Hannah Alshaıkh İster merkez sağ, ister merkez sol kazansın… İsrail’deki seçimlerin Filistinliler açısından hiçbir önemi yoktu. ‘Bu nasıl olabilir?’ diye mi düşünüyorsunuz? Başbakan Bünyamin Netanyahu, 9 Nisan günü yapılan seçimlerde beşinci defa kazandı. Sonuçlar şaşırtıcı değildi. Sağcı başbakan İsrail’de hâlâ oldukça popüler. Görevdeki performansı halkın yüzde 52’si tarafından ‘olumlu’ bulunuyor. İzlediği saldırgan politikalar, sağcı seçmenin […]

Filistinliler için değişen bir şey yok

Hannah Alshaıkh

İster merkez sağ, ister merkez sol kazansın… İsrail’deki seçimlerin Filistinliler açısından hiçbir önemi yoktu. ‘Bu nasıl olabilir?’ diye mi düşünüyorsunuz? Başbakan Bünyamin Netanyahu, 9 Nisan günü yapılan seçimlerde beşinci defa kazandı. Sonuçlar şaşırtıcı değildi. Sağcı başbakan İsrail’de hâlâ oldukça popüler. Görevdeki performansı halkın yüzde 52’si tarafından ‘olumlu’ bulunuyor. İzlediği saldırgan politikalar, sağcı seçmenin gönlünü kazanarak zafere koşmasını sağladı.

Seçimin akıbeti birçok kesim açısından önem taşıyordu. Fakat İsrail yönetimi boyunduruğu altında yaşamak zorunda kalan ve çoğu seçme hakkından yoksun bırakılan Filistinliler açısından genel kanı, seçimin hayatlarında hiçbir fark yaratmayacağı yönünde. İsrail varlığı gitgide artan Batı Şeria’da ve işgal altındaki Gazze şeridinde yaşayanlar biliyor ki, Netanyahu ve sağcı partisi iktidardan inse bile yaşadıkları çileler son bulmayacak.

ABD’de bazı kesimler Benjamin Netanyahu ve partisinin seçimi kaybetmesini, zaferin Benny Gantz liderliğindeki ‘merkez’ Mavi ve Beyaz Partisi’ne gitmesini umuyorlardı. Bunun Filistinlilerin maruz kaldığı kötü muameleyi sonlandırabileceğini düşünüyorlardır. Birçok insan için, problemin kökeninde Netanyahu yatıyor. Fakat Filistinliler, problemin Netanyahu’dan daha köklü olduğunu, ondan sonra da devam edeceğini biliyorlar.

Batı Şeria’da Filistinliler ‘dünya tarihinin en uzun işgali’ altında yaşıyorlar. İsrail devleti tarafından yerinden edilen Filistinliler Gazze, Batı Şeria, Ürdün, Suriye ve Lübnan’daki mülteci kamplarında yaşıyor, ana yurtlarına dönmeyi umuyorlar – ki bu uluslararası hukuka göre sahip oldukları bir hak.

Milyonlarca Filistinli, siyasi ve insan haklarını savunacak bir platform bulamıyorlar. Bu ‘vatansız’ insanlar İsrail’in mutlak kontrolü altında yaşamalarına rağmen, İsrail’in parlamento seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip değiller.

Aynı zamanda İsrail nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Filistin kökenli vatandaşların durumu da iyi sayılmaz. Oy kullanma hakkına sahip olsalar da ‘ikinci sınıf vatandaş’ olarak görülüyor ve topluluklarını inşa etmekte, Yahudi İsrailliler ile eşit koşullarda yaşama anlamında büyük kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyorlar.

Mesele Filistinliler haklarına geldi mi, partiler arasında pek fark olmadığını herkes kabul ediyor. Dolayısıyla seçmenin önemli bir bölümünün sandığı boykot etme yoluna gitmesi şaşırtıcı değil. Bu seçimlerde Filistinli İsraillilerin sandığa gitme oranı tarihin en düşük seviyesindeydi.

İsrail’de parlamento seçimleri ‘Filistinlilerin çilelerini bitirmek’ üzerine bir referandum değil, Gazze ablukasını bitirme referandumu değil, Batı Şeria’daki işgali bitirme referandumu değil, mültecilerin ülkeye dönmesine izin verme ya da Filistin asıllı İsrail vatandaşlarına eşit haklar verme referandumu da değil.

Mesele Filistinlilerin durumuna geldi mi, seçim sürecinde İsrail medyasında dönen tartışmalar hangi liderin sözde ‘barış sürecini’ nasıl yürüteceğine yoğunlaşmıyor, hangi adayın Filistinlileri daha etkin ve sert yöntemlerle bastıracağına vurgu yapıyordu. Netanyahu’nun ‘merkez aday’ kabul edilen rakibi, generallik yaptığı dönemde kaç Filistinli öldürdüğüne, Gazze’yi bombalayarak nasıl ‘taş çağına’ geri döndüğüne atıf yaparak övünüyordu.

Şunu da unutmayalım: Gazze ablukası ilk olarak liberal, merkez parti Kadima’nın lideri olarak Başbakanlığa seçilen Ehud Olmert iktidarı zamanında uygulanmıştı ve 2008-2009 yılları arasında yapılan Dökme Kurşun Harekatı’nda Bin 400’den fazla Filistinli hayatını kaybetmişti.

Birçok Filistinli için 2019 Parlamento seçimlerinin hiçbir önemi yoktu çünkü ana akım partiler statükoyu sürdürmek anlamında görüş birliğine sahipti.

İsrail geçtiğimiz sene Ulus-Devlet Yasası’nı yürürlüğe koydu ve bu yasa İsrail devletinin yalnızca Yahudilere ait olduğunu, İbranicenin tek resmi dil olduğunu açıkça ifade ediyor ve İsrail’in ‘tüm yurttaşlara’ ait bir devlet olmadığını net bir biçimde ortaya koyuyor. Bazıları bu yasayı Netanyahu’nun milliyetçi aşırılığının dışavurumu olarak görse de, Filistinlilerin bunu ‘geçmişten kopuş’ niteliğinde bir istisna görmesi hayli güç.

Filistinliler için İsrail’in ‘sözde demokrasinin’ kuruluşu mülksüzleştirme, etnik temizlik ve ayrımcılık üzerine kurulu. İsrail 1950 yılında ‘Sahipsiz Topraklar Yasasını’ yürürlüğe koymuştu ve İsrail devletinin kuruluşu esnasında şiddetten kaçarak evini terk eden Filistinlilerin evleri ve toprakları ‘sahipsiz’ olarak tanımlanmıştı. Şiddetten kaçanlar aslında katliam korkusuyla geçici olarak evlerini terk etmiş, ya da zorla başka yere sürülmüşlerdi. Devlet de gelip bunlara el koymuştu.

Tüm yurttaşlarının devleti olmayı alenen ve gururla reddeden bir devlet kendini nasıl ‘demokratik’ olarak tanımlayabilir ki? Netanyahu gibi bir şahsiyetin İsrail siyasetinde bu kadar önemli bir yere sahip olmasına vesile olan koşullar, İsrail devleti tarihinin her safhasında mevcut.

Netanyahu ister koltuğundan insin, ister iktidarını sürdürsün. Filistinliler her halükarda oy kullanmaktan, İsrail seçimlerine özgürce katılmaktan mahrum kalıyor. Mevcut durumun aksine, iki uluslu demokratik bir devletin tüm yurttaşlarını kucakladığı başka bir gelecek belki de bir gün mümkün olabilir. Fakat o zaman gelene dek Filistinlilerin ve İsraillilerin barışı adil bir biçimde inşa etme şansı, sandıkta kazanılmayacak.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Vox