Sakıncalı El Kitabı sahte ve ikiyüzlü bir etik anlayışının yörüngesini bozarak, kendimizi sorgulayabileceğimiz çok ve çeşitli düşünce süreçlerine yönlendiriyor.

Filtresiz hesaplaşma temrinleri...

İbrahim Karaoğlu

Yaratıcı çabasının kalbinde çoğunlukla kadınlar var. Kadın figürlerini, oryantalist izleklerle odağına almış resimlerinin. Kendine özgü yorumlarla bir biçem oluşturmuş. Yalın renklerle, yumuşak, heykelsi figürler çizmiş. Rengi çizimin bir aksesuarı gibi görmüş, çizginin renge üstünlüğüne inanmış ve Neoklasisizmi, Greko-Roman idealleriyle, kendi yorumlarıyla çoğaltmış bir büyük usta Jean-Aguste-Dominique Ingres. Geçmişin sanatsal kalıtını çok önemsemiş, sanatın geleneksel birikiminden çok yararlanmış. Neoklasisizmin “asil sadelik ve sakin ihtişam” felsefesini benimseyerek oluşturmuş yapıtlarını. Mekânı ve biçimi sunarken yansıttığı modernist tavrı kendisinden sonra gelen Matisse, Picasso gibi pek çok modernist sanatçıyı etkilemiş. Picasso, Kübizm’i ve modern sanatı simgeleyen ilk önemli tablosu “Avignonlu Kızlar” resmindeki figürlerinin kompozisyonunu ve pozlarını Ingres’in “Türk Hamamı” resminden etkilenerek yapmış. Matisse de dans figürlü resimlerinde Ingres’in figürlerinden çok etkilenmiş…


Yıllar önce, Louvre Müzesi’ni gezerken, Ingres’e ilişkin bildiğim şeyleri anımsayıp, onun en oryantalist resimlerinden “Türk Hamamı”nı çok merak etmiştim. Yaşadığı dönemde İtalya’dan daha doğuya gitmemiş ama Napolyon’un Mısır’ı almasından sonra oluşan oryantalizm modasından etkilenmiş: Doğu’nun sosyal yaşamındaki ritüelleri, Osmanlı Sarayı’nın hamam sefalarını çok gizemli bulmuş. Bir diplomat eşi olan Lady Montagu’nun ülkesine döndüğünde yazdığı “Şark Mektupları” kitabındaki hamam sahneleri ve sultanın cariyelerinin kendilerini sultana hazırlamaları vb. şeyler tetiklemiş hayallerini. Ve 82 yaşında, erotik bir hayali yücelterek yapmış “Türk Hamamı”nı. Yaşlılığında ürettiği bu erotik yapıtın ironisinden öyle zevk almış ki, resmin üzerine yaşını da yazmış. Aslında Napolyon’un isteği üzerine yapmış bu resmi. Prenses Napolyon, resmi çok erotik bulunca, iade etmişler Ingers’e. Ve o dönemin Osmanlı büyükelçisi olan Halil Paşa, erotik resimlere çok düşkün olduğu için o satın almış “Türk Hamamı” resmini. Yıllar sonra Louvre Müzesi’ne vermek istemişler, müze konseyi yapıtı çok erotik bulduğu için iki kez reddetmiş. Ancak 1911 yılanda satın almış “Türk Hamamı”nı.

“Le Figaro Dergisi” tarafından “19. yüzyılın en erotik resmi” seçilen bu yapıtın trajikomik öyküsünü öğrenince daha çok üzülüyor insan. Müzenin resmi hemen kabullenememesinin nedeninin “çıplaklık” olması ne acı. Rönesansı yaşayan bir coğrafyaya yakışmayan bir tutuculuk. İnsanın, bedenini, tenini; olduğu şeyi, hissettiği gerçekliğini sakıncalı konuma dönüştürüp; yaratıcı özgürlüğü, törel normlar üzerinden, hoşgörüsüz bir edeple ölçmenin dayanılmaz hafifliği bu. Aslında antik çağlar dışında hep var olmuş bir anlayış; sanatçının insan bedenini özgürce sanata dönüştürme süreci, geleneksel/toplumsal kurallar sistemi üzerinden denetlenmiş hep.

Aylar önce, dostum Bedri Baykam, “Genel ve Çok Özel İlişkilerin Sakıncalı El Kitabı” çıkmadan, PDF olarak gönderdiğinde; günlerce, uzun yolculuklar yaptım sayfalarının içinde. Ve hep Ingres’in “Türk Hamamı” resminin başına gelenleri anımsadım önce. Geçen yıl Gösteri Dergisi’nde, Baykam’ın “Le Bordel Philosophigue (Felsefi Kerhane)” resminin; görkemli bir buluşma ve göndermeler alanı olmasını; Picasso’nun, Barselona’da, Avignon Sokağı’ndaki genelevde, en eksiksiz, en güzel, en şuh ve en erotik halleriyle gösteriş biçimleri sergileyen hayat kadınlarının, en umarsız ruhlarını; Ingres’ten aldığı figürlerle kübist bir biçem oluşturarak yansıttığı “Avignonlu Kızlar” resminin varoluş biçimiyle, öyküsüyle, 20. yüzyıl başlarında sanat dünyasını nasıl da etkilediğini; geleneksel resmin kurallarını bozarak, kırık çizgilerin oluşturduğu geometrik biçimleri orantısız, perspektifsiz ve yeni bir biçemle, yeni soyutlayıcı bir dille sunan “Avignonlu Kızlar” resminin; bedenlerin ölçüsünü, atlasını değiştirerek, kadınların erotik ve şuh hallerini suretlerinden silerek; Afrika masklarının, heykellerinin arkaik suretlerine tercüme edişini yazmıştım. Dışavurumcu bir biçemin etkili olduğu bu resmine başlangıçta “Felsefi Genelev” adını koyan Picasso’nun, hem koyduğu adla hem de yarattığı biçemle çok tepki çektiğini; önce resmin adını değiştirip “Avignonlu Kızlar” koyduğunu, sonra da dostlarının eleştirilerinden etkilenip, ilk sergileyişinden sonra uzunca bir zaman resmi gizlemesini anlatmıştım… Ve yıllar sonra “Avignonlu Kızlar”ı; “Bu çarpıtılmış şiddet görüntüsü, kadının içindeki korkuyu tercüme ediyor. Sergilediği cinselliğin etrafındaki tezat, zevk ve ölüm korkusu aynı anda hissediliyor” diye betimleyen sanat yazarı Kirk Varnedoe’nun söylemiyle; resmin içeriğinin ve biçeminin çok iyi yorumladığından bahsederek; Baykam resmi “Felsefe Kerhanesi”nin de güçlü bir plastik dille, yeni bir öyküyle kurgulanmış iyi ve yeni bir tercüme yapıt olduğunu, Ingres’ten Picasso’ya, ondan da Baykam'ın resmine geçen figürlerin yeni bir dille, başkalaşarak; kolajın ve yeni dışavurumcu biçemin varsıllığıyla, göstergeleri ve göndermeleriyle çok etkili bir Bedri Baykam söylemine dönüşmesini yazmıştım… Sonra, kitap yayımlandı. Art Ankara 8. Uluslararası Çağdaş Sanatlar Fuarı’nda buluşup, uzun uzun söyleştik kitap üzerine. Sanata ilişkin her uğraşında yepyeni anlamlar dünyasıyla karşılaştırıyor izleyicisini, okuyucusunu ve meraklısını. Sanatsal yaşamının akışını düşleriyle yönlendiriyor hep. Hiç yorulmadan koşuyor düşlerinin peşinden. Bir şekilde gerçekleştiriyor hayallerini. Çünkü kendiyle ve idealleriyle yarışıyor. Sanatını en kült izlekler üzerinden yansıtmayı; insanı sanatın araçlarıyla, her defasında yeniden keşfetmeyi çok seviyor. Bu yazımda onunla yaptığımız söyleşiden uzun uzun bölümler paylaşacaktım ama bunun kitabı yeniden anlatmak olacağını düşündüm. Vazgeçtim bundan. Onun kitabın girişindeki sunuda söz ettiği “Öğretilenlere, dayatılanlara, tabi olduğumuz yalanlara ve normalleştirip kanıksadığımız tüm anormalliklere karşı Munch’un Çığlık’ı kıvamındaki bir tepkisellik”le, “hayatı kaynak göstererek”, “insanlığın yirmi birinci yüzyılın başlarında kendi özel yaşantısını ve yaşadığı dönem içinde toplumla olan ilişkilerini sorgulaması”nı, bize kendi yaşamımızla ve “dünya gerçekleriyle filtresiz yüzleşmeyi” önermesini çok önemsedim.

Bize kendimizi sağaltacak bir reçete sunmuyor “Sakıncalı El Kitabı”; sahte ve ikiyüzlü bir etik anlayışının yörüngesini bozarak, kendimizi sorgulayabileceğimiz çok ve çeşitli düşünce süreçlerine yönlendiriyor. Kendimize doğru uzun bir yolculuğa, içsel bir hesaplaşmaya davet ediyor…

Nikos Kazancakis’in “Dünyadaki pek çok insanın esas sorunu, henüz kendisiyle tanışmamış olmasıdır” aforizmasını duyumsatıyor. Çok uzaklara, kendi içinizde, kendinize doğru bir yolculuğa hazırsanız sizde buluşun “Sakıncalı El Kitabı”yla.