Küba Devrimi'nden sonra Nikaragua Devrimi'nde de gördüğümüz bir geçekliktir; mücadeleye katılan binlerce kadın, binlerce yıllık sınıflı toplumun cinsiyete yüklediği ayrıştırıcı rolü dönüştürdü. Bu, bir yanıyla da ülkede devrim yaparken kendinde de devrim yapmaktır

Fidel, Küba ve kadın

Mehmet Yeşiltepe - Yazar

Küba,
Başlı başına bir aşktır,
Bir sevgili gibidir;
Devrimcilerin yüreğini kazanmış bir sevgili.
Değerlerin bedenleşmiş,
Bir ülkeye dönüşmüş hali.
Kucaklamak isterseniz,
Kollarınıza sığacakmış gibi gelir.

1917 Ekim Devrimi’nin 100. yılında bir kez daha devrim ve sosyalizm konusundaki yöntemsel birikim masaya yatırıldı; bundan kimin ne anladığını gösteren tartışmalar/değerlendirmeler yapıldı. Nâzım Hikmet, Küba’yı anlatırken, ömrünün ilk kurşunkalemiyle, ömrünün ilk kâğıdına “hürriyet” sözcüğünü elbirliği ile yazan bir halktan söz eder. Bu, hem Küba’nın özgünlüğünü hem de kuruluş/geçiş süreçlerinin kendine has niteliğini anlatmak açısından önemli bir örnektir. Yine Nâzım’ın tanımıyla, Küba Devrimi, bütün bir halkın, “akı karası, sarısı ve melezinin” ışıklı bir çekirdek dikmesi yani geleceğini eşitlik/kardeşlik temelinde inşa etmesi olarak ifade ediliyor.

Fidel, bugün hâlâ dünya ölçeğindeki bütün ezilenlerin kurtuluşunu simgeleyen bir bayrak olma özelliği taşıyan Küba’yı anlatmak gerektiğinde akla Che ile beraber gelen, fikri ve fiili önderdir. Fidel, mütevazılığı, eksikleri ve dehasıyla olduğu gibi sürecin ilk etabından sonuna kadar tüm yaptıklarıyla bir bütündür.

Küba, yatırımı öncelikle insana yapar
Kapitalizmin azami kâr perspektifli niteliğinin aksine Küba, yatırımını/planlamasını insana yapar. Öyle ki bir yanıyla fakirlikle anılır, diğer yanıyla çocukların en sağlıklı beslendiği, çocuk ölümlerinin en az olduğu ve daha da önemlisi insanın ruhsal ve fiziki sağlığına dönük üretimlerin zengini bir ülke olarak bilinir.

Küba, Che’de olduğu gibi önderliğini de “eğitim ve sağlık tugaylarında” olduğu gibi birikim ve uzmanlığını da paylaşan bir ülkedir. Artılarını/fazlasını biriktirerek halkını daha az çalıştırmak üzere stoklamak yerine, başka halklarla paylaşmayı tercih eden bambaşka bir niteliktir Küba’nınki.

Sosyalizm, mevcut tüm imkânların, insanlığın hizmetine sunulmak üzere planlanması anlamına gelse de bu, dönem dönem ihtiyaçlara bağlı olarak teknolojik (ve hatta askeri) yatırımları gerektirse de özünde en önemli yatırım insana yapılır. Castro, Che’yi “yeni insan”ın canlı örneği olarak tanımlar. Che de “Komünizmi kurmak için yeni ekonomik temeller atmak ne kadar gerekliyse, yeni insanlar yaratmak da o kadar gerekli” der.

Che’nin, sosyalizmin temeline yeni insanı koyması ile Castro’nun, herkesin Che gibi olmasını istemesi aynı anlama geliyor: “Devrimimizin cehaletle mücadele etmek, eğitimi geliştirmek için bunca çaba göstermesinin nedeni de bu. Herkes Che gibi olsun diye...” Ve gerçekte, doğru okunabilen sınıfsal nitelikleriyle/rolleriyle Che ile Fidel aynı anlama geliyor.

Ignacio Ramonet, “İki Ses Bir Biyografi” adlı kitapta Fidel’i “eşitsizlik ve ayrımcılıkla inleyen bir dünyayı değiştirme hırs ve umuduyla politik harekete atılmış efsanevi asiler neslinin simgelerinden biri o” diye tanımlar. Bu tanım, aynı zamanda onun ve onun gibi “simgeler”in bağında kendinden öncekileri taşıdığını, yani Fidel’in şahsında Spartaküs, Bolivar, Marti, Münzer gibi direniş sembollerini barındırdığını ifade eder.

Nasıl bir sosyalizm tartışması
Fidel’in ölümsüzlüğe uğurlanmasının ardından veya genelde Küba’ya dair yapılan tartışmalar özünde bir sosyalizm tartışmasıdır. Bu konuda karşıdevrim zemininde duranların yaptıklarında anlaşılmayan bir yan yok. ABD’nin dibindeki 58 yıllık bu tehdit, bu alternatif karşısında ellerinden gelen her şeyi yaptı, Fidel’in ardından da yapmaya devam ediyor. Ancak solda, sol adına, devrimcilik adına yapılanlar farklı değerlendirilmelidir. Bu, bir yanıyla da sosyalizm tartışmasıdır. Aslında bu, sadece Castro dolayımında değil Manifesto’dan beri yani yaklaşık 170 yıldır yapılan bir tartışmadır. Kapitalizm nasıl yenilecek; sosyalist alternatif nasıl olacak; bu ikisi arasındaki geçiş nasıl bir süreç izleyecek? Mesela “Gotha ve Erfurt Programları’nın Eleştirisi”nde (Marx-Engels) bu içerik öne çıkar. Benzer şekilde Lenin, Devlet ve İhtilal’de bu konuları daha da derinleştirir. Bu eserlerin ortaya koyduğu, özellikle geçiş sürecine dair genel doğrulardır.

Bu konu, Türkiye solunun gündemine 1980 öncesinde yoğun tartışmalar eşliğinde girdi. “Çinci”, “Sovyetçi” vb. olundu. Halbuki her devrimin bir dili, bir tarzı, ülkeye ve döneme özgü çözmesi gereken sorunları vardır. Hatta bu, aynı ülke için bile değişen koşullara göre farklılaşabilir. Mesela 1970’li yılların Türkiye’sinde insanların önündeki sorunlar bugünkü ile aynı değildi.
Sözünü ettiğimiz bu gerçeklik, sosyalizme dair bir ezberin, kalıpların, reçetelerin neden olamayacağını gösterir. Üretim araçlarının toplumsallaşması, özel mülkiyetin yerini toplumsal mülkiyete bırakması, “herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre” ilkesinin uygulanması, bir geçiş döneminin zorunlu olması, kabul gören genel doğrulardır. Ancak nerede, ne yapmak gerektiğinin yanıtı için bunlar yeterli değildir. Tam da bu bağlamda Fidel Castro’nun her fırsatta söylediği gibi, “değişmesi gereken her şeyi değiştirmeliyiz.”

Alternatifin önemi ve geçişin özgünlüğü
Kapitalizmin dolayısıyla da yabancılaşmanın kötülüğünü, yanlışlığını, insan dışılığını anlamadan alternatifin önemi anlaşılamaz. Bu nedenle Lenin’in kapitalizme dair yaptığı, her şeyin alınıp satıldığına dair vurgu ile Marx’ın “insan, insan olarak yoksullaşır” değerlendirmesi birbirini tamamlar ve kurtuluştan ne anlaşılması gerektiğine yani devrimle insanların nelerden kurtulacağına dair tayin edici önemde ipuçları oluşur.

Gerçekte devrimcilik, başlı başına bir destandır; buna rağmen neden destansılık öncelikle Fidel ve Che’yi anımsatır? Çünkü onlar sadece dövüşmemiş, sadece itiraz etmemiş, alternatif de geliştirmiştir. Yalnız kaldığında, kuşatıldığında kendi devrimini geliştirmiş, ezbere de dogmaya da düşmemiştir; imkânsızın gerçekleştirilebileceğini göstermiştir. “Kuş ölür sen uçuşu hatırla” (Füruğ Ferruhzad) sözünden hareketle söylersek; onlar, ardında hiç unutulmayacak bir “uçuş” bıraktılar.

Lenin’in devrimle beraber, “Yeni tipte bir milis oluşturun” demesi gibi Küba, kendi özgünlüğünü göstermiş ve “Devrimi Savunma Komiteleri”(CDR) oluşturmuştur. Adı “savunma” da olsa bu komitelerin yaptığı sadece savunma değildi. Hatta kapitalizmi geriletmenin ve o süreçten kalma araçların, alışkanlıkların vb. sönmesini sağlamanın yolu da buydu. Örneğin devrimin ilk yıllarında örgütlenen okuma-yazma seferberliğinde de bu komitelerin önemli bir rolü oldu. CDR’lerin kuruluşunu, “kitlelerin ruhunda gerçek bir devrimin başlaması” olarak değerlendiren Fidel Castro, bu tarihi aynı zamanda toplumsal dönüşümün sağlanmaya başladığı siyasi devrimin başlangıcı olarak saptıyor. Bu tür yapıların en önemli işlevlerinden biri de potansiyel olanakları açığa çıkarması ve geleceğin/alternatifin inşasında temel öneme sahip olmasıdır.
fidel-kuba-ve-kadin-391401-1.Küba demokrasisi, bu anlattıklarımızla sınırlı değil. Örneğin Paris Komünü’nden devralınan gelenekle; seçilmişler, seçmenler tarafından bir sonraki seçimleri beklemeden görevden alınabilirler. Politikayı profesyonellerin/uzmanların işi olarak gören burjuva anlayışın aksine, seçilmişler seçildikleri görevler için maaş almazlar. Görevleri bir iş değil toplumsal sorumluluk olarak kabul edilir. Küba’da 16 yaşın üzerindeki her vatandaş oy kullanabilir ve seçimler sırasında sandık güvenliği ilköğretim öğrencileri tarafından sağlanır. Toplumsal hayatın düzenlenmesinde şu veya bu şekilde ihtiyaç duyulan temsiliyet olgusunun gerektirdiği mekanizmalar da seçimden farklı yollarla oluşturulur. Gerek siyasal gerekse toplumsal zeminde görevler, işlevler rekabete yer vermeyen bir yöntem ve anlayışla belirlenir.

Burjuva örneklerinden farklı olarak Küba Komünist Partisi seçimlerde aday göstermez, adayları desteklemek üzere seçim kampanyaları da düzenlemez. Partinin işlevi, ideolojik politik önderliktir.

Küba’nın kurtuluşunda ve inşasında kadının rolü
Yukarıda, Küba’nın yatırımı öncelikle “insana” yaptığını söyledik. Bunun içinde de öncelik kadına, kadının rolüne verildi. Fidel’in, “Sadece kadınlar sosyalist toplum için yapılması gerekenleri bu denli başarılı bir şekilde yerine getirebilirdi’’ biçimindeki sözleri durumu özetlemeye yetiyor. Yine de Küba devriminin güvenceye alınmasında ve inşa sürecinin zorluklarının aşılmasında kadının üstlendiği rolü anımsatmakta yarar var.

Tüm devrimlerde olduğu gibi Küba’da da geçiş süreci zorlu oldu. Örneğin, devrimden sonraki ilk beş yılda, Küba’da bulunan 6 bin doktordan 3 bini, adayı terk etti. Bu süreçte hem kapitalizmin izleriyle, toplumda alışkanlık vb. biçimlerde yer etmiş niteliklerle mücadele etmek hem de yeniye, yeni insana yatırım yapmak gerekiyordu. Tam da bu ihtiyaçlar çerçevesinde devrimden hemen sonra 1960’ta bizzat Fidel’in önerisiyle kurulan Küba Kadın Federasyonu, inşa sürecinde çok önemli görevler üstlendi.

Bugün Kübalı kadınların yüzde 90’ının üyesi olduğu Kadın Federasyonu, yeniden oluşum sürecindeki toplumun yaşamına hemen her açıdan müdahale ederek, bir çeşit öncü rol oynadı. Görevlerinin başında okuma yazama seferberliği vardı. Bu alandaki kampanyaya binlerce kadın katıldı. Hatta ilkokul çağındaki kız çocuklarının dahi bu sürece gönüllü eğitimci olarak katıldığı görüldü.

Sonuçta bugün kadın için kota koymakla, kadına “temsil” vb. alanlarda yer vermekle övünen hemen tüm rejimleri geride bırakan istatistiklere ulaşıldı. Örneğin Küba’da öğretmen, öğretim üyesi ve bilim insanlarının yüzde 81,9’u; Halk İktidarı Ulusal Meclisi içindeki milletvekillerinin yüzde 48,8’i; Devrimi Savunma Komiteleri üyelerinin yüzde 64,4’ü ve Küba Komünist Partisi Merkez Komite üyelerinin yüzde 41,7’si kadındır. Mesele elbette salt rakamlar değildir; ancak Küba’da bu rakamlar, sahip olunan nitelikler ve üstlenilen işlevle beraber, sosyalizm ufkuna girmiş bir toplum için çok şey anlatıyor.


Küba Devrimi'nden sonra Nikaragua Devrimi'nde de gördüğümüz bir geçekliktir; mücadeleye katılan binlerce kadın, binlerce yıllık sınıflı toplumun cinsiyete yüklediği ayrıştırıcı rolü dönüştürdü. Bu, bir yanıyla da ülkede devrim yaparken kendinde de devrim yapmaktır. Nikaragua Devrimi'nin önderlerinden Tomas Borge’nin “Bizler, evlerinde bıçakları ve darağaçlarıyla feodal efendi; sokakta, işyerinde ve partide devrimci olan yoldaşlarımızın farkındayız. (…)Şimdi normal ve kesinlikle mantıklı olan yeni bir devrimden söz etmeliyiz: Bir kadın devriminde.” biçimindeki sözleri güncelliğini koruyor. Tüm bu bağlamlar içinde Fidel’i, aynı zamanda “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olan 25 Kasım’da anmak, ezilenlerin bütünü açısından özel bir anlam ifade ediyor.