Altın Palmiye yarışı kızışmaya başladı.

Altın Palmiye yarışı kızışmaya başladı. Finli yönetmen Aki Kaurismäki, Terrence Malick’in yarattığı hayal kırıklığına panzehir gibi bir film ile yarışmada. Kaurismäki Cannes’ın ve ödüllerin yabancısı değil. 2002 yılında “Geçmişi Olmayan Adam” Büyük Ödül ve oyuncusu Kati Outinen En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almıştı. 2006’da ise vasatı geçemeyen “Alacakaranlıktaki Işıklar”ı sunmuştu. Filme ismini veren “Le Havre” Fransa’nın en büyük limanlarından biri. Şehir Manş denizine açıldığından, İngiltere’ye geçmek isteyen kaçak göçmenlerin en önemli geçiş noktalarından biri. Filmin konusu, 2009 yılında İstanbul Film Festivali’ni açan Philippe Lioret’nin “Welcome”uyla neredeyse örtüşüyor. Lioret büyük bir hassasiyetle kaçak göç konusundan bir dram çıkartırken, Kaurismäki nevi şahsına münhasır mizahıyla şeker gibi bir komedi çekmiş. Filmin başrollerini paylaşan iki Fransız komedyen André Wilms ve Jean-Pierre Darroussin, biri sokakta ayakkabı boyayarak evini geçindiren sevimli “rate”yi, diğeri de sevimsiz görünen ama altın kalpli polisi canlandırıyor. Filmin dili Fransızca olunca, aralarındaki zeki diyalogları izlemek enfes bir ziyafete dönüştü. Her ikisi de İngiltere’ye geçmeye uğraşan Afrikalı bir oğlan çocuğuna yardım eder ve bu “iyilik” başka mucizelere neden olur… Kaurismäki’nin ışık ve renk kullanımı bir sinema dersi niteliğinde. Bu niteliğiyle de her bir karesini eşsiz bir tabloya çeviriyor. Kaurismäki, sıra dışı da olsa, günümüz sinemasının en büyük ustalarından biri olduğunu kanıtlıyor. Ve ödül listemizde kesin yer almayı başarıyor.

80’LİK DELİKANLI CAVALİER
Resmi seçkideki dördüncü ve son Fransız yapıtı, 80’lik delikanlı Alain Cavalier’nin “Pater-Baba” filmi. Cavalier, gerçek hayatında da oğlu gibi sevdiği Fransızların en sevilen, aynı zamanda da neslinin en iyi oyuncularından Vincent Landon’la “başrolü” paylaşıyor. Film içinde film gibi çekilen “Pater” bize Louis Malle’in “Dinner with André”sini hatırlattı. Malle, New York’da bir lokantada yemek yiyen iki oyuncu arasındaki konuşmayı kaydederek filmini yapmıştı. Pater’deki sahneler ise çeşitli yemekler etrafında, büyük oranda doğaçlama yapan Cavalier ve Lindon’un gerçek yaşamlarındaki evlerinin mutfaklarında çekilmiş. Film içindeki filmin konusuna gelince, güncelliğine diyecek yok. Cavalier, Lindon’un yönettiği şirketi bırakıp ülkenin yönetimi için Başbakan olmasını teklif eden bir Devlet Başkanını oynuyor. Kendisinin bu görevde az zamanı kaldığından yeni Başbakan’ın çok önem verdiği bir yasayı geçirmesini istiyor: ülkede asgari ücret yasalarla belirlendiğine göre, bir “azami ücret” prensibi oluşturmak ve bunu bir yasayla yürürlüğe sokmak. Devletin halktan para çalmasına ve servetlerini Fransa dışına çıkartan zenginlere karşı da önlemler içeren yasa, bu kişilerden Légion d’Honneur gibi madalya ve taltiflerin geri alınmasını, devlet saraylarına girişlerinin yasaklanmasını ve ülkenin sosyal sigorta sisteminden yararlanma haklarının iptalini şart koşmayı öngörüyor. Devlet başkanına  “İnsanların arasındaki nefretin temel nedenlerinin başında büyük gelir farklılıkları yatıyorsa, bu yasa ile toplumun en büyük sorunlarından birini halletmiş olacağız” dedirten Cavalier, antikapitalist ve küreselleşme karşıtlığını da dile getirmeyi unutmuyor. Festivalin herhalde en düşük bütçeli filmi olan “Pater” ile Cavalier günümüz Fransa’sının yaralarını bir baba-oğul çekişmesine dönüştürerek,  şekerli limonata lezzetinde bir film sunuyor. Ve (bildiğimiz kadarıyla Cannes’da bir ilk olan) on dakika boyunca ayakta alkışlanıyordu…

“DUMONTSEVERLERE” MÜJDE!
Bruno Dumont, 1999 yılında “Cannes’ı karıştıran yönetmen” nitelenmişti. Yarışmadaki “L’humanité” (İnsanlık) filmi Büyük Ödülü, iki oyuncusu da En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu Ödüllerini toplamıştı. Ve sinema dünyası ikiye ayrılmıştı: Dumontseverler ve Dumont Karşıtları. Yıllar geçtikçe yalın olduğu kadar sert dilinden ödün vermese de, sinemasını geliştiren Dumont 2006’da “Flandres” ile yine Büyük Ödülü alarak ustalığa adım atmakta olduğunu kanıtlamıştı. Bu yıl Belli Bir Bakış’a seçilen “Hors Satan”ın (Şeytan Dışında) neden resmi yarışmada olduğunu anlayamadık. Zira “Dumontsever” olarak bizce yönetmen en başarılı filmlerinden birine imza atmış. Hors Satan küçük bir köyde yaşayan bir genç kız ile doğayla iç içe yaşayan “mucize yaratabilen” bir serseri seyyahın hikayesi. Genç kızı ona kötülük eden herkesten “kurtararak” ve köyde doktorların çare bulamadığı kişileri “iyileştirerek” günlük rızkını çıkartan serseri, kıza doğanın gücünü öğretmektedir. Asgari diyalogla iki oyuncuyu ustaca yöneten Dumont, (çok) büyük plan ile (çok) geniş plan arasında gidip gelerek bir putperest senfoni çıkartmış ortaya. Umarız “Hors Satan”ı Türk Dumontseverler yakında görebilirler…

KARAMEL’Cİ LABAKİ YARIŞMADA
Lübnanlı Nadine Labaki’nin “Karamel”i dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de geniş izleyici kitlelerine hitap eden bir filmdi. Labaki Belli Bir Bakış’a seçilen “Ee, şimdi nereye?”de, bu kez ülkesini on yıllarca kana boyayan Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki iç savaşı konu ediyor, ama kadın gözüyle. Film, ücra bir köydeki kadınların, kocalarının, ağabeylerinin, babalarının bir kez daha kapışıp birbirini öldürmesini önlemek için çevirdikleri esprili (ve daha az esprili) dolapları anlatıyor. Karamel’in içtenliği ve doğallığı olmasa da, “Ee şimdi nereye?” akıllı sonu için izlemeye değer hoş bir film.