Her sene Altın Portakal’da kürt filmleri ile ilgili tartışmalar yaşanıyor. Festival alanı bazen tribünlere benzer görüntülere sahne oluyor. Peki bu işe taraflar ne diyor?..

Her sene Altın Portakal’da kürt filmleri ile ilgili tartışmalar yaşanıyor. Festival alanı bazen tribünlere benzer görüntülere sahne oluyor. Peki bu işe taraflar ne diyor?

Antalya’nın Kürt Sorunuyla İmtihanı mı demeli nedir, son dört yıldır Kürt Sorunu nedeniyle hararetli tartışmalar yaşanıyor, mesele gelip aynı noktaya dayanıyor. İlk önce 2008 yılında Bahoz/Fırtına filmi festivale kabul edilmedi, Kazım Öz’ün yönettiği film için diyorum, Türkiye’de son 15 yılda uluslararası ödül almış tek bir yönetmen yoktur ki bu filmin sinematografik değerine itiraz etsin, ben kefilim, görülmeyecek gibi değildi. Benim şahitlerim Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz…
Ama film festivale kabul edilmedi. Ardından Wroclaw’da düzenlenen festivaldeki Türkiye Sineması’ndan yapılan seçkiden fotoğraf filmi sponsor olan Kültür Bakanlığımız tarafından çıkarıldı. Sonra Almanya’da yaşayan Miraz Bezar’ın Diyarbakır’da çektiği Min Dit (Ben Gördüm) filmi önce Avrupa’daki festivallerde gösterildi, ödül de aldı, Antalya’ya kabul edildiğinde ilk kez Kürtçe yarışan bir film olarak tartışması oldu. Öyle ki festivalde filmin gösteriminin ardından Portakal Kafe’deki tartışmaya TGRT canlı yayınla katıldı, bağırış çağırış derken, yanımdaki bir bayan sinema yazarı arkadaşımızı tartışmanın en heyecanlı yerinde annesi telefonla aradı, kızım orada olaylar oluyormuş, sen neredesin, can güvenliğin var mı? Geçen yıl Press filminin başrol oyuncusu Aram aynı kafedeki konuşmasına Kürtçe başladı, bağırış çağırış, anlamıyoruz! Beklerseniz Türkçesini de söyleyeceğim, yok olmaz!
Bu yıl tartışmalarda doruk noktası Meş (Yürüyüş) ile oldu, salonda heyecan o kadar arttı ki filmin çocuk oyuncuları korktular, kavga çıkacak diye, ancak mikrofonlardan sakinleştirici ve yalnızca filmle ilgili sorular sorulsun, yorum istemiyoruz diye denildiğinde geçici bir sulh yaşandı.

PEKİ, NEDİR BU TARTIŞMALARIN SEYRİ?
1.    Press’in oyuncusu Kürtçe konuştuğunda anlamıyoruz diye sözü kesildi. Meş’in oyuncusu ve yapımcısı Türkçe konuşunca, filminizi Kürtçe çekmişsiniz, niye Türkçe konuşuyorsunuz diye sözü kesildi. Ne yapılsa çözüm olmuyor? Kısaca, gözünün üstünde kaşın var misali bir dar polemik.
2.    Seyircilerde aşırı derecede heyecan var, nutuklarında ara sıra heyecandan sesleri boğulacak ve anlaşılmayacak kadar nefes alış verişleri duyuluyor. Gerçekten de ilk önce bir barış nutku atılıyor, Kürtlerin insan hakları diyemezsiniz diyorlar, İnsan Hakları vardır, ama Kürtlerin insan hakları yoktur (bu aynen söylendi).
3.    Türkiye’de aydınlar öldürülüyor, yargılanıyor, siz gidip öldürülen bir delinin filmini yapıyorsunuz, “aydınların ki can da delilerin ki patlıcan mı”?
4.    Yemin ederim ki Kürtlerle konuşacağım, onların arasına katılacağım, ama elbette seçerek, bundan sonrası daha tuhaf, elbette Kürtler kendi kimliklerini örtbas ederse gül gibi geçinip gideriz diye koşullar sıralama.
5.    Öldürülen Kürt çocukları, arkadaşlar Filistin’de çocuk öldürülüyor, Türkiye’de infial yaratılıyor, çocuk tedavi edilmek üzere büyük bir seferberlik yapılıyor, peki, öldürülen Kürt çocuklarına ne diyorsunuz, biraz empati yapsanıza (Evrim Alataş söylemiştir bunları), bize taş atan, her boşlukta dağa çıkmayı düşünen insanlarla nasıl empati yapalım (bu da yanıtı)?
6.    Bir Türk paşasına deli bir Kürt nasıl tokat atar? (Bütün yarışma filmleri içinde ilk önce Öngörüye Ağıt, daha sonra Meş gösterimin ortasında alkışlandı). “Deli öldürülesiye dövüldü, zaten öldürüldü sonunda, isterseniz tanıklarını göstereyim bunlar doğrudur, gerçek olaylar bunlar.”
7.    Çocuğu niye dağa çıkartıyorsunuz? “Hikâyeye bakalım, tekrar söyleyelim doğrudur bunlar, çocuğun 1 yaşındayken annesi ölmüş, ablasını annesi zannediyor. Babasını gözlerinin önünde beyni dağılacak şekilde evlerinde öldürüyorlar. Çocuğun abisi dağa çıkıyor, çatışmada ölüyor. Bir kız seviyor, sevdiği kızın ailesi zorunlu göçe maruz kalıyor. Deli Halil’i çok seviyor, o da öldürülüyor. Bu çocuk neye tutunacak ki dağa çıkmayacak.”
8.    Şiddet, işkence, aşırı yoksulluk, canından bezme, aşağılanma dağa gidişleri artırıyor, “adam olan adam öldürmez.” Şiddet şiddeti besliyor, “biz kimseye şiddet uygulamıyoruz, Deli Halil bir şey yapmış ki onu öldürmüşler”.

SONUÇ
Antalya’da her gösterilen Kürtçe film hakkında ilk önce heyecanlı bir nutuk, ardından verilen yanıta anında kestirme bir yanıt, meydan okuma, vatan bölünmez, adam olursanız size kimse bir şey yapmaz. AKP’nin Kürt Sorunu'na ilişkin politikaları, 12 Eylül bizi de öldürdü, Kürtlüğünüzden vazgeçin kardeş gibi yaşayalım: ilk önce meydan geriliyor, tartışma nizamı kayboluyor, ardından bu tür filmleri yaparak halkı kin ve nefrete sevk ediyorsunuz nasihati. Yeter artık yalnızca filmle ilişkili soru soralım, yorum yapmayalım diye mikrofondan bağırma, sonra ortalık sakinleşir gibi oluyor, ardından tartışma bölümü bitiyor. Bir taraf ret ve inkâr politikaları diyor, öteki taraf kardeşimiz olmak nelerine yetmiyor, bunlar ancak bundan anlar, başka çaresi yok yorumları. Ne diyelim muhteşem tartışma kültürümüz. Ama gerçek şu ki insanları sağlığa, kardeşliğe, sevgiye çağıran spor müsabakalarına hezeyanik küfürler ve döner bıçaklarıyla gidenler olduğu gibi, insanlığın ortak kültürünü temsil eden filmlere ise nutuk meydanındaymış gibi yanıt verme, nasihat ve tehdit etme birlikte yer alıyor, en azından şimdilik sanat spordan daha medeni durumda.