Filistin’in ulusal kimliği güçleniyor

MAHA NASSAR
Çeviren: Fatih Kıyman

Dünya bir kez daha dikkatini Gazze Şeridi’nde yaşanan ölümcül İsrail bombardımanına ve Hamas’ın ateşlediği roketlere çevirdi. Öncesindeki iki haftada Doğu Kudüs’te yapılan eylemlere tanıklık ettik. İsrail polisi, Şeyh Cerrah bölgesinde yaşayan Filistinlileri zorla evlerinden çıkarmaya çalışıyor, Mescid-i Aksa’da ibadet edenlere polis baskını yapılıyordu.

Fakat İsrail’in diğer şehirlerinde yaşananlar da aynı derecede önemli ve bunlar pek az haberleştirildi. Yaşananlar, Filistin-İsrail krizini değerlendirme şeklimizi değiştirebilir.

İsrail’in ‘Arap İsrailliler’ olarak anılan Filistinli vatandaşlarının sayısı yaklaşık 1,9 milyon. Geçtiğimiz haftalarda sokaklara dökülerek Gazze ve Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin hakları için eylemler yaptılar. Arap ve Yahudilerin birlikte yaşadığı Hayfa, Yafa ve Lod şehirlerinin yanı sıra, Nasıra ve Umm al-Fahm gibi ağırlıklı olarak Filistinlilerin yaşadığı şehirlerde de eylemler yapıldı. Eylemlerin birçoğunun büyüklüğü siyasi analistleri şaşırttı. Analistler genelde bu ‘Filistinlileri’ İsrail sosyal ve siyasi ekosisteminin bir parçası olarak, ‘diğer Filistinlilerden’ ayrı bir biçimde ele alıyorlar.

Ben de İsrail’in Filistinli vatandaşları üzerine çalışan bir tarihçiyim. Bana kalırsa bu yaşananlar şaşırtıcı değil. İsrail’in Filistinli vatandaşları, kendilerini ‘diğer Filistinliler’ ile özdeşleştiriyorlar. Fakat bu ölçekte mobilize olduklarını ilk defa görüyoruz.

ENTEGRASYON VE İZOLASYON POLİTİKALARI

‘Ayrı Kardeşler’ başlıklı kitabımda, İsrail devletinin 1948 yılındaki kuruluşundan bu yana, devlet yetkililerinin Filistinli azınlığın devlete bağlılığını güçlendirme adına giriştikleri çabalara yoğunlaşıyorum. Bu çabanın amacı, kurulan yeni devletten kaçan ya da kovulan Filistinliler ile vatandaş Filistinliler arasında bir ayrım yaratmaktı. Bu ‘Arap İsrailliler’ 1966 yılına dek askeri rejim altında yaşıyorlardı ve mülteci kamplarında yaşayan aileleri ile doğrudan irtibat kurma imkanları yoktu. 1952 yılına gelindiğinde birçoğu İsrail vatandaşlığı aldı ancak tabi oldukları ayrımcı yasalar yüzünden kısıtlı ekonomik imkanlara ve hareket özgürlüğüne sahiptiler. Oy kullanma, siyasi parti kurma ve seçilme hakları vardı ancak sıkı devlet denetimi altında tutuluyorlardı ve devleti eleştirenler ağır cezalar ile karşı karşıya kalıyordu. İsrailli Filistinliler arasında kalıcı bir korku iklimi oluştu. Ayrımcılık ve ekonomik dezavantajlar günümüzde de devam ediyor. Filistinlilerin çoğunlukta olduğu şehir ve köylerde konut sıkıntısı ve ekonomik güçlükler yaşanıyor. İş bulmak isteyen Filistinliler ‘belli bir sene falanca şehirde yaşamış olmak’ ya da askerlik yükümlülüğünü yerine getirmiş olmak gibi önkoşullar ile karşılaşıyorlar. Filistinlilerin pek azı askerlik yaptığından, bu kişiler fiilen düşük ücretli işlere mahkum ediliyorlar. Mahkemeler konuta erişimde ayrımcılığı suç saysa da Yahudi mahallelerinde kurulan ‘kabul komiteleri’ çoğunluğu Yahudilerden oluşan bölgelerde yaşayabilecek Filistinli sayısına sınırlama getiriyorlar.

Uygulanan fiili ayrımcılığı eğitim sisteminde görmek de mümkün. Arap devlet okullarında okuyan öğrencilere ‘kişi başına’ aktarılan kaynak miktarı Yahudi okullarından daha az.

Dahası, Filistinli vatandaşlar yolda yürürken polis tarafından çevriliyor, üzerleri aranıyor. Kurumsal şirketlerde çalışanlar işyerinde ırkçılığa maruz kalıyor, liyakat sahibi olmaları Yahudi meslektaşları tarafından ‘şaşırtıcı’ bulunuyor. Filistinli İsrail vatandaşları devletin kuruluşundan bu yana süregelen bu tür uygulamaları protesto etmek için geçmişte de sokağa döküldüler. Arap milliyetçisi Ard grubu 1964 yılında ‘Filistin sorununa Filistinli Arapların taleplerine uygun, adil çözüm’ çağrısı yapmıştı. İsrail devletinin yanıtı ise grubun liderlerini ulusal güvenliği tehdit etme gerekçesiyle tutuklamak olmuştu.

FİLİSTİN KİMLİĞİNİN ULUSAL TANIMI

Tüm bu baskılara rağmen Filistinlilerin ulusal kimliği giderek güçlendi. İsrail 1967 yılında Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü işgal ettiğinde Filistinli İsrail vatandaşları ve işgal altındaki Filistinliler birbirileriyle daha sık temas etmeye başladılar ve ortak mücadeleyi şekillendirmeye koyuldular. Ortak mücadelenin emarelerini ilk olarak Ekim 2000’de yaşanan olaylarda gördük. Binlerce Filistinli vatandaş İsrail şehirlerinde yürüdü ve işgal altındaki Filistinlilere desteğini ilan etti. İsrail güvenlik güçleri 12 silahsız Filistinli İsrail vatandaşını öldürdü ve 600’den fazla insan tutuklandı. Filistinli İsraillilerin, Yahudi İsrailliler ile eşit haklara sahip olduğu iddiasının temelleri de sarsılmış oldu. İsrail o zamandan bu yana çeşitli ekonomik kalkınma ve sosyal hizmet programları hayata geçirdi, Filistinli vatandaşları devlete entegre etmeye çalıştı. Fakat Filistinli vatandaşlar ayrımcılık ile karşılaşmaya devam ediyorlar. Dahası, İsrail siyasetinin giderek sağa kayması ‘alenen’ ırkçı söylemlerin yaygınlaşmasına sebep oldu ve Filistinli vatandaşların İsrail’den topyekun sürgün edilmesine yönelik çağrılar da arttı.

Tüm bunlara cevaben, Filistinli İsrail vatandaşları kendilerini ‘işgalci-kolonici’ iktidara karşı koyan bir halk olarak görmeye başladılar. Genç kuşağın yerel örgütlenmeleri de bu görüşe öncülük ettiler. Örneğin, her yıl 15 Mayıs’ta bir araya gelerek, Filistin’in 1948 yılında kaybedilişini anmaya başladılar. Filistin kimliğinin ‘merkeze’ oturması Mart 2021’de Umm al-Fahm’da yaşanan olaylarda da görülebiliyordu. ‘Yereli ilgilendiren’ suç ve silahlı şiddet gibi konuları protesto eden eylemciler, bu eylemde dahi Filistin bayraklarıyla ve marşlarla ‘ulusal kimliklerini’ ortaya koymayı tercih ediyorlardı.

Şeyh Cerrah mahallesinde ve Mescid-i Aksa’da yaşanan olaylarda da ortak bir ‘Filistin mücadelesi’ görmek mümkün. Arapların ve Yahudilerin bir arada yaşadığı Lod şehrinde eylemcilerden biri sokak lambasına tırmandı, lambaya asılı İsrail bayrağını indirdi ve yerine Filistin bayrağını astı. Aynı şehirde yapılan eylemler sırasında hayatını kaybeden eylemcilerden Musa Hossun’un cenazesine 8 bin kişi katıldı ve Hossun’un cenazesi üzerine Filistin bayrağı örtüldü. Sonrasında yapılan cenazeler de giderek büyüdü ve İsrailli güvenlik yetkilileri sokağa çıkma yasağı ilan ederek şehre destek kuvvet konumlandırdılar.

Süregelen eylemlerle bakılırsa İsrail devletinin, İsrailli Filistinliler ile işgal altında ya da sürgünde yaşayan Filistinliler arasında ‘ayrım yaratmayı’ amaçlayan politikaları başarısız olmuşa benziyor. Eylemcilere yönelik sert müdahaleler, Filistinli İsraillilerin daha da yabancılaşmasına sebep olacaktır.

Polisin barışçıl eylemcilere şiddet uygulaması, Filistinli mahallelere güvenlik güçleri konuşlandırılması, Yahudi sokak çetelerinin Filistinli vatandaşlara saldırması… Tüm bunlar, dışlanan Filistinli vatandaşlar ve onlara haklı gören uluslararası destekçiler gözünde İsrail devletinin ‘kolonici’ olarak görülmesine sebep oluyor. Yaşananların nihai sonucu, Filistinlilerin bambaşka bir şekilde örgütlenmeleri olabilir. Kopuk halklar olarak yaşayan değil, ortak mücadele çatısı altında birleşen Filistinliler görebiliriz.

Kaynak: The New Arab