Sınıfsal farklılıkların insanı boğan eksiklik duygusu ve yaralı bir çocukluk üzerinedir ilk hikâye. “Yoksulluk ruhu” üst başlığı vardır. Belki de başlık konmaz hiçbir öyküye.

Kıyının bir ucundan başlarız, orada 60 yaşlarında, tedirgin, sakallı iki erkek görürüz, giyimlerinden Müslümanlıklarını göstermek isteyen insanlar olduklarını anlarız. Yakınlarında pamuk helva yapan, bir ağacın gölgesine sığınmış yaşlı bir adam da vardır, ayaklarıyla pedalı çevirmekte ve pamuk helva yapmaktadır.

Kamera onların üzerinde durmaz, ilerler kıyı boyunca, sağ tarafımız kayalıklar ve deniz, sol tarafımız yerleşimin olduğu taraftır.

Kıyıda denize iki sopaya bağlanmış ipler, iplerde balonlar dizili, renk renk. Hemen orada hem tüfek hem de silahı olan bir satıcı vardır, uzun boyludur, elbiseleri yıpranmıştır, hatta kirlidir. Onun yanında ondan daha kısa boylu, biraz daha çirkin olan, elinde uzun yuvarlak naylon bir torba içinde kâğıt helva satan bir adam vardır. İkisi de doğuludur, konuşmalarından Kürt olduklarını anlarız, kırma bir dil kullanırlar, hem Türkçe hem Kürtçe konuşurlar, aksanlıdırlar. Köyden bahsederler, zorunlu göçle gelmişlerdir. Uzun boylu, yakışıklıca, atış yaptıran konuşmanın hâkimidir, ötekisi büyük biriyle konuşurmuş tavrına sahiptir.

Onlar konuşurken bir kadın kollarında bir bebek, yanında eteğinden tutmuş 5 yaşında bir erkek çocukla görüntüye girer, çocuğun elinde naylon bir poşet vardır, yaklaşırken kısa boylu Kürt’ün gözleri büyülenmiş gibi bakar, uzun boylunun yuva kurmuş olması, bodrum katı da olsa bir evinin olması onun ulaşamayacağı, kaderin ona verip vermeyeceği belli olmayan ihtimallerdir. Onlardan önce görüntüye 4 kişi girer, iki erkek iki kız, gençtirler, 20-25 arasıdır yaşları, giyimlerinde kentli kültürü andırmayan bir hal vardır, kızlar ahenksiz makyaj da yapmışlardır, saçlarını kırma sarıya boyatmışlardır. Erkeklerin biri tüfek, diğeri tabancayla balonlara atış yaparlar, bir yandan da konuşuyorlardır. Daha sonra da kızları da özendirirler, gönülsüz de olsa onlar da denerler, nişancılık üzerine konuşurlar gülüşerek, aralarında rekabet büyüklenme havası hiç eksik olmaz konuşmalardan.

Tüfekçiye çocuk torbayı vermeye çalışır, poşette bir ekmek vardır, içinde de soğan, peynir, zeytin, domates. Babası annesine kızgın bakar, zamanı mı şimdi havalarında. Kadın çocuğu kendine çeker. Kâğıt helvacı çocuğa şefkatle ve hasetle bakar. Çocuk kenarda kayalıklara sırtını vermiş beklerken, gözleriyle kâğıt helvaları yer, kadın hiç konuşmaz, doğululara özgü beyaz eşarpla başını bağlamıştır, ağzını da kapatmıştır.

Kâğıt helvacı, kendi eksikliğini iyice hisseder, durduğu yerde ezilir, sanki o anda helvacılıktan utanır gibidir, hiç konuşmaz, tüfekçinin keyfi iyice yerine gelmiştir, art arda atış yapmaktadırlar. Helvacı bir bekâr odasında 4 kişiyle kalmaktadır, tek başına göçmüştür, ailesi göçmemiştir, başarılı olursa geleceklerdir. Tüfekçinin karısı loğusa dönemindedir, ama aynı zamanda kapıcılık yapmakta yakındaki apartmanlara merdivenleri temizlemek için de gitmektedir, elbette çocuk yaştaki kayınları ile birlikte, aile üç kuşak bir arada yaşamaktadır.

Modernitenin imtihanı. Kamera tüfekçiyi geçer, kıyıda olanları genel olarak görürüz, kayar kamera, ilerde bu kez solda küçük bir çocuk parkı vardır. Çocukla sallanırlar, kayarlar, 10 çocuk ve yanlarında yetişkinler vardır. Sıra bekleyen 5 yaşında bir çocuk, yanında güzel türbanlı annesi vardır, ikisi de çok temiz ve markalı giyinmişlerdir. Epey ileride babaları vardır, baba uzaktadır, bulunduğu zemin parktan yüksektir ve tırabzan vardır aralarında, anne çok tedirgindir, çocuk ise babasına özlemle ve öfkeyle bakmaktadır. Mahkeme kararıyla karısına yaklaşması yasaklanmıştır. Tacirdir, ama işleri son zamanlarda bozulmuştur. Çocuk beş yaşındadır, ama çok yeteneklidir, okuma yazmayı, çarpım tablosunu bilir. Kocasının imam nikâhlı bir eşi daha vardır, işlerinin gerginliği ve imam nikâhlı karısına olan itirazları nedeniyle karısını döver, ama çocuğunu şiddetle sahiplenir. Bütün çocuklar gibi bizimki de ebeveynlerinin iyi geçinmesini ister, ama aynı zamanda annesini dövdüğü için babasına karşı öfkelidir. Türbanlı kadın üniversite mezunudur, ama evlendikten sonra işini bırakmıştır, ailesi boşanmasına karşı çıkar, o ise artık dayanamaz ve yeni bir hayata başlamak ister, davalıdırlar.

Kadının halinden gergin olduğunu anlarız, çocuğu onun güvencesi gibidir, gelecek korkusu yaşar, hem kocasına hem de ailesine karşı çıkmıştır, iş tecrübesi yok gibidir, yeniden çalışmaya başlamayı düşünür, bir yandan çocuk bakacak, bir yandan çalışacak, bir yandan ailesi ile uğraşacak, yakın gelecek onu ürkütür, mahalle baskısı da cabası. Evlendikten sonra türban takmıştır, şimdi çıkarmayı da düşünür, inançlıdır, ama bütün bu mahalle-aile-görülen dava sürecinde türbanını çıkaramaz.

Salıncak sırası nedeniyle çocuklar arasında çekişme olur, tedirgin çocuk ötekini iter, bağırış çağırış olur ve orada bekleyenler hem ayırmak hem de olay üzerine sürekli yorum yapmak derdinden olay gittikçe büyür. Modernlik, o çocuk, çocuk yetiştirmeyi bilmezsiniz, Atatürk Türkiye’si, çocuk yüzünden kavga olmaz, sen kendi çocuğuna bak… Çocuklar yatışmıştır, büyükler ayırmıştır, salıncak boşalmıştır, ama büyüklerin tartışması bitmez, küfür yoktur, ama hepsi çok sinirlidir, ölçüyü aşan sözler nedeniyle tartışma her birinin diğerinin dünya görüşü, hayatı, değerleri üzerine bir tartışmaya dönüşmüştür. Koca olduğu yerde kala kalmıştır, fiziksel şiddet olmadığı için durduğu yerde kalır. Kadının ürküntüsü çok daha fazladır, kıpkırmızı olmuştur, hem kocasından, hem de iç dünyasında modernliğe dair kopan büyük fırtınaların yarattığı çelişkilerden. Biraz önce yaşlıların yanında elindeki masal kitabını okuyan çocuğa övgüler yağdıranlar vardı, bu yaşta diyerek, şimdi ufak bir gerginlik, muhtemelen çocuğu yüzünden bir hasetle de birleşerek, etkili bir diğerinin varlığına katlanamama durumuna dönüşmüştür, her iki taraf da istemese dahi tartışma sonlanamamaktadır. Bu tartışma bile türbanlı kadının kendisini bekleyenlere dair korkusunu büyütür, nasıl da susmak istemektedir, ama ne terbiyesi, ne insanlığı susmasına izin vermez, çocuğunu da savunmak zorundadır, diğerlerinin önyargısına kurban gitmeyi de kabul edemez, kendine de yakıştıramaz, o kadar kendini açmazda hisseder ki çaresizlikten boğulmakta ve kadere isyan etmektedir.