Filistinliler diğer yöntemler seçenek olmaktan çıktıkça, giderek daha tartışmalı yöntemlere başvuruyorlar. Tüm dünyada pervasız ve şiddet yanlısı olarak algılandılar.

Filistinliler için alternatif nedir?

Emad MOUSSA

5-6 Eylül 1972 tarihlerinde Münih Olimpiyatları’nda yaşanan rehine krizi esnasında, yayını dünyada yaklaşık 900 milyon insanın izlediği tahmin ediliyor. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Kara Eylül kanadına mensup sekiz kişi, AK-47 silahlarla ve el bombalarıyla olimpiyat köyüne girdiler. Amaçları İsrailli atletleri rehin almak ve İsrail’de hapiste tutulan 234 Filistinli ve Arap mahkûmun yanı sıra iki Batı Almanya Kızıl Ordusu mensubunun da serbest bırakılmasını talep etmekti. Krizin yirminci saatinde trajik gelişmeler yaşandı ve Batı Almanya yetkililerinin kurtarma operasyonu başarısızlıkla sonuçlanarak 9 rehine, 5 gaspçı ve bir Batı Almanya polis memuru hayatını kaybetti.

İsrail Başbakanı Golda Meir ve Savunma Bakanı Moshe Dayan, FKÖ üyesi olan ve olmayan, Münih saldırısıyla bağlantısı olduğu düşünülen çeşitli figürlerin öldürülmesi için gizli bir program başlattılar. Cinayet planı Beyrut’tan Sayda’ya, Kıbrıs’tan Roma’ya geniş bir coğrafyaya yayılıyordu. Birkaç Filistinli yetkili öldürüldü ve bu esnada FKÖ üyelerinin aile üyeleri, Faslı bir garson, Filistinli dört güvenlik görevlisi ve bir KGB ajanı da yaşamını yitirdi.

‘TERÖR’ KAVRAMI DEĞİŞTİ

Saldırılar neticesinde uluslararası düzeyde “terörizm” kavramı değişmiş oldu ve terörün bölgeselliği geçerliliğini yitirdi. Tel Aviv yönetimi bu sayede Filistinlilerin tüm itaatsizlik biçimlerini terörizm olarak gören güvenlikçi dünya görüşüne meşru zemin buldu.

İnşa edilen söylem saldırıya ve saldırgana yoğunlaşırken, saldırının altında yatan sebepleri görmezden gelmek üzerine kuruluydu. Sebeplerin hiçbiri sivillerin hedef haline getirilmesini meşru kılamaz fakat terörizm kavramını anlama şeklimize, koloni ve işgalci ilişkilerine dair algımıza etkisi olacaktır.

Sistematik hak ihlalleri sözkonusu olduğunda, zayıfların ve ezilenlerin elinde kalan tek aracın şiddet taktikleri olduğu düşünülür. Politik doğruculuk yapmadığımızda, işin çıplak gerçeği budur. Bazen ahlaki soruların ötesine geçen varoluşsal gereksinimler bizi bu çıplak gerçekle karşı karşıya getirir. Meşru gerekçeler ya da kınamalar bu noktada anlamsızdır.

Akademisyen Virginia Held bazı terörizm faaliyetlerini “ihlal dağılım prensibi” kavramı üzerinden açıklıyor. Bu kavrama göre, ezilenler maruz kaldıkları hak ihlallerinin karşılığını, ezenin haklarını ihlal ederek verme yoluna gidebilirler.

BAŞKA YOL YOKTU

Kimileri bu kavrama atıfta bulunarak Kara Eylül yapılanmasının saldırısını tamamen “anlaşılır” buldular. Saldırganların amacının rehineleri öldürmek değil, siyasi mahkûmları kurtarmak için rehine olarak kullanmak olduğunu vurguladılar. Jean-Paul Sartre bu konuda, “Terörizm korkunç bir silahtır, ama ezilen yoksullara başka bir araç bırakılmamıştır” demişti. Filistinliler yaşanan saldırının “doğruluğu” ya da etkili olup olmadığı konusunda farklı görüşlere sahipler, saldırının işgal edilen Filistin toprakları dışında gerçekleşmiş olması önemli görüş ayrılıkları doğuruyor. Fakat İsrail’e karşı direniş yöntemlerinde “başka seçenek kalmadı” konusunda çok daha yaygın bir görüş birliği var.

1967’de yaşananlardan sonra Filistinliler bazı acı gerçeklerle yüzleşiyorlardı. Arap rejimleri ardından kendilerinin de bazı haklara kavuşacakları izlenimi yitirilmişti. Yerleşen algıya göre Filistin toplumu devlet kurma hakkı kazanacaksa, bunu kendi mücadelesi ile yapmak zorundaydı.

Cezayir örneğinden çıkarımlar yapan Yaser Arafat, İsrail’in ihlallerine silahlı mücadele ve gerilla savaşı taktikleriyle yanıt vermek istiyordu. İsrail Savunma Birliklerine karşı sınır ötesi baskınlar yapılıyordu. 1967’den sonra İsraillilere karşı mücadele eden tek güç olan FKÖ, yurtdışında yaşayan Filistinliler, Araplar ve IRA gibi devrimci güçler için cazip bir seçenek haline gelmişti.

ÇARESİZLİĞİN KANITI

Daha sonraları İsrail topraklarına dönüşecek evlerinde yaşayan Filistinliler gözünden bakıldığında, 1967’de işgal edilen topraklarda lider de yoktu, mücadele de. İsyan teşebbüsleri İsrailli yetkililer tarafından çabucak bastırılıyordu. Devrimci güçlerin başarısı, güçlükleri de beraberinde getirdi. İsrail savunma kuvvetleri güçlendirildi ve Arap ülkeler İsrail’in karşı hamleleri için birer üs haline getirildi. 1970 yılının Ürdün’de düzenlenen “Kara Eylül” baskınlarında 2 bin Filistinli ve Ürdünlü yaşamını yitirdi ve binlerce kişi Lübnan’a kaçmak zorunda kaldı. Takip eden yıllarda Lübnan’da da benzer bir süreç yaşanacaktı.

Kara Eylül örgütü Ürdün’de yaşananların yarattığı öfkeden doğdu. Aşırılıkçı bir azınlığın teşebbüsü olsa da, Filistinlilerin İsrail’e karşı yürüttükleri mücadelede içine düştükleri çaresizliğin kanıtı gibiydi. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi mensubu ve 1960-70’lerdeki uçak kaçırma olaylarının mucidi Wadie Haddad’a göre, İsrail ile “aritmetik” bir mücadele yürütmek anlamsızdı. Amaç, etki ağırlığı yüksek eylemler gerçekleştirmek olmalıydı. Haddad’ın bulduğu yöntem, uluslararası havayollarının uçaklarını kaçırmaktı. İsrail’in “zayıf noktalarına” vurmanın, Filistinliler için stratejik bir dönüşüm getireceğini düşünüyordu. Bu yaklaşım, dönemin direniş faaliyetlerine damgasını vurdu. Haddad doğrudan İsrailliler hedefe konmasa ya da şiddet amaçlanmasa dahi mücadeleyi uluslararası arenaya yansımanın Filistin’i gelişmiş dünyada daimi bir “rahatsızlık unsuru” haline getireceğini hesap ediyordu. Bu sayede Filistin sorununun uluslararası düzeyde değerlendirileceğini ve çözümü zorunlu kılacağını savunuyordu.

Münih saldırısı Filistin sorununu gerçekten dünyanın gündemine taşıdı. Kullanılan bazı farklı taktiklerin de desteğiyle FKÖ’ye diplomatik alanda iki kazanım getirdi: Arap Birliği üyeleri örgütü 1974 yılında “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak tanıdı. Bir ay sonra BM Genel Kurulu FKÖ’ye gözlemci üye statüsü verdi. Fakat tüm bunlarla birlikte olumsuz algılar da yerleşik hale geldi ve Filistinliler dünya tarafından pervasız ve şiddet yanlısı olarak algılandılar. Bu algı günümüzde bir nebze zayıflamış olsa da, Filistinliler ne zaman daha “sert” direniş yöntemlerine başvursalar tekrar ağırlık kazanıyor. İkinci İntifada esnasında düzenlenen intihar saldırıları bu türde bir örnek.

Münih’te yaşananlardan bir sonuç çıkaracaksak, o da Filistinlilerin uluslararası düzeyde meşru görülen idealleri ve benimsedikleri yöntemler arasında hassas bir denge ilişkisi var. Filistinliler çaresiz kaldıkça, amaçlarına daha sıkı sarılıyorlar. Diğer yöntemler seçenek olmaktan çıktıkça, giderek daha tartışmalı yöntemlere başvuruyorlar. Birçok Filistinli için alternatif, ulusal yok oluş demek.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab