“Vesayet ve darbe” sözcükleri, AK Parti kurmay ve yandaşları tarafından en çok çiğnenen kavramlar olmuştu on iki yıllık iktidarları döneminde. Son iki yılda ise, dillere pelesenk edilen “fiili durum” kavramı, son bir haftada tavan yaptı.

Tarz dikkat çekici. “Darbe ve vesayet”, bir mağduriyet beyanı olarak kullanıldı: “Vesayet kurumu bize karşı işletildi; darbe bize karşı yapıldı” vb.

Aynı çevreler, “fiili durum”u, kendi eylemlerini meşrulaştırmak için kullanmaya başladı: Sn. Erdoğan, CB seçimleri öncesi, esnası ve sonrasında, Anayasa dışı söylem ve eylemlerini, “fiili durum” kavramı ile meşru kılmaya çalıştı. 4 Mayıs akşamı itibariyle başlatılan Başbakan’ı görevden uzaklaştırma süreci, bu kez müridlerince “fiili durum” olarak adlandırılmaya başlandı.

Mesela, “demokrasinin post-modern mantığı” olarak nitelenen (Prof. J. Marcou) Gezi olayları, aynı çevrelere göre bir “darbe girişimi” idi; buna karşılık, Devletin anayasa dışı yol ve araçlarla yönetilmesi bir “fiili durum” .

Bu süreçte öne çıkan “çift başlılık” ve “düşük profil”, “fiili durum”a eklemlendi. Bu üç deyim ekseninde hukuk-dışılığı kabul ettirmek için, adeta seferberlik ilan edildi.


Başbakanın tasfiyesi
Anayasal çerçevede; istifa, güven istemi ve gensoru yoluyla TBMM’de yapılacak oylamanın sonucu olarak Başbakanlık görevi sona erer. Meclis fiilen devre dışı tutulsa da, Davutoğlu’na istifa etme hakkı bile kullandırılmadı. Parti kongresi düzenleme yükümlülüğü eşliğinde tasfiye süreci işletildi: Yaptırım (Başbakanlıktan etme) ve külfet (Parti kongresi).

Konu, ahlakilik (tasfiye eden fail) ve haysiyetin zedelenmesi (tasfiye edilen mağdur) açısından ayrıca ele alınabilir. Hukuken açık olan, izlenen yolun, tamamen “anayasa-dışı” oluşu.


Çift başlılık ve sistem sorunu
Parlamenter ve karma rejimlerde yürütme, devlet başkanı ve hükümet olmak üzere iki kanatlı; ama farklı düzlemlerde: İlki Devlet tüzel kişiliğini temsil eder; ikincisi ise, ülke siyasetini belirler ve yürürlüğe koyar. Her ikisinin görev ve yetkileri, Anayasa ile belirlenir, tıpkı bizde olduğu gibi.

Anayasal çerçevede kalınması durumunda, ikili yapı zaaf değil, bir kazanç; özellikle denge ve fren düzeneği bakımından.


Sorun veya çatışma, taraflardan birinin veya ikisinin “görev+yetki+sorumluluk” üçlüsü dışına çıkmasıyla başlar.



Bu bakımdan, olayda yanıtlanması gerek soru şu: -Eğer iddialar doğru ise- Cumhurbaşkanı ile çatışması, Davutoğlu’nun görev ve yetkilerini “anayasa-dışı” kullanmasından mı kaynaklandı, yoksa “anayasal çerçeve” içinde kalma çabasından mı?

Bu soru yanıtlanmadan, yürütülen “arızalı sistem” eşliğinde “çift başlılığa son” kampanyası, bilgi kirliliği ile bezeli olmanın ötesinde etik olmayan ve ahlaka aykırı.

Profil: Yüksek ve düşük Öncelikle Davutoğlu’na “yüksek profil” payesi veriyor “düşük profil” arayışı (Ne çelişki ama! Ödüllendirme yerine yaptırım uygulanıyor başarısı teslim edilen kişiye). Şu halde “düşük profil” ölçüsü, öncelikle siyasal açıdan Külliye güdümüne girmeye hazır kişi demek. Hukuken; CB’nin “söylem, eylem ve işlemleri”, büyük ölçüde ve sürekli olarak “Anayasa/hukuk dışı” alanda yer aldığına göre, Başbakan adayına biçilen rol şu olmalı: anayasal görevlerini yerine getirmemek ve yetkileri kullanmamak; yani, “görev+yetki ve sorumluluk” halkası dışında bir tür “sekreterlik” görevini kabul etmek.
Hal böyle olunca; tasfiye şekli, çift başlılık ve düşük profil söylemi, “hukuk dışılık harekâtı”nı meşru kılma çabasından başka bir anlam taşımıyor. Unutmayalım: halkın seçmesi, anayasa düzleminde, “aykırılık, ihlal ve suç” vak’alarını ortadan kaldırmaz.


Ya ahlak ve dürüstlük?
Şu üç söylem, amacı ve amaca ulaşmak için kullanılan aracı açıklıyor:

“Başkanlık, Erdoğan için değil”; “Türkiye solu, kazanamayacağını bildiği için başkanlık rejimine karşı” ve “fiili durum var”.

Bütün bunlar; “Başkanlığı Erdoğan için istiyoruz”; “Başkanlığı hep kazanacağımız için istiyoruz”, “darbe dememek için fiili durum diyoruz” deme dürüstlüğünü gösteremedikleri için…