Feryat, Nilgün’ü gözyaşlarımdan bildi, tanıdı. Bir daha hiçbir zaman, o kadar müşfik davranmadı bana. Çocuklar doğurdu, sokaktan topladığım çocuklara annelik etti, eve, evdekilere mukayyet oldu, tasvip etmediği hiçbir şeyi yapamayacağımızı sürekli hissettirdi

Feryat Hanım, Nilgün Marmara’yı nasıl bilirdi?

Orhan Alkaya - Sanatçı

Nilgün ve Feryat tanışmış mıydı, hatırlamıyorum. Feryat, 1986 güzünde, Feneryolu’nu mekân tutmuş bir sokak sahafının “Abi, şuna yirmi gün baksan, annesi memeden ayırdı,” dediği, takribi yirmi günlük, kedi cinsinden bir bebekti –yirmi yıla yakın, hayatımızın ekseninde saygın bir yer tutu-.

O vakit ikimizin de uğrak yerlerinden olan Lale’nin (Müldür) 1. Levent’teki evinde mukim iki şahane kedi vardı ki, bunlardan Siyamî olanı, şaşırtıcı derecede sokulgandı. Nilgün’ün ayaklarının çocuk dağınıklığını ilk defa ve şaşırarak o evde fark etmiştim. Kafamı ne kadar zorlasam da, Nilgün’ün kedi ünsiyeti ile ilgili bir hatıraya ulaşamadı. Belki “Artık utanıyor kediler // bir çöplükten beslenmeye”*, bu kadar.

Nilgün ve Kağan’ın evleriyle aramızda sadece iki durak vardı ve Feryat’la tanışmış olmaları ihtimal dahilindedir. Yoksa da, benim açımdan fevkalade fena halde tanıştılar.

14 Ekim 1987 olmalı. Sabah saati olduğu kesin. Feneryolu’nda.

Bağdat Caddesi’nin ilk apartmanında –eskilerin Top Pop Diskoteği, sonrakilerin Feneryolu Sabit Pazarı olarak bildiği U formundaki binada- Feryat ve Nazlı’yla oturduğumuz sıra…

Sabahın bir körü, köşe bakkaldan sabah gazetelerimi alıp, adını hatırlamadığım, bankanın bitişiğindeki pastaneye oturmuş, çayımı çöreğimi söylemiş güne başlıyordum. Önce hızlı bakardım gazetelere, sonra cırtlar, sonra da okurdum.

Cumhuriyet’in ileri bir sayfasında minicik bir ilana indi gözlerim. Yatay dikdörtgen bir kutu.

Nilgün Önal.

Anladım ve öldüm.

Kesiği bir yerlerde duruyor. Anne adı, baba adı, Kağan adı. Öldü.

Nilgün öldü.

Kendimi nasıl yukarı, eve gönderebildim, pencere kenarındaki –Ali Günvar’la çöplük’ten toplayıp, Hamzagil kumaşlarıyla, Jose Marti KD kurucularından, Bilgi Üniversitesi Marangozluk hocası merhum kardeşim Kadir’e kaplattığım- minik koltuğa düşürdüm, vallahi başarıdır.

Sonrası malûm, hatıralar… Hatıralar…

Sene 1987 olduğuna göre, Nilgün’le ne kadar hatıram olabilirdi? Beş yıllık bir tanışıklık desek, her yaşın zamanı yaşayışı farklıdır, her insanın bambaşka. Kalamış, Hisar, Boğaziçi, Çiftehavuzlar, Hasanpaşa, Gümüşlük, Levent, Kuzguncuk… Her mekânın ürettiği zaman algısı da farklıdır. “Dilsizliğimi, uzam ve insanın eksikliğinin genliğinde öğrendim.”**

Gelelim bizim kutsal merhumelerimizden Feryat Hanım’ın Nilgün’ü nasıl bildiğine…

Gazeteler elimden sarkmış, sabah ışığıyla kamaşan bir camın dibindeki koltuktayım. Ağlama becerim erkeklik donanımıyla malûl.

Tanımakta zorlandığım bir adam boğularak ağlıyor. Sonra, yüzvermezlerden genç bir kız usulca, iki patisiyle adamın boynuna sarılıyor. Adam ağlıyor, genç kız patisinden maharetle çıkartabildiği tırnaklarını zarafetle gizleyerek, adamın gözyaşlarını yalıyor.

Genç kız belki ilk kez ölümü tanıyor ve şefkatle sarıp sarmalıyor.

Saatlerce sürüyor bu ölüm töreni. Adam durmaya çalıştıkça, genç kız, Ağla, diyor, Neyi kaybettiğini anla ve ağla.

Feryat, Nilgün’ü gözyaşlarımdan bildi, tanıdı. Bir daha hiçbir zaman, o kadar müşfik davranmadı bana. Çocuklar doğurdu, sokaktan topladığım çocuklara annelik etti, eve, evdekilere mukayyet oldu, tasvip etmediği hiçbir şeyi yapamayacağımızı sürekli hissettirdi… Bir de…

Yazarken kâğıdın en yakınına oturdu. Okurken dibime kadar yanaşıp, başını kitaplarıma uzattı.

Kimbilir, delice merak ettiğim ve Nilgün’ün şahane gülüşüyle, Göstermem, dediği defterlerinden birini mi görmek istedi; Okutmam, dediği şiirlerinden birine mi rastlamayı bekledi bizim Feryat Hanım?

E, Kaptan’dan mülhem “rü’ya bu ya”!

Bir gözyaşı bilgisi mi aktardım ona, farkına bile varmadan, bilmiyorum.

Seneler sonra sadece, Feryat’la vedalaşırken, “Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…”*** diyen bir bakışı vardı.

Feryat ve Nilgün.

İkisi de muhteşem yeşil gözlüydü.

*Durum, Nilgün Marmara
** Kırmızı Kahverengi Defter,
9 Ağustos 87, Nilgün Marmara
*** Kaçkın Cüceler, Nilgün Marmara