Bir toplumun gelişmişlik düzeyiyle ilgili bir takım parametre ararsak ekonomik, sosyal ve demokratik gelişmesi yanında, o toplumun bireylerinin kendi sorunlarını çözümüne yönelik özellikle mesleki örgütlenmeye gönüllü olarak katılma düzeylerine bakmak lazım.

Devlet, çok ölçekli ve zorunlu çeşitlilik üzerine resmi bir mekanizma olmasına rağmen, sivil toplum alanında mücadele eden örgütler, tarihsel süreç içinde ilk olarak kapalı devlet organizasyonunun amaçlarının karşı mücadele ederek, kendileri için belirli özerklik alanları talep etmişlerdir.

Başlangıç olarak daha romantik ve demokratik bir yönetim anlayışı çerçevesinde yapılan mücadele örgütlenmeleri zaman içinde farklı yapılanmaya bürünmüşlerdir. Devlet, bir arada yaşama arzusu ve ihtiyacı duyan bireylerin karmaşık ilişkilerinin formüle edilmesiyle hayat bulmuşken, anayasal ve yasal güvenceye sahip özerk yapı olan sivil toplum kuruluşları üniversiteler başta olmak üzere, meslek örgütleri, sendikalar ve sportif kuruluşlar içinde yaptıkları faaliyetlerle tanımlanırlar.

Sivil toplum örgütlerinin ulusal veya uluslararası alanda faaliyet göstermelerini gerektiren belirli başlıklar vardır. Siyasi bir karşılığı görünüyor olsa bile, bu amacı düşünmeden ortaya koyduğu tavır etik ve ahlaki sorumluluklar içermektedir. Çünkü, kuruluşlarının amaçları ve bu amaçlar çerçevesinden insanların beklentileri vardır. Bu beklentiler sonucunda: kamuoyu oluşturma yoluyla, bireylerin taleplerinin dile getirilmesini ve dikkate alınmasını sağlayacaklardır.

Bu örgütler, çoğulcu bir toplum yapısının sağlanmasında misyon üstlenmektedirler. Gerek devlet denen mekanizmanın uygulamalarına gerekse de pazar ekonomisinin dayattığı sömürü mekanizmasına karşı koruyucu tampon olarak durmaktadırlar.

Spor kulüpleri üyelerin, sporcuların ve teknik heyetin sporu bir amaç olarak bilgiye dayalı metotlarla öğreten ve bu amaç etrafında örgütlendikleri tüzel kişilerdir.

Spor kulüpleri dernek statüsünde kurulmalarıyla beraber kâr amacı gütmeyen kuruluşlardır. İçindeki şirketleşme kurgusu derneğin amacına hizmet edecek bir organizmadır.

Spor toplumsal ve sosyal bir olgudur. Bu olgular sayesinde sosyal rolünün ön plana çıkmasında ve toplumla bütünleşmesinde spor kulüplerinin yaptığı işler bir sivil toplum kuruluşu hüviyetindedir.

Tüm spor kulüpleri diğer sivil toplum örgütleri gibi yaşadıkları ülkeye karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlukların onlara yüklediği misyon çerçevesinde belirli tavırları almakta sakınca görmezler. Kendilerinin sahip olduğu özerk alan içerisinde ve yasaların sağlamış olduğu haklar çerçevesinde her türlü eleştirel eylemi yapma hakkına sahiptirler.

Hele hele sahip oldukları tarihsel derinlikleri ulusal bir amaç içeriyorsa…

1907 yılına gelindiğinde artık II. Abdülhamit döneminin son günleri yaşanmaktaydı (!). Saltanatının son zamanlarını yaşayan II. Abdülhamit’in baskı rejimi (!) her alanda azaltması nedeniyle futbolda da Türk kökenli gençlerine yasak olan futbol serbest kalmıştı.

Necip Bey’in Moda Başpınar sokak 3 numaralı evde kulübün kurulması ilgili yapılan görüşmeler neticesinde, maddi destek sağlayan dönemin zenginlerinden Saint Joseph mezunu Mühendis Nurizade Ziya Bey’e kulübün kurucu başkanlığına, Osmanlı Bankası memurlarından Ayetullah Bey’e katiplik görevine, Bahriye Subayı Necip Bey’e de kaptanlık ve veznedarlık görevine seçildiler.

Buradaki görüşmede; kuracakları kulübün adını oturdukları semtten esinlenerek Fenerbahçe koymaya, amblemini Fenerbahçe Burnu’ndaki ışık saçan fenerden esinlenmesine ve formalarındaki renkleri ise Fenerbahçe’deki papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden dolayı sarı ile beyaz koyulmasına karar verildi. Kulüp kısa süre içinde kadrosunu semtteki gençlerden oluşturmuştu.

Kulüp kuruluşunda sarı-beyaz olan renklerini 1909 sonbaharında sarı-laciverte çevirmiştir.

Kulüp bu dönemde hem 2. Abdülhamit ile hem de emperyalist İngilizlere karşı mücadele etmiştir.

1923 yılında yaşanan bir değerli olay ise İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Harrington İstanbul’dan ayrılırken kendi adına bir turnuva düzenlemesi oldu! General, bu kupaya yönelik olarak "Gardler Muhteliti Türk kulüplerine meydan okuyor. Galibine, Başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça Türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler." şeklinde bir ilan verdi. Fenerbahçe ise generalin ilanına "Fenerbahçe Kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder." şeklindeki gazete ilanıyla karşılık verdi.

29 Haziran 1923 tarihinde General Harrington Kupası için Taksim Stadı'nda yapılan maçı Fenerbahçe, dönemin değerli oyuncularından olan Zeki Rıza Sporel’in atmış olduğu iki golle 2-1 kazandı. Maç gecesi Lozan Konferansı'nda bulunan Türk Heyetine de bu galibiyet haberi ulaştığında heyet başkanı İsmet Paşa tarafından Fenerbahçe kulübüne "Heyetimiz adına hepinizi mutlulukla tebrik eder, meserretle gözlerinizden öperim." şeklinde bir kutlama telgraf gönderdi.

Bir sivil toplum kuruluşunun en belirgin gücü tarihsel derinliği olan kültüründen gelmektedir. Fenerbahçe’nin gerek kuruluş süresinde hem saray ile uğraşması hem de sarayın anlaşması neticesinde İstanbul’da bulunan İngilizlerle uğraşması ve bunu bir onur meselesi haline getirerek, Galatasaray ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü gibi ulusal kimlik etrafında bir tavır ortaya koyması; kurulacak cumhuriyet için önemli bir tepkiyi örgütlenmeleriydiler.

116 yılık bir kulüpten bahsediyorum…

120 yıllık Beşiktaş Jimnastik Kulübü ve 118 yıllık Galatasaray Kulübü gibi…

Ve o takımların tarihlerinde ülke bağımsızlığı için ölenler de vardı. Çanakkale Savaşında Fenerbahçeli Arif (Emirzâde), Galatasaray'ın sembol futbolcusu Hasnun Galip ve Beşiktaş'ta ise kulübün kurucularından ve savaş sırasında asker olan Ahmet Fetgeri Bey savaşta öldüler.

Böyle bir mücadele tarihine sahip kulüplerin ülke içinde, halk adına ve halk yararına olabilecek tepkileri ortaya koymaları tarihsel sorumluluklarıdır. Ve yasal çerçevede bu haklarını kullanmalarını hiçbir güç engelleyemez.

Bunu engellemeye kalkanlar için en değerli öğreti her üç kulübünde müzelerini gezmeleridir. Çünkü, müze ziyaretinden sonra, gördükleri ve okudukları karşısında, eminim ki böyle bir düşünceye girmeye cesaret etmeyecekler.

Müzeler tarihin yaşandığı ve ders verildiği yerlerdir.

İspanya İç Savaşı Mart 1939'da faşist Franco’nun Hitler Almanya’sından ve Mussolini İtalya’sından aldığı yardımlar neticesinde yarım milyon ölü-yaralı, bir milyondan fazla sürgün ve sınırsız tahribata sebep olarak ülkeye hâkim olmasıyla sonuçlanır.

Katalan halkı çok ağır bedel ödemiştir.

17 Şubat 1974 tarihinde ise Barça ile Real Madrid adeta hesaplaşma maçına çıkacaklardır. O sıralarda Franco denen katil artık sona yaklaşılmakta ve kanlı tahtı sallanmaktadır.

Barcelona sahaya çıkar ve Cruyff önderliğinde maçı 5-0 kazanır. Maç sonu Franco’nun fenalaştığı, kriz geçirdiği söylenir! Yer yerinden oynar. Faşist Diktatör Franco 1 yıl sonra ölür.

Bu yüzden Barcelonalılara göre İspanya’da demokrasi, 1974 yılında Barcelona’nın Real Madrid’i Madrid’de 5-0 yenmesiyle başladı denir.

Şimdi o forma Barselona müzesinin en değerli köşesinde asılı durmaktadır.

‘Hayat fena halde futbola benzer’.