Hem Beşiktaş’ın hem de Galatasaray’ın İngiliz takımlarıyla eşleşmesi bayram öncesi Londra’yı Türk mahallesine çevirdi

Hem Beşiktaş’ın hem de Galatasaray’ın İngiliz takımlarıyla eşleşmesi bayram öncesi Londra’yı Türk mahallesine çevirdi.

Arsenal maçındaki Galatasaray  için maalesef denecek pek bir şey yok. Neresinden tutsak elimizde kalır. İlk on bir seçiminden takımın yerleşimine kadar taraftara saç baş yoldurtan bir hoca izledik. Seçim arifesindeki Galatasaray’da Prandelli’nin çok da uzun ömürlü olmayacağının sinyallerini aldik belki de. Hem ligde hem de Avrupa’daki kötü oyun düşünülürse sanırım İtalyan hocayı altıncı haftada alacağı Fenerbahçe galibiyeti bile kurtaramayabilir.

Galatasaray’ın hemen ertesi günü Totthenam karşısına çıkan Beşiktaş ise gayet derli toplu bir oyun sergiledi. Hem tribünler için keyifli ve heyecanlı hem de yoluna devam etmek için avantajlı bir oyun sergiledi. Öyle ki ligde bu futbolu oynamadığı için şükrettik. Futbolda geri dönüş yok ama böyle maçlarda tüm tribün ve taraftarlar puan hesabı yapıyor.

Türk olmanın en dertli yanı da belki bu. Ömrümüz puan hesabı, kulağımız hep başka maçtan gelecek gol sesinde. Diyeceğim o ki ne kadar keyifli futbol olsa da bize rahat maç izlemek haram.

***

ŞEF
Bu tarz yurtdışı deplasmanlarında seyirci üçe ayrılır: İstanbul’dan gelen hali vakti yerinde “numaralı” taraftarı, maçın yapıldığı ülke ve civar ülkelerden gelen “gurbetçiler” ve öyle ya da böyle tüm şartları zorlayarak gelen “sadık taraftar.” Bu da seyircilerin karışmasına ve takımın yenmesinden başka ortak bir dil yaratamamalarına yol açıyor. Tabii ki aynı takımı tutmak ve takımınızın  yenmesini istemek yeterli fakat iyi futbolun en büyük destekçilerinden biri tezahürat. 

Çocukluğumun en büyük kabuslarındandı Pazar Konseri. Sonradan adının Hikmet Şimşek olduğunu öğrendiğimiz orkestra şefi elindeki çubuğu ve kafasını sallaya sallaya kendinden geçiyor; enstrüman çalan herkes de gözünü ayırmadan ona bakıyordu. Benim aklımca zaten bu müzik aletlerini çalmasını bilen bu kişiler kendi kendilerine de çalabilirlerdi. Dolayısıyla “çubuklu amca” pek de gerekli değildi.

 



İşte ne zaman aslında aynı amaç için toplanmış ama birlikte tezahürat edemeyen insanları gördüm o zaman orkestra şefinin değerini anladım. Her iki maçta da seyirci döküldü. Beşiktaş tabii ki çok daha iyiydi ama normalle karşılaştırdığımızda “kapalı da uyudu.” Sakince ve Morinho “coolluğunda” maç izlemeye itirazım yok ama elli binlik statta sesimizi duyurabilecek “bir avuç” taraftarız. “Ay ne güzel bayrama denk geldi Londra’da maç izleriz” demek yerine biraz daha destekçi olmak lazım.

***

BAZI ŞEYLER DEĞİŞMEZ
Ülkemizin ve futbolumuzun bir sürü eksiği vardır, doğru. Ama artık yerden yere vurmayı gerektirecek dağlar kadar farklar da yok. Stadların yenilenmesi ile biz de rahat girip çıkıyoruz. Burada da tribünde telefonlar çekmiyor, burada da maç sonrası metroya binmek çile. Kuyruklar daha medeni, insanlar daha kuralcı olabilir ama işin özü pek değişmiyor. Dolayısıyla “vay be” dedirtecek bir durum yok. Kaldı ki hem Arsenal’de hem de Totthenanm’da stad çevresindeki tüm esnaf ve hatırı sayılır derecede polis Türk olunca kendi stadımıza gidiyor gibi hissettik. Galatasaray maçında çıkan meşalelerden sonra Beşiktaş maçının güvenliği artırılmış. Bir Türk polis İngiliz arkadaşlarının “O kadar aradık nerede, nasıl girdi bu meşaleler” dediğini ama kendisinin bildiğini söyledi. En büyük fark da stad çıkışındaki atlı polisler. Attan ziyade mitolojik bir canlı gibi görünen bu yaratıklar olaylara nasıl müdahele ediyor bilmem ama Türk taraftarının onu da alt etmek için çareler bulacağına eminim.