Sermaye sınıfı için ahlak ve kural kendi aralarındaki ilişkide olur. Tüketicilere ve emekçilere karşı ise “her yolu mübah” görürler. Birbirlerinin açığını kapatır, destek olurlar. Aynı sektördeki iki patrondan biri diğerinin işçisini greve gitsin diye kışkırtmaz. Aralarındaki bir “centilmenlik” (erkek erkeğe!) anlaşması olsun isterler. Anlaşmaya uymayanların da kulağını devletin çekmesini beklerler. Tekelleşme karşıtı gibi çok çeşitli yasal düzenlemeler emekçileri ya da tüketicileri korumayı amaçlamaz.
Göreve geldiğinden bu yana Ali Koç’un içine düştüğü trajedi, bu yüzden Türkiye’deki ekonomik politik dönüşümün de özünü ortaya çıkarıyor.

Fenerbahçe, her ne kadar “Fenerbahçe Cumhuriyeti” olarak anılsa da ilk kurulduğu yıllardan bu Cumhuriyet’ in de, halkın da, devletin de takımı olmuştur. Abdülhamit’ in baskılarına rağmen bir “halk takımı” olarak kurulmasıyla başlar, kulüp binasından Kurtuluş Savaşı’na silah ve mühimmat yollayarak tarafını seçer, Harrington Kupası’nı kazanarak işgalcileri yener, Lozan’a ve Cumhuriyete selam durur.

Fenerbahçe’nin tarihi, bir anlamda Türkiye’ de devlet ve halk ilişkisinin ve ekonomik politik dönüşümün de tarihidir. Kulüp başkanı aynı zamanda Başbakan olan belki de dünyadaki tek futbol kulübü olması 1980’li yıllara kadar ki Fenerbahçe’yi tanımlamaya yeter.

Seksenli yıllara kadar ki bu hal bize özgü değil. Real Madrid’ in Diktatör Franko’nun, Atletico Bilbao’nun Cumhuriyetçilerin ve Bask özgürlükçülerinin takımı olmaları, Barcelona’nın kendisini son yıllara kadar Katalonya’nın gayri resmi milli takımı olarak görmesi, siyaset ve futbol, devlet ve futbol kulübü ilişkisinin bilinen örnekleri.

Seksenlerle başlayan neoliberal dalga boyunca Fenerbahçe, devletin takımı olmaktan uzaklaşmaya başlamış ama devletle ilişkisi AKP iktidarının ilk dönemine kadar da sürmüştür. Bu yıllar boyunca yöneticileri devlet görevlilerinden devletle iş tutan müteahhitlere doğru evrilmiştir. Özellikle de silah sanayisinde olan müteahhitler. 2007 yılında Suriye ile ilişkileri geliştirmek adına AKP isteyince Halep’te Al İttihat’la maç yapmış, Beşar Esat’ı stadında ağırlayıp, adı yazılı Fenerbahçe formasını hediye etmiştir.

Devlet ister Fener yapar ilişkisi, belki de Fetullahçıların takıma el koymaya kalkmalarının da nedeni olabilir. Yoksa şike işlerinde Fenerbahçe’nin diğer takımlardan ne fazlası ne eksiği olduğunu herkes biliyordu.

İkibinler boyunca dünyada da futbol politik bir oyun olmaktan çıkıp, hızla endüstrileşmiş, yayın hakları, transfer borsası, bahisler ve ürün satışlarıyla devasa bir ekonomik sektöre dönüştü. Bu dönüşümün en güçlü sembolü Barcelona’nın UNICEF’e kendisi bağış yaparak formasına adını yazmaktan, formasına reklam almaya başlaması. Bu gün UEFA’nın finansal fair play uygulaması futbolun “meta” değerini koruyan bir ekonomik düzenleme değil mi?

Gelelim Ali Koç’un trajedisine. Göreve gelirken belki de kulüplerin, ekonomideki şirketlerin “ahlakına” dönüşmesine öncülük edebileceğini umuyordu. Futbol kulüplerinin sadece tüketicilere (seyircilere) ve emekçilere (oyuncular, teknik direktörler, malzemeciler vb) karşı ilkesiz, ama kendi aralarında eşit koşullarda rekabet edecekleri bir endüstriyel futbol kurumlaşması.

Trajedisi, Türkiye’nin en büyük, en tarihsel, en kapitalist holdingini kuran ve belki de ilk “yerli ve milli” burjuva ailesinden gelmiş olmasına karşın devletin AKP eliyle neye dönüştüğünün farkına varamamış olması galiba.

Haklı olarak giderek sinirlenip, kontrolünü kaybediyor ve arı kovanına çomak sokuyor. Devletten iş alan müteahhitlere Trabzonspor’un stadından zorla loca aldırılmasına, Türk Telekom stadını devletin yapıp, Galatasaray’a neredeyse hibe etmesine, Florya arazisine, vergi borcu silmelerine, kamu bankası kredilerindeki eşitsizliğe vs vs vs.

Ama diyor, böyle eşitsizlik olmaz ki! Arçelik’e vergi cezası verilirken Vestel’e vergi affı getirmek gibi bu diyor! Bunun adı yağmacı kapitalizm demesine az kaldı!

Bakarsınız futbolda milli burjuva demokratik devriminin de öncüsü olur.

Fenerbahçe yıkılmazsa Türkiye de yıkılmaz.