Eskiden ekim ayıyla birlikte başlayan yeni sezon etkinlikleri bu yıl daha eylül ayında ortaya döküldü. Değil gitmeye, yazmaya yetişemiyoruz. Biri bitmeden diğeri başlıyor. Örneğin İKSV’nin 4. İstanbul Tasarım Bienali geçen cumartesi başladı, 4 Ekim’de de sona erecek. Başlığı, Okullar Okulu ve altı ayrı temayı inceliyor.

17 Kasım-4 Aralık’taki 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nin programı açıklandı. Ama asıl gündemde olan İKSV etkinliği, İstanbul’da 5-14 Ekim arasında izlenecek 17. Filmekimi. Ankaralılar 12-16 Ekim, İzmirliler 19-23 Ekim’de bu şenlikle buluşacak.

Bu tür şenlikler için tanıtım yazmak zor. Bir noktada kaçınılmaz şekilde telefon rehberi yazıyormuş duygusuna kapılıyorsun. On film, on beş film seçerken haliyle seyircilerin sempati duyacağı filmleri de hesaba katıyorsun. Bundan birkaç yıl önce ‘Lake Tahoe’yu beğendiğimi yazmak gafletinde bulunmuştum. Resmen yolda önümü kesip o filmin nesini beğendiğimi sordular. Senin sevdiğin filmden belli ki nefret eden birine bu durumda ancak, “Bilmem valla, beğendim işte” diyebiliyorsun. Tahoe olayından sonra seveceğimi tahmin ettiğim filmleri ihtiyat kaydıyla sunduğum ayrı bir bölüm ekledim: Yılların tecrübesiyle, iyi olduğu sonucuna vardığım ama mesele çıkarabilecek filmler. “Ben şahsen bunlardan umutluyum” bölümü… Hayatta ‘festivalci sezgisi’ diye de bir şey var.

17. Film Ekimi bu yıl aktör Bradley Cooper’ın yönettiği, Lady Gaga’nın yıldızı olduğu “A Star Is Born” ile başlıyor. Tek gösterim, neyse ki Filmekimi’nden hemen sonra gösterime girecek.

Malum Favoriler diye bir bölüm olabilir. Buraya hemen Ashgar Farhadi ile Yorgos Lanthimos’un ‘Everybody Knows/Herkes Biliyor’ u ile ‘The Favourite/Sarayın Gözdesi’ni koyabiliriz. Bradley Cooper filmi de burada elbette. Ödüle doymuş Pawel Pawlikowski’nin ‘Cold War/Soğuk Savaş’ı, annesiyle babasının bahtsız aşk hikâyesini anıyor. Chan dong Lee’nin Murakami uyarlaması ‘Burning/Şüphe’ de çok beğeniliyor. Belki sevgili Hirokazu Kore eda’m da Altın Palmiye aldığı için ‘Shoplifters/Arakçılar’ile artık bu gruba dahil olmuştur.

Ethan Hawke’un, Teksas Kanunsuz Müzik hareketinin perde arkası kahramanlarından birini anlattığı ‘Blaze’, onun yönetmen olarak yaptığı dört filmin en iyisi. “Winter’s Bone”de bizi Jennifer Lawrence ile tanıştıran Debra Granik ise, ‘İz Bırakma / Leave No Trace’te karşımıza Thomasin McKenzie ile çıkıyor. Yıldızı parlayan İtalyan yönetmen filmini başlıktaki Lazzaro üzerine kurmuş. Bu karakterde yeni oyuncu Adriano Tardiolo, dikkat çekiyor.

Gus Van Sant’ın, arkadaşı karikatürist John Callahan’dan esinlendiği film ise, bence Filmekimi’ndeki en çekici isme sahip: ‘Don’t Worry, He Won’t Get Far On Foot/ Merak Etme, Fazla Uzaklaşamaz.’ Ama Van Sant, “Malum Favori grubuna girmez. ‘Good Will Hunting’ mi yapacak, ‘Gerry’ mi, bilemezsiniz.

Bütün bunların dışında, bana çok cazip gelen ama görmediğim bir film var. Eugene O’Neill’in oyunuyla aynı adı taşıyan “Long Day’s Journey into Night/Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk”un anlaşıldığı kadarıyla onunla ilgisi yok. Yönetmen Bi Gan’ın filminin olağanüstü görselleri varmış ama olay örgüsü beklemeyin diyordu benim okuduğum eleştirmen. Olsun varsın! Açıkçası, inanmıyorum. Ama izleyip de “Ne buldun?” demeyin. Tek beklentim, farklı bir dünya.

Başından beri yolunu gözlediğim film ise, Terry Gilliam’ın yıllarını yiyen, sabrını sınayan “The Man Who Killed Don Quixote/Don Kişot’u Öldüren Adam” Yönetmen, otuz yıldan sonra, ekonomik ve hukuki sorunların, tabii âfetlerin, iki başrol oyuncusunun (John Hurt, Jean Rochefort) ömürlerinin yetmeyişinin ardından nihayet Cervantes uyarlamasını çekti. Saygıyla ve Don Kişot ile Sancho Panza’ya (Jonathan Pryce) kavuşmanın sevinciyle selamlıyoruz.