Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesinden en fazla 10-15 gün önceydi (Temmuz, 1990). Cumhuriyet’in üçüncü sayfasında orta boy bir haber. Fidel Castro’yla bir mülakat yapılmış. Castro’nun söylediği şu: “Doğu (Sovyet) Bloku dağıldı, Soğuk Savaş sona erdi, Dünya nihaî (Tarihin Sonu) düzenine (Yeni Dünya Düzeni) ulaştı, bundan sonra her şeyin kendi doğal akışı içinde hiçbir engelle karşılaşmaksızın, ideolojik saplantıların etkisinden arındırılmış bir şekilde ve barış içinde küresel bir bütünleşme (globalizasyon) yönünde yol alacak” deyip ellerini ovuşturanlar var; oysa iki bloklu dünyada, her iki süper gücün gerek blok içi çatlamalara yol açmasınlar, gerekse karşı bloktan birilerine bulaşıp da ‘soğuk’ savaşı sıcağa dönüştürmesinler diye bugüne kadar belirli bir kontrol ve disiplin altında tuttuğu yerel diktatörler, meydanın artık kendilerine kaldığını düşünüp kendi bölgesel imparatorluklarını kurma sevdası kapılarak yeryüzünün her bir noktasını kan gölüne çevirecekler.

Evet, Castro, kehanet niteliğindeki bu analizi yapıyor ve aradan daha bir ay bile geçmeden kuduruk Saddam, sonunda Körfez Savaşı’na yol açacak Kuveyt işgalini gerçekleştiriyor. Saddam, gidiyor; ama bugün artık Erdoğan’ımız var; Şam’da Cuma/şükür/fetih namazı kılma sevdalısı.

Davutoğlu’nun adını anmaya değmez ya da onun adı üzerinden spekülasyonlara girişmeyi Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’a bırakalım: Biliyorsunuz altı köşeli ‘Davut (David) Yıldız’ı Yahudiliğin simgesi ve BenDavid (Davut-oğlu), pekâlâ İskoç mason locasının Konya bozkırına yerleştirdiği Sabetayistlerin soyundan geliyor olabilir.

Neyse, ben, kriptolojinin (şifreli isimler veya isimlerdeki şifreler üzerinden akıl yürütme) mastürbatif şehvetine kendini kaptırmayacak kadar aklı başında bir Türk olarak Davutoğlu’nun fiilen vesayet altında bulunup, hukuken de hacir altında tutulması gereken bir ademoğlu olduğunu söyleyip geçeyim. Davutoğlu, ya da 10 Kasım’da da, Kutlu Doğum Haftası’nda da günün anlam ve önemine uygun manzumeleri aynı şevk ve heyecanla okuyup gösteri sonunda eteğini iki ucundan hafif yukarı kaldırıp alkış bekleyen müsamere talebesi ile hatıra resmi çektirmek üzere götürüldüğü fotografçıda üzerine giydirilen sultan kaftanı ve başına iliştirilen kartondan taçla sokağa fırlayıp ortalıkta zıp zıp zıplayan sünnet çocuğu karması kompozit bir figüresk; yani, henüz müsvedde aşamasında bir figür…

Değinilecek ne çok şey var: Yeryüzünün en ilkel ve canî devletsileriyle (Katar, Suudî Arabistan vb…) bir olup Suriye’ye demokrasi götürme iddiasıyla iç savaş çıkartıp milyonlarca insanı canından, yurdundan etmek ve yüzlerce beyinsizce tezgâh, NATO’yu/ABD’yi arkalarına alabilmek, Esad’a karşı doğrudan müdahaleye ikna edebilmek için.

Musul’daki başkonsolosluğu 49 rehineyle IŞİD’e teslim edip ruh kardeşleri canilere pazarlık gücü sağlamak ve de şimdilerde uğruna uçak düşürdüklerini iddia ettikleri Türkmenlerin canını, malını, ırzını bu canilere pazarlamak. Ama son noktada mutlaka ve mutlaka şunu hatırlayalım: IŞİDcilerin, hepsine tecavüz ettikten sonra artık kendi yakınları arasında da rahat yaşayamasınlar diye serbest bıraktıkları kadınların/kızların arasında 9 yaşında hamile bırakılmış bir çocuk da var ve de Erdoğan’ın kankası/tilmizi Mursi de kızların evlendirilme yaşını 9’a indirmek için Mısır parlamentosunda çok ama çok büyük çaba göstermişti.

Şöyle bitirelim: Öldürülen kadınların kanları, tecavüze uğrayan çocukların da vebali, boşlukta dolaşıyor değil, Berkin’i öldürtenlerin, anasını yuhalatan ve yuhalayanların, Suudî/Katarî sapık yamyamların elini sıkan, hiç utanmadan onların ülkelerine giden, ülkemizi onların ayaklarıyla kirlenmesine göz yuman herkesin elinde ve sırtındadır.

Ben bunlara bugüne kadar hayvan-altı yaratıklar diyordum, hayvanlara haksızlık olmasın diye; ama dün bisikletten düştüm ve de aklım başıma geldi: Hayvan-altı, bitki demek ve de bitkinin ne günahı var; yani, bunlar hayvan-altı falan değil, doğrudan doğruya kötü/pislik insanlar.