İki seçkin örnek Türkiye’de gazeteciliğin geldiği yeri anlatmaya yetti. Medya, 'Pelikan' tuhaflığı ile 'Kalın' bir çizgi üzerinde seyrediyor. 'Gazeteci'; iktidar bültenini hazırlayan Hilal Kaplan, sözcü o bültene alışık olan İbrahim Kalın! Örnekler, Türkiye’nin halini dış dünyaya da gösteriyor.

14 Kasım’da, ABD’deki Beyaz Saray görüşmeleri sonrasındaki basın toplantısı bitiminde gazetecilere söz hakkı verildi. Daha doğrusu söz hakkı verilecek gazeteciler belliydi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geldikleri gibi aynı uçakla Türkiye’ye geri dönecekleri Sabah yazarını göstererek “Buyurun Hilal Hanım” dedi. Hilal Kaplan, 'İngilizcesini konuşturdu'sanki sorusuna son ayar uçakta verilmemiş gibi özetle sordu:

“Obama’nın kusurlu dış politikalarını devraldınız. YPG’nin sözde liderini Beyaz Saray’a davet ettiniz. Bugünkü toplantıdan sonra hala onu çağırmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir şey Türkiye toplumu için son derece gücendirici ve kırıcı olur.”

Soru; “Türkiye’den dostane bir insan lütfen, yalnızca arkadaş canlısı gazetecileri görmek isteriz” diyen Trump’ı bile şaşırttı. Kendisine boksör montajı yapıp paylaşan, ABD ilişkilerini twitter üzerinden düzenleyen bir meczubun sözleri aynı zamanda Türkiye adına utanç vericiydi. Trump soruyu sarkastik, antipatik Amerikan üslubuyla geçiştirip, “Gazeteci olduğuna emin misin? Türkiye hükümeti için çalışıyor olmayasın?” ifadelerini kullandı. Kaplan, utanmak yerine güldü.

Aynı utanç, önceki gün tekrarlandı. Utancı kapatma peşine düşen de havuz medyası temsilcileri oldu. Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın 'alışık olmadığı tarazdaki sorulara' gösterdiği tepki ve şaşkınlık hali, kusursuz 'İngilizce vurgusu' ile örtülmek istendi. Berlin Dış Politika Forumu’na katılan Kalın, DW moderatörü Tim Sebastian’ın sorularını yanıtladı. Mülakatta Türkiye’de sorulması yasak olan surulara yer vererek Kalın’ı terleten Sebastian, sonrasında 'FETÖ' sözcüsü olmak ve 'darbecilerin avukatlığına soyunmakla' suçandı.

Röportajda 'kusursuz İngilizce’den' fazlasına tanık olduk. Gazeteci fişleyen, cihadiste yol aça, Siyasi, Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Vakfı’nın SETA 'kurucu başkanı' olan Kalın, bir siyasal İslamcı’nın düşünce biçimi ile çaresizlik anında izleyeceği yöntemi gösterdi. Soruya soruyla yanıt, suçlamaları karşıya yansıtmak, gerçeği çarpıtmak ve realiteyi bağlamından koparmak konularında adeta ders verdi. Ama en sıkıştığı sırada, üzerine bir çocuk edası da çöktü: “Bana ne, bana ne yargılıyacağız işte…”

Dahası, bir İhvancı’nın gerçek olmayanı kafasında çarpıp, çıkarıp, toplayıp, bölerek nasıl tuhaf bir şekide yeniden formüle edebileceğini ortaya koydu. Sebastian, önemli bir soruya Ortadoğu ve Türkiye gerçeğini de sıkıştırdı. Siyasetin 24 saat içinde değişebileceğine, yargılayan ve yargılanın yer değiştirebileceğine dikkat çekti: “Günün birinde yargılanabilirsiniz. Gülen’in gazetesinde çalıştınız.”

Söz konusu yayın Today’s Zaman’dı. Kalın’ın yapmak istediği manevra zeminini daha da kayganlaştırdı: “Çalışmadım yazdım, farklı şeylerdir.” Kendisine tam burada sorulacak bir soru daha vardı: “Türkiye’de binlerce kişi sadece, Diyanet’in bile hesap açtırdığı Bank Asya’ya para yatırmak gerekçesi ile hapis yatıp, en iyi ihtimalle bir gecede işinden olmadı mı?”

Türkiye’nin bildiğini dünya görüyor! Seçilmişlere darbeyi de, Türkiye’de demokrasi kırıntısı kalmadığını da, parti ve zümre bekasını korumak için her kesimden yurttaşa yapılan zulmü de, kriminalize edilen halkı da.

Tim Sebastian, sadece 'FETÖ' sözcüsü değil, aynı zamanda PKK’li bir DHKP-C militanıdır! Çünkü Kalın’ın arkasına Türk bayrağı koyup, sorulması gereken o gerçek soruyu sormamıştır: “Demokrasiniz ileri seviyede. Ekonominiz büyüyor. Durmadan yol, köprü, havalimanı yapıyorsunuz. Açıkçası sizi kıskanıyoruz. Kişisel olarak da çok yeteneklisiniz. Yoğun temponuza rağmen saz çalıp türkü söylüyorsunuz. Bunları başarabilmek, yorucu olmuyor mu?”