Pazar gecesi aniden çıkan fırtınanın ardından aralıksız yağan dolu, hız kesmeseydi gece boyu oturduğumuz restoranda mahsur kalabilirdik. Gündem yargı, yargı ve yine yargıydı!

İfade özgürlüğünün had safhada ihlal edildiği bir ülkede çıkışın yüzleşmeden geçtiğini tekrar edip duruyorduk birbirimize. Keskin mevsim değişimlerinin Türkiye’nin siyasi iklimine fazlasıyla benzediği, zihinlerimizin büyük bir hızda yandığını falan tespit ediyorduk.  

Boyutlarını asla anlayamayacağımız iddia edilen (vesayetin şiddetini onama söylemidir) tarifi güç hassas dengeler üzerine kurulu bir korku imparatorluğundaydık. İfade özgürlüğünün çiğnenmesi ya da hak ihlali, biteviye şiddet gündelik hayatın bir parçasıydı. Darmadağınık entelektüel dünyamızın üzerine kurulan cümleler neredeyse damlaların hızıyla yarışıyordu.  

Yağmur şiddetini arttırdıkça adalar gözden kayboldu, boğazın üzeri tül bir perdeyle kaplandı. Yaratıcı alanın farklı disiplinlerinde üretilen ‘sözün’ ortaklığı ya da ayrılığı. Bir arada durmanın, dayanışmanın önemi ve gerekliliği. Çetrefil başlıklardı. Biteviye metot arayışlarımız…

Zaman yırtılmıştı. Konuşuyorduk ortak akla yaklaşma çabasıyla. Çakan şimşek, gökyüzünde beliren kısacık bir parıldama, masaya çöken sessizlik. Cam fanustan izlediğimiz kent. Sessizlik sürdü, bulutlar yer değiştirirken çıktık. İtiraf edemediğimiz, tül perdenin gözlerimize çekilme ihtimali, körleşme süreciydi sanırım.

Şafağa doğru sağanak başladı. Sebebini anlayamadığım bir sancıya kulak asmadan, konuşmalarımızı not alıyordum. Sıcak kahve, sigara derken çalan telefon gün ışığını fark ettirdi ve hemen o an da oracıkta söndürdü. Kıymetli bir yürek Meral(ablamız)Okay… Yağmur olup yağmıştı, Boğaziçi'ne. Dostlarında sevdiklerinde bir parçasını bırakarak, kentten usulca ayrılmıştı.

Birkaç yıl önce film festivalinde, üstelik jüri üyeliği sorumluluğundayken film aralarında kısa-kaçamak konuşmalarda daha da iyi kavramıştım mesleki derinliğini, ruhunun yüceliğini…
 
Belirtmek istediğim Meral Abla’nın yukarıda bahsi geçen metot arayışında bir moment(uğrak) oluşturuşu. Apaçık ortada senaryoları. Tam da toplum olarak kaçtığımız “yüzleşmenin” kapılarını aşındırışı. Feodal yapıyı, tüm açmazlığıyla gözler önüne sererken cesur ve çarpıcı kurguları. Sınır bölgede yaşanan mayın dehşetini aylarca işlemişti…

Çıkışa, çözüme, huzura dair yolun “sevgi”den geçtiğini, bıkmadan yineledi. Kanımca bize kalan çok kıymetli mesleki bir bakış bu “sevgi” olanaklığının araştırılması işi.

Kentte yine festival. Filme girip girme konusunda tereddüt içindeyim. Cenaze sırasında da gördüğüm tanıdık bir yüz ‘hadi, çabuk ol’ diyor kolumdan çekiştirerek.