Filozof Ahmed, ‘neşeli bilim olarak’ felsefenin güncel yönünü dışavuran bir eser. Berrak bir çeviri eşliğinde Badiou’nun dil ustalığı ve zaman-mekân kurgusu maharetini gözler önüne seren Filozof Ahmed, bir bakıma herkesin hikâyesidir

Filozof Badiou’nun filozof Ahmed’i

KANSU YILDIRIM

Herkes filozof olabilir mi? Bu soruya yanıt arayanlardan birisi Althusser’dir. Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş’te “Son kertede filozof dediğin nedir? Şöyle derdim: Teori alanında savaşan bir adam”. Althusser, “idealist felsefenin egemenliği” ve “sırra ermişler”e hitap eden ezoterik dili nedeniyle felsefenin ayrıcalıklı hale getirilmeye çalışılan konumuna itiraz eder ve ekler: “Hayır, felsefe, felsefe öğretmenlerinin malı değildir. (Diderot, Lenin, Gramsci ile birlikte) ‘Her insan filozoftur’ demekten korktular”. Tıpkı Gramsci’nin aydınlar üzerine yazarken “herkesin aydın olduğu söylenebilir: fakat toplumdaki herkes aydınların işlevine sahip değildir” tespitinde olduğu üzere...

Marksist epistemolojide sorun nettir; filozof olmanın nihai belirleyeni 11’inci Tez’in anonimleşen öğüdü “dünyayı değiştirmek”tir. Filozofu yetenekli üslup ustalarından ve demagoglardan ayıran kavşak, anlamak ve değiştirmek ikiliğidir. Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun deyimiyle “bilginin teorisinin üst mahkemelerini” kurarak hükümler yağdıran bir mahkeme başkanı ile filozof arasındaki farkın belirginleştiği yer burasıdır.

“Herkes filozof olabilir mi?” sorusuna tiyatral bir yanıt, Alain Badiou’dan gelir. Yoğun matematik ve düşünce tarihi yüklü Varlık ve Olay, Etik, Platon’un Devleti, Komünist Hipotez ve diğer eserlerinden bildiğimiz Badiou dışında, oyun yazarı bir Badiou daha vardır. Söz konusu soruya toplumsal ve siyasal bir yanıt verir: Ahmed. “Uyanık Ahmed”, “Filozof Ahmed”, “Ahmed Kızıyor” ve “Balkabakları” oyun dörtlemesiyle hayat bulan Ahmed, Badiou’nun düşüncesinde siyasal bir öznenin yaşamından kesitlere tekabül eder.

Dörtlemeden oluşan Ahmed serisi bir tiyatro oyunundan fazlasıdır. Badiou’nun altını çizdiği üzere, “Mallarmé’nin söylediği gibi tiyatro üstün bir sanattır” çünkü felsefe ve tiyatro arasında Platon’dan bu yana kurulan “başat” ve “zor” bir ilişkiyi yansıtır. Felsefe ve fars arasında kurulan ilişki, duyumsanan dünyanın yeniden ölçeklendirilmiş yansımasıdır. Badiou, felsefe ve tiyatroyu sentezlerken ölçeğini sahneye ve özneye göre ayarlar.
Öncelikle sahne didaktik bir felsefe mekânı olarak kurulur. Buna yol açan Badiou’nun tiyatroya yaklaşımıdır: “Kendi içinde, kendi kaynaklarında, düşüncenin son derece aktif bir biçimi” olarak tiyatro, “düşüncenin bir eylemidir”. Ahmed serisinde ifade bulan komedi ve fars ise, Hegel’in tiyatro estetiğinde vurguladığı üzere tiyatronun “en saf, en zor notalarıdır”. Çünkü fars, “günlük sıradanlık içinde barınan kahramanlığı çekip çıkarmayı, herhangi bir dilsel olayın, kahkaha aracılığıyla, yepyeni bir zafer öyküsüne, kahramanlığa dönüşme imkânı yakalamasını sağlamayı hedefler”.

Sahnede tecessüm eden Ahmed, “diyagonal” öznedir. Ahmed kafamızı kaldırıp etrafımıza baktığımızda yanımızdan geçebilecek ve her an şeytanileştirilerek iç politikanın motivasyon kaynaklarından birisine dönüştürülebilecek –Badiou’nun başka bir eserinde kullandığı tanımı buraya taşırsak– “adlandırılmayan” bir figürdür. Badiou, antik komediye hareket verenin köle, klasik komediye hareket verenin uşak olduğunu belirtir ancak Ahmed diyagonal özelliği itibariyle klasik komedyanın sınırlarını aşar. Ahmed’in ismi ve cismi vardır.

Cezayirli Ahmed veya oyunlardaki Afrikalı bir kadın Fenda, eserde özgün bir tercihtir. Badiou basit ve basit olduğu kadar çarpıcı biçimde Ahmed’in evrensel ve diyagonal yönünü karşılaştırmalı biçimde serimler: “Eğer bir Alman olsaydım, Ahmed şüphesiz Türk olurdu, Belçikalı olsaydım, Faslı olurdu, Yunanlı olsaydım, Arnavut olurdu, Macar olsaydım, Çingene olurdu, İngiliz olsaydım, Pakistanlı, A.B.D vatandaşı olsaydım, Meksikalı olurdu ve İtalyan olsaydım, bir Sicilyalı, Sardunyalı ve hatta bir Napolili olması bile yeterli olurdu”.

Ahmed, saf bir biçimde “öteki”den fazlasıdır; ekonomi-politik ve uzamsal bir yerleştirmeyle “güneyli emekçidir”. Kuzey’de ikamet eden insanların “yaşamlarında ve üretimlerinde” karşılaştığı sınıf kininin tezahürlerine (“korkakların öfkesine” ve “kindarlığına”) karşı mücadele halindeki “emekçi”dir. Badiou, Mao’nun bir sözünün Ahmed’in varolma mücadelesindeki dirayetine atfen şöyle revize eder: “Köylünün gözleri doğruları görür. Biz de şöyle söyleyelim, Güneyli emekçinin gözleri uzağı görür”. Ahmed’in “uzağı görmesi”, ufuk taraması yapma imkânı dışında, sıradanlaşmış ırkçılık, toplumsal adaletsizlik, ayrımcılık ve zor çalışma şartlarına karşı bir tür “gizli senaryodur”.

Badiou’nun zihninde diyagonal özne Ahmed’i belirginleştiren temel faktör, siyasettir. 1984 yılı yazında, resmi söylemde “mülteciler” olarak adlandırılan “fakat aslında şehirlerde yaşayan emekçilere karşı alınan katı tedbirler ve ağır vergi yüklerinden başlayan”, can ve mal güvenliğini tehdit eden sıradan faşizmin yükselişine uzanan bir toplumsal yapı Ahmed’i cisimleştirmiştir. Moliere’in Scapin’in Üçkâğıtçı oyunundan ilham alan Badiou, güneyli emekçi Ahmed’in hatlarını belirginleştirir.

Ahmed, “saf ve yalın vahşi kapitalizme teslim olmuş dünyanın toplumsal karesinde, bir anda çıkagelen”, “bu dünyayla ortak bir görüşe sahip olmayan bambaşka bir dünyaya” ait izlenimi uyandıran “yabancıdır”. Ne var ki, Ahmed, saf tiyatral enerjisiyle piyasa ekonomisi, seçimler, insan hakları, finans dünyası, vd. şeylerin “saf bir söylemden ibaret olarak görülebilecek ve sökülebilecek bir yapı olduğunu” gösterdiği ölçüde olayların tam merkezinde yer alan bir “buralıdır”. Ahmed’in fars ile filozofluğu arasındaki rabıta burada yatar; Ahmed uzağı görüp yakını anlayabildiği kadar, koşullarını değiştirmek için bir filozof cüreti de taşır.
Ahmed’in güdülmeye ihtiyacı yoktur; aksine “çobanları” ve “sürü sahiplerini defetmesi” gereklidir. Badiou’nun Platon’un Devleti’ni hatırlayabiliriz: Devlet iktidarını elinde bulunduranları çobanlara ve sürü sahiplerine benzeten Badiou, yönettikleri yığınların sırtından büyük bir şahsi kazanç elde etmeyi amaçladıklarına dikkat çeker. Onların iyiliği, genel iyinin menfaatine değildir. Ahmed’in “güneyli emekçi” olarak yaşadıklarının sebebi, sürü sahiplerinin (özel mülkiyet) ve çobanların (kapitalist iktidar organları) hâkimiyeti altındaki nizamın kendisidir.

Dört eserden oluşan Ahmed serisinin, 34 oyunluk ikinci kitabı Filozof Ahmed, “neşeli bilim olarak” felsefenin güncel yönünü dışavuran bir eserdir. Berrak bir çeviri eşliğinde Badiou’nun dil ustalığı ve zaman-mekân kurgusu maharetini gözler önüne seren Filozof Ahmed, bir bakıma herkesin hikâyesidir.