Fidel?

Fidel öldü, çocukluğumuzun ender halk kahramanlarından birisiydi. Halkına bağlı, halkının kaderine derinden etki etmiş, bütün dünyada sembol olmuş bir isim. Bütün hayatı boyunca onurlu bir insan olarak yaşadı. Ve benim Türkiye’nin Ruhu, Direnmenin Trajedisi romanımda Yılmaz Güney’in hayatını incelerken keşfettiğim gibi, insanlık tarihinde son derece sınırlı sayıda insan bütün bir hayatını “ŞAN OLSUN!” diyerek yaşar. Bunun için tam bir adanma ve hayatının belirli dönemlerinde bütün yaşadıklarını gözden geçirip kendine bir yön çizecek iradeyi gösterme ve sonrasında da bu yöne yaşamı boyunca bağlı kalmak gerekir.
Türkiye ve Fidel konusunda belirli soyutlamaların yapılması gerekir:

1. Belirli zibidi sürüsü Fidel’e diktatör diyor. Bunların soyu sopu, fikir babaları belli değildir. İçlerinde elalemin rezil söylemine tav olanlar var. İçlerinde bilip bilmeden konuşan zavallılar var. İçlerinde karşı-devrimciliğin yalağından yiyip içmeye meyille çok insan da var.

2. Bazıları var, Fidel büyük insan, ama “aması” var diyorlar, bunların durumu normaldir. Onların büyük bölümüne göre, akıl yürütme şu şekilde oluyor: Kürtler bir mazlum millettir. Kürtlerin yaşadıkları bütün dünyanın gözü önünde olmaktadır. Dolayısıyla bütün dünya Kürtler ile dayanışmalıdır. Bu tartışmaya girmeden önce şunu söyleyeyim, benim aklım ve fikrim modern dünyanın ortasında 50 yıl süren bir iç savaşla bir ulus-devletin kurulacağı iddiasını “anlamsız” buluyor. Savaş kurmak için yapılmaz, bitmeyen savaş yıkmanın ve teslim almanın aracıdır. Hoş denileni anlamadan sayıp sövecek çok insan var, ama anlamaya çalışmalarını tavsiye ederim, boş lakırdı değil çünkü bunlar. Bir de “hınçlarıyla, nefretiyle, reaksiyoner olarak, tam bir anti-formatında yaşayan insanlar” var, onlar için sadece Allah onlara yardım etsin diyorum, içtenlikle.

3. Üçüncü kesimde Fidel’e ilişkin hayatı boyunca mücadelesini verdiği hiçbir değer sahip çıkmadan; Kuru övgüyle sahip çıkanlar var. Bunların arasında devrimci ahlak, devrimci hukuk, halkı için çalışan devrim-emekçisi, dünyanın ezilen halklarıyla dayanışma içinde olmak ve elbette devrimciler arasındaki ilişkileri belirli bir saydamlığa oturtmak için azami çaba göstermek gibi örnekler-değerler var.

Bakın yakın geçmişte ne oldu? Oliver Stone Küba’ya gitti ve Fidel ile iki filmden oluşan bir belgesel yaptı. Bu ne demektir? Çok açık ve net: Oliver Stone zerre kadar Küba’nın mazeretlerine odaklanmış ve onların başaramadıklarını savunma çabasına girecek birisi değil. Tam anlamıyla Oliver Stone’un yapmak istediği belgeselin anlamı İngilizcede bir deyim olarak bilinir: Kirli çamaşırlarını kamuoyu önünde yıkamak. Yalnız şöyle küçük bir sorun vardı ki Küba’nın pek kirli çamaşırı yoktu, çünkü bunu Fidel halkı önünde gelenekselleşmiş biçimde Havana’da yaklaşık 10 saat süren bütün halka açık ve yüz bin kişinin katıldığı toplantılarda rapor olarak ulusal meydanda sunuyordu. Peki, bu raporların özelliği nedir? Çok açık ve net: Yirminci yüzyılın hiçbir devlet başkanı bunu yapamadı ve hiçbiri buna bir süreklilik kazandıramadı. Tekrar ediyorum, hiçbiri, ama hiçbiri! Böyle bir şeyi yapan insana çıkıp diktatör demek, sahtekârlık ve yalancılığın doruk noktasıdır. Batı medyası bu sahtekârlığa şu şekilde teşne oldu: Kendi ülkelerinde özel mülkiyet vardı. Küba’da üretim araçlarının özel mülkiyetine izin verilmiyordu. Her şey devletindi (bu tam anlamıyla bir rezil yalan!) ve devletin bütün mülkiyeti ve parası da, demek oluyor ki DEVLET BAŞKANINDI. Ve buradan yola çıkarak, Castro’da dolar milyarderi bir zengindi. Bu aptallar için üretilmiş bir yalandır, ama bu yalanı üretenler p.çtir, bu hiç küfür falan değil, düpedüz p.çtir! Niçin mi? Bunun en iyi örneğini Büyük İskender söyler; İskender’e göre, herkesin bir babası vardır, bir biyolojik babası, ama bir de manevi önderi olan bir fikir babası vardır. O fikir babası, hayatı boyunca kafasını kurcalayan ve en kritik anlarda uyacağı ilkelere kaynaklık eden “fikir babası”dır, manevi önderidir. Ama bakıyorsun, bu DİKTATÖR sıfatına, bunun Castro versiyonu için hiçbir fikir babası yok, babası yok, kimse bunu meşru ve ahlaki düzlemde ve olgusal anlamda hakiki geçerli ve kavranabilir düzeyde ispatlayamıyor. Fikir babası yok, fikir değil çünkü, yargı ve çamur atma girişimidir. İşte bu anlamda bu tip diktatörcülere p.ç denir. Aynı İskender kendisi için biyolojik babasından başka, fikir babası olarak Aristoteles’in hayatı boyunca kendisine rehberlik ettiğini söyler.

Bu dünyada çok az gerçek insan kendi değerlerinin hesabını verebilmiştir. Çok az insan hayatını insanlığın vicdanı önünde deşifre eder ve çok az insan hayatının ahret hesabını bu dünyada verir, yani ahretlik sorulara yüzü kızarmadan yanıt verir. İşte Fidel Castro, bu anlamda, vicdanıyla yaşadı, şan olsun diye eyledi, aşını ortak yedi ve başka ülkelere işgalci asker değil, aksine muhtaçlar için aşı üreten ve doktor gönderen bir sistem kuran onurlu bir cumhuriyetin neferi olarak hayata gözlerini yumdu. Onurumuzdur.