İstanbul Film Festivali’nde Gömülü Hazineler adlı yeni bölümde sinema tarihinin az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış filmleri izleyici ile buluşacak

62 ülkeden 221 filmin gösterileceği 35. İstanbul Film Festivali'nin programı bu hafta açıklandı. Festivalin bu seneki pek çok yeniliğinin arasında Gömülü Hazineler de var. İsmini, fikrini ve konseptini Sinema dergisinde yıllar boyu sürdürdüğüm köşeden alan bu bölümün küratörlüğünü üstlenme şansına erişmek benim için büyük bir heyecan. Ama bundan daha önemlisi, sinemaseverleri heyecanlandıracak, her biri birbirinden özel 4 filmin gösterilecek olması. Film festivallerinin her geçen gün daha da "gala gösterimi" sevdalısı olduğu bir dönemde, uzun süredir kayıp olan bazı "eski" filmlerin restore edilen kopyalarının peşine düşen festivale tüm sinemaseverler gibi ben de bir teşekkür borçluyum.

Sinema tarihi, kopyaları kayıplara karışan, yasaklanan, geç keşfedilen ve hakkı da geç teslim edilmiş filmlerle dolu. Bu gizli cevherlerden bazıları literatürün de tozlu yaprakları arasında kayboluyor ve adlarından hiç bahsedilmiyor. Bazılarıysa ismine bir yerlerde hep rastladığımız ama bir türlü karşımıza çıkmayan filmler oluyor. Ve bu filmlerin arasında, sınırların ve zamanının çok ötesinde olan yenilikçi çalışmalar, sinemaseverleri şaşkına çevirecek başyapıtlar var. Gömülü Hazineler bölümü de festival izleyicisini bunlar arasında bir hazine arayışına ve belki de daha önce adı pek duyulmamış usta bir yönetmeni keşfetmeye davet ediyor.

Tüm bunlar bir yana, bu bölümü en özel kılan şeyse bu filmlerin kolay kolay bir daha karşınıza çıkmayacak olması. Bu sene programda yer alan 4 film de Türkiye'de ilk kez gösterilecekler. İleride de televizyonda, DVD reyonlarında karşınıza çıkmayacaklarına dair bahse girebilirsiniz. Dolayısıyla festivalde izlemek belki de bir sinemasever için ilk ve son fırsat olabilir.

***

Birbirinden değerli 4 hazine

festivalde-yeni-bolum-121667-1.

* Bu bölümde gösterilecek 4 film arasından ‘Out 1: Spectre’ye bazı sinemaseverler gibi rahatlıkla “sinema tarihinin beyaz balinası” diyebiliriz. Yeni Dalga’nın kurucularından, bu sene kaybettiğimiz usta yönetmen Jacques Rivette’nin en önemli filmi bugüne kadar adeta ulaşılamayan bir filmdi. Rivette’nin 1971’de TV için çektiği ancak Fransız televizyonunun yayınlamayı reddettiği 750 dakikalık ‘Out 1’e bir yıl sonra yaptığı ve bu sefer ‘Out 1: Spectre’ ismini verdiği 250 dakikalık yeni kurgu, tıpkı bir önceki versiyon gibi birkaç gösterimin ardından kayıplara karıştı. Zaman içerisinde sinefillerin ulaşamadığı en büyük arzu nesnelerinden birisine dönüştü ancak yıllar boyu altyazısız, adeta izlenemez bir kaliteye sahip bir VHS kopyası dışında bulunamıyordu. Ta ki geçen yıl filmin görüntü yönetmeni Pierre-William Glenn’in süpervizörlüğünde Carlotta Films ve Technicolor tarafından restore edilene kadar.

festivalde-yeni-bolum-121668-1.

* Tıpkı bu film gibi 2015’te restore edilen ‘Hüzünlü Belladonna’ (Kanashimi no Beradonna) da dünyanın pek çok yerinde ilk kez seyirci ile buluşuyor. Tabuları altüst eden içeriği ve ticari açıdan kendi ülkesinde büyük bir başarısızlık olması nedeniyle ortalıklardan kaybolan film, birkaç gösterim dışında 40 sene boyunca izleyici karşısına çıkmadı. Kalıplara sığmayan, kategorize etmesi güç olan bu animasyon başyapıtı sinema tarihinin en kafası dumanlı, en psikedelik ve en cüretkar filmlerinden biri. Görsel dünyasının özgünlüğü ile dikkat çeken yapım, 14. yüzyılda geçen hikâyesini, cinsellik üzerine adeta bir metafor bombardımanı olarak kullanıyor.

festivalde-yeni-bolum-121669-1.

* Bu film gibi 1973’te çekilen ‘Kum Saati Sanatoryumu’nun (Sanatorium pod klepsydra) yönetmeni Wojciech Has ise hâlâ şiddetle keşfedilmeyi bekleyen usta bir yönetmen. David Lynch’in sıkı bir hayranı olduğu Polonyalı yönetmenin 1965 tarihli kült klasiği ‘Zaragoza’da Bulunmuş Elyazması’ (Rękopis znaleziony w Saragossie) dışındaki filmleri ne yazık ki pek tanınmıyor. Festival izleyicilerini çok değişik bir görsel dünyayla ve benzersiz bir gerçeküstü anlatım biçimiyle tanıştıracak olan Has’ın en özgün filmlerinden birisi ‘Kum Saati Sanatoryumu’. Zamanında Polonya tarafından yurtdışına çıkarılması yasaklanan film, gizlice gönderilen kopyasıyla Cannes’da gösterilmiş ve Jüri Özel Ödülü kazanmıştı. 2000’lerde ise kopyası Martin Scorsese sayesinde nihayet restore edildi.

festivalde-yeni-bolum-121670-1.

* Bölümün belki de en ağır topu ise Amerika’dan. 1978 tarihli ‘Koyun Katili’ (Killer of Sheep) bağımsız sinemanın kilometre taşlarından biri. 1981’de Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI ödülü kazanan film, müzik parçalarının telif sorunu nedeniyle hiç gösterime giremedi. Filmi izleme şansına erişenlerin sayısı az da olsa, bu düşük bütçeli filmin ünü kulaktan kulağa yayıldı. 2007’de Steven Soderbergh’in filmin müziklerinin telif hakkını satın alması sonrası, çekiminin 30 yıl ardından nihayet ilk kez gösterime girebildi. Amerikan Ulusal Eleştirmenler Birliği’nin “100 Temel Film” arasına seçtiği, BBC’nin 2015 yılında yayınladığı “En İyi 100 Amerikan Filmi” listesinde 26. Sıraya yerleştirdiği ‘Koyun Katili’, sıkı festival takipçilerinin kaçırmaması gereken kayıp bir klasik.