hangi somut toplumsal taleplere tutunmak gerektiğini (beslenme, barınma, hayat pahalılığı, ulaşım gibi) tartışıyor. Türkiye’de bu alanın ticarileşmesinin yanında, büyük ölçüde dinselleşmeye de açılmış olması antikapitalizm ile gericiliğe karşı mücadeleyi geniş koalisyonlarda birleştirmeye zemin sunuyor. Kadın hareketinin bu koalisyonları ya da platformları oluşturmada kritik bir role sahip olduğu ortada. Feminizm, hedef aldığı baskının niteliğinden dolayı, sistemin farklı parçaları arasındaki bağlantıyı (ataerkillik ve kapitalizm) görmek ve yapısal baskı ve sömürü mekanizmalarının (sınıf, ırk/etnisite, dil, din, cinsiyet) nasıl bir etkileşim içinde işlediğini anlamak konusunda kadın hareketine ve muhaliflere kavramsal araçlar sunabilir.

Geleneksel annelik kimliği üzerinden siyasallaşan barış ve cumartesi anneleri dışında hayat pahalılığı, kemer sıkma, paralı eğitim ve sağlık hizmetleri gibi toplumsal yeniden üretimin ev/hane ve piyasa ile ilgili alanlarında, geçim ve bakım sorunları ile ilgili hoşnutsuzluk var, ancak siyasallaşmış bir tepki görünmüyor ortalıkta. Geçen on beş yıl içinde gericiliğin yaşam tarzına yönelik tehditleri karşısında oluşan siyasallaşmanın anlamını ve değerini kimlikçi körleşme nedeniyle göremedi feministler. Bugün hâlâ yaşam tarzı ile toplumsal yeniden üretim arasındaki sıkı bağ çözümlenmeyi bekliyor.

Geçen dönemde kadınların en fazla öne çıktığı hareketlerden bir diğeri, neoliberal kırsal yıkıma ve tahribata karşı, HES, JES, termik ve nükleer santral karşıtı hareketler oldu. Ekolojik bir feminizm kendini henüz tanımlamadı ama Türkiye’nin kırsalında dolaşıyor. Bu alanda platformlar ile kooperatif tarzı bir örgütlenmenin de başladığı görülüyor.

Uzunca bir süredir aidiyetler üzerinden yapılan siyaset herkesi kendi kimliğine/yuvasına hapsetmiş durumda. Bundan kaynaklanan bariyerler, sınırlar muhalefeti küçültüyor. Gezi, bu hapsolmayı aşabilme kapasitesine sahip olduğumuz konusunda herkesi eğitti. Bugün artık tüm muhaliflere ve feminist olsun olmasın tüm kadınlara gericiler tarafından verilen gözdağı ve süregiden baskılar karşısında bir arada durabilme ve birbirini taşıyabilme esnekliğine ve yaratıcılığına sahip koalisyonlara ihtiyaç var. Kadınlar açısından da, son tahlilde feminizm kadınları, erkekleri ve herkesi toplumsal cinsiyet kimliklerinin cenderesinden özgürleştirmek için uğraşmıyor mu? Ebedi bir kadınlık ve erkeklik peşinde koşanlar olmadığı gibi, erkeklerin olmadığı bir dünya tahayyül edenler de pek yok. Böyle genelleşmiş baskı ve sindirme karşısında kadın hareketi kritik bir rol oynayabilir. Aynı zamanda kadınları hedef alan sömürü ve mevcut baskının siyasi niteliğini görmek konusunda ortak bilince ihtiyaç var. Bu da diğer muhaliflerle etkileşim olanaklarını yaratmak ve ilişki kurmakla mümkün. Burada (feminist platformlarda) epeydir herhangi bir üretken tartışma yok, yayın yok. Yeni zamanların üretken tartışmalara ve birlikteliklere kapı aralaması ümidiyle…

cukurda-defineci-avi-540867-1.