Atılgan uzay gemisinden Kaptan Kirk, Mister Spock ve Turist Ömer, Orin 7 gezegeninde tuhaf bir düşmanla mücadele etmektedir. Kılık değiştirerek yaklaşıp bedenlerindeki tuzu emmeye çalışan bu canavar bir ara Mr. Spock’ın tanıdığı bir Vulkanlı kadına dönüşür. Turist Ömer ışın tabancasıyla canavarı öldürmek ister, Mr. Spock araya girer. O zaman Turist Ömer’in şu korkunç sözü söylediğini duyarız: “Ya çekil önümden be Allah aşkına! Hayatımda bi kere karı vuracaktım be, çekil be!” (Turist Ömer Uzay Yolunda, 1973)

Yeşilçam filmlerinde tüm jönler döver, tüm kadınlarınsa dayak yeme potansiyeli vardır. Hatta Yeşilçam’la ilgili parodiler bile tokat sesinden geçilmez, jön bey “Yalannn! Yalan söylüyorsun!” diyerek karşısındaki kadına tokadı basar. Bu filmlerin çoğunda, özellikle ‘80lerde yapılmış olanlarında, ne yazık ki o tokat epey işlevseldir; şiddet uygulanan kadın karakterin toplumsal normlara uygun biçimde değişimine yol açan bir dizi olayı tetikler. Bireysel silahlanmanın yasal düzeyde zor veya kolay olması da sorun değildir, Yeşilçam filmlerindeki evlerin neredeyse hepsinde silah bulunur, jönlerin namus temizlemek için silaha erişimi kolaydır.

Filmler hayatı yansıtır, hayat filmleri taklit eder. Filmler bize nasıl yaşamamız, hangi durumlarda nasıl tepki vermemiz gerektiğini öğretir. Çocukluğunuzda kendinizi izlediğiniz filmlerin kahramanları gibi hayal ettiğiniz anları düşünün. Kendi adıma söylemem gerekirse, gerçek bir tabanca görmeme daha yıllar varken kovboy filmleri sayesinde bir Smith&Wesson’ın horozunu kaç farklı şekilde kaldırabileceğini bilen bir oğlan çocuğuydum.

Ama bu fazlasıyla ürkütücü ve kontrol dışı özdeşleşme ve öğrenme süreci beni hayatımın hiçbir anında silahlı şiddete yöneltmedi, çünkü hem gerçekle kurmacayı hem de iyi ile kötü arasındaki farkları ayırt edebilmemi sağlayacak rasyonel eğitim kaynaklarım da vardı. Bu yüzden, her ne kadar elimizde filmlerin etkisiyle yaşanan şiddet olaylarına dair uzun bir liste varsa da, sinemanın, bilgisayar oyunlarının vs. bir insanı kan dökmeye tek başına yönlendiremeyeceğini biliyoruz.

Son 10 yıldır yapılan filmlere baktığımızda, kadının namus için dövüldüğü ya da öldürüldüğü filmlerin yok denecek kadar azaldığını görüyoruz. Ama kadın cinayetlerinin sayısı inanılmaz bir hızla artıyor. 2010’da 180 kadın öldürülmüşken takip eden yıllarda bu sayı sürekli yükselmiş, 2019’da 474 olan sayı henüz bitirmediğimiz 2020’de karantinaya rağmen şimdiden 200’e ulaşmış… Çocuklara ve hayvanlara yönelik şiddet de filmlerde pek rastladığımız bir şey değil, ama her hafta bununla ilgili korkunç haberlerle karşılaşıyoruz. Demek ki gündelik hayatta görülen şiddetin kaynağını başka yerlerde aramak gerekiyor.

Türkiye’nin son 15 yılı, gücü eline geçirenin hayatın her alanında kendinden zayıf olanı ezmeye yöneldiği korkunç bir tarihsel dönem oldu. Dahası, en maço film karakterlerini bile utandıracak olaylar yaşandı: Filmlerde pusu kurmak, arkadan yaklaşmak, silahsıza silahla saldırmak kalleşlikti mesela, ama ‘Ermeni’yi aynen bu şekilde vuran katil kahraman ilan edildi. Filmlerde bize çok sayıda kişinin tek bir kişiye saldırmasının namertlik olduğu öğretilmişti mesela, ama bu ülkede Temmuz 2013’te ‘reyiz’leri tarafından yönlendirilen insanlar bir araya gelip bir genci döverek öldürdü. Filmlerde ‘düşman’ın ailesine zarar vermenin alçaklık olduğu anlatılırdı mesela, ama bu ülkede ‘reyiz’inden emir alan polis 14 yaşında bir çocuğu öldürdü.

Sürekli hedefler gösteren bir ‘reyiz’ etrafında örgütlenmiş AKP iktidarı bariz biçimde bir şiddet iktidarıdır. Yani beyazperdeden önce bakılması gereken yer siyaset sahnesidir. Yıkıcı eril şiddeti önlemek için ortaya konmuş İstanbul Sözleşmesi’nden bile çıkmak isteyen bir iktidar varken, Turist Ömer’in ‘karı vurmak’ için yalvarması nedir ki?!