Her yerden ölüm haberleri geliyor. AKP’nin 13 yıllık iktidarından sonra geldiğimiz nokta ortada; her bir köşesinde çatışmanın vuku bulduğu, sınırlar ötesine F16’ların bomba taşıdığı, sigara böreklerinin bile şiddet ortamına ayak uydurduğu, geleceği belirsiz bir ülke!


Bu iç karartıcı ortamda, bir yandan da koalisyon arayışları sürüyor. Devletin en tepesinde 13 yıl kesintisiz iktidar kullanıp, her istediğini yaptırmaya alışmış anlayış koalisyon istemiyor. Tek başına iktidarını, bedeli ne olursa olsun kullanmak için, çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatıyor.


Bu durum halktan arındırılmış yüksek siyasetin iflası; sırada memleketin iflası var. Gelinen durumun bir numaralı sorumlusu Erdoğan ve AKP bir kenara çekilmek bir yana, “biz ve tek başımıza” diyorlar; yaptıkları yapacaklarının garantisi. Bu büyük iflası anlayıp, çözüm üreteceksek, Erdoğan ve AKP’nin ötesine geçip, büyük resme bakmak gerekiyor.


Geçen dönemde, toplumun hiçbir zaman vakıf olamadığı bir biçimde, kapalı kapılar ardında, derin devlet katında, paralel yapılar arasında kavga ve müzakerelere şahit olduk. Toplumun hiçbir zaman vakıf olamadığı birtakım güç merkezleri, tam anlayamadığımız saiklerle kirli bir mücadeleye girişip, birbirlerine darbeler yaptılar.


17 Aralık soruşturmaları siyasal ve ekonomik güç merkezlerinin kirli ilişkilerinin bir bölümünü ortaya serdi. Ama bilgiyi “servis eden” güç merkezlerinin kendi gündem ve çıkarlarının belirlediği bir çerçevede öğrendik, ne öğrendiysek.


Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarının hikâyesi de aynı kirliliği, karanlık gündemi ve operasyonları içinde taşıdı. Memleket ne olduğunu anlayamaya çalışırken, hukuksuzluklarla bezenmiş davalar ardı ardına çöktü.


AKP’nin Suriye’ye yönelik emelleri ve operasyonlarında da aynı kirlilik, gizlilik kim olduğunu tam tespit edemediğimiz güç merkezleri vardı. MİT ve Dışişleri temsilcilerinin konuşmaları, silah taşıyan araçlara yapılan operasyonlar da aynı kirliliği taşıyordu; bu bilgileri servis edenler gibi!


Bu resmin dışında görünen barış ya da çözüm süreci de aynı bilinmezlik içinde yüksek siyasetin güç merkezleri tarafından ve kendi gündemleriyle yürütüldü. Oslo Görüşmeleri’nden Dolmabahçe Mutabakatı’nın içeriğinden, toplum kıyısından köşesinden sızdırıldığı ölçüde, haberdar oldu. Ardından, yükseklerde esen rüzgâr yön değiştirince, haberdar olduklarımızın inkârı, barış sürecinin bitirilişi ve savaş düğmesine basılışı geldi.


Bütün bu karmaşık ve bilinmezlerle dolu mücadele ve müzakerelerin sonucu bugün geldiğimiz nokta, bu kirli güç merkezlerinin ve onların siyaset tarzının önümüze koyduğu korkutucu bir savaş durumu. Bedelinin bu süreçlerde dahli olmayan sıradan insanlar ödüyor.


Bu arada gözler koalisyon görüşmelerine çevrilmiş, “bir çözüm bulunsun” diye bekleniyor! İyi de, bugünü yaratanlar inisiyatifi elinde tutarken, bu görüşmelerden bir çözüm çıkabilir mi? Çıkarları o yönde değilse, ki öyle görünmüyor, yüksek siyaset katlarından beklenen “iyi haber” gelmeyecek. Olur da, kenbir çözüm üretilirse, o da kendileri için, meşruiyetlerini tümüyle kaybetme korkusuyla olacak!


O zaman, nasıl çıkılacak bu savaş ortamından? Çözüm için başka bir yere, yüksek siyasetin dışına, dışarda bıraktığı bir yere bakmak gerekiyor.


Yakın dönemde, yüksek siyasetin karanlığında, aydınlığa işaret eden tek siyasi irade ve müdahale Gezi başkaldırısıydı. Sokaklara çıkan sıradan insanların isyanının gerisinde yüksek siyasetin tarzına, kirliliğine, antidemokratik uygulamalara ve dayatmacılığına duyulan tepki vardı.


Önümüzdeki dönemde, memleketi bu karanlıktan çıkaracaksa, bu irade çıkaracak. Bu irade ve isyan, tekil çıkarların karşısında toplumsal faydayı, karanlık karşısında aydınlığı, gizli kapaklı iktidar teknikleri karşısında saydamlığı halkların iradesi olarak yükseltip, savaş çığırtkanlığının karşısına güçlü bir barış inisiyatifiyle çıkabilirse, işte o zaman Türkiye yüzünü aydınlığa dönecek.


İşte o gün filler tepişirken, çimenler ezilmeyecek.