Bazen bizim dışımızda gelişen ve bizim hatamızdan kaynaklanan, fakat bunu görmezden gelip süreci kişisel ya da grup çıkarları adına devam ettiren bir kurgunun sebep olduğu yaptırım sayesinde, hiç ummadığınız yüzleşmeleri yaşamanız oldukça ilginç ve gerekli bir süreç oluyor.

İşte Finansal Fair Play bu yüzleşmemizi sağlayan gerçeklerden biridir. Birçok yüzleşmeyi sağlamasına rağmen bu süreçte bana göre iki tane önemli konu var.

Birincisi, üç büyüklerdeki yönetim mekanizmalarının yetersizliğinin ortaya çıkması.

İkincisi, üç büyüklerdeki teknik direktörlerin total anlamda taktiksel eksikliklerinin ortaya çıkması.

Ali Koç ve yeni Fenerbahçe kurgusunu bunun dışında tutup Aziz Yıldırım ve dönemini içine katmak sanırım daha gerçekçi olacaktır.

Yönetimlerin borçlanma sefası ile istedikleri oyuncuları alması kendilerine taraftar karşısında prestij kazandırdığı varsayarsak, yetersiz yönleri olan teknik direktörlere de bir avantaj sağlıyordu.

Her borçlanmada muhakkak bir kazanan vardır. Genelde bu kulüp olmuyor şahıslar oluyor. Çünkü borçlanma ile elde edilecek başarılar ve bunun getirileri uzun vadede kulüp için bir kazanç olarak geri dönebilir. Fakat, ne hikmetse bizde kulüp borçlandıkça bir çıkmaza giriyor. İktisatçıların özellikle incelemesi gereken bir şekilde kulübün zarar etmesine neden olan birçok başkan şahsi gelirleri o dönem zarfı içerisinde olduğundan fazla artıyor. Bunu anlamak çok zor!

Bunun yanında ilerlemiş yaşlarına rağmen, hiçbir zaman kazanılmayacak paraları elde eden yabancı futbolcular ortaya çıkıyor.

Bu bir kısırdöngü değil. Bu çok iyi tanzim edilmiş bir organizasyon. Sıfır emek, sıfır maliyet, bol kazanç.

Haliyle “FEDA”dan “SEFA”ya geçişler kabul görmeye başlıyor.

Halbuki her kulüp başkanı, başkan olmadan önce mal varlığını açıklasa ve her iki senede bir tüm kulüpler bağımsız uluslararası denetim firmaları tarafından incelense ve sonuç tüm kamuoyu ile paylaşılsa sanırım her şey daha normal ve demokratik olacaktır.

Tabii bunun yanında bu tip yönetim kurgusundan yararlanan teknik direktörlerde var. Çünkü yüksek kalibreli futbolcu ki yaşı ilerlemiş olmasına rağmen alınırsa, özellikle üç büyüklerdeki teknik direktörler için büyük bir şans olmakta.

Türkiye’deki teknik direktörlerimizin sistematik kurguya sahip belirli bir oyun prensipleri olmadığından, alınan bu futbolcular üzerinden sahada kurgu yapmak daha kolay ve zahmetsiz olmaktadır. Başarı olarak sunulan şey aslında sadece sahaya yerleştirilmiş yetenekli oyunculardan başka bir şey değildir. Herhangi taktiksel bir bütünlükten söz etmek mümkün değil. Sistem, oyuncuları sahada yan yana getirerek kullanmaktan ibarettir. Katkı ise var olan argümanların dışına çıkamamaktadır.

Ama şimdi iş başa düşünce kel göründü!

Rekabet koşullarındaki haksızlık ortadan kalkınca, her takım eşit seviyeye geldi. Haliyle sahada ortak mücadelede bir eşitlik söz konusu olmakta, bu da ister istemez farklılıkların belirgin bir eşitlikte (!) ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

İşte bir hafta önce altı atınca yere göğe sığdırılmayan hocalar, bir hafta sonra dört yiyince sorumlu olarak kafasını dışarıdakilere çevirmektedir.

Ama hiçbir zaman, hiçbir teknik direktör veya sorumlular gerçek sorunla yani gerçek yetersizliklerle ilgilenemedi.

İşte Finansal Fair Play böyle bir güzel durumu ortaya çıkardı.

Bu benim için önemlidir.

Önemli bir ayrıcalığı ortadan kaldırarak bir eşitlik sağlamış oldu. Çünkü bizim üç büyüklerin hatta Trabzon dahil, elde ettikleri ayrıcalık onları Avrupa’da farklı bir konuma getirerek ülke adına ciddi başarılar kazanmasını sağlamamaktadır. Eğer böyle bir ayrıcalık sağlamış olsalardı hem kulüpler mali açıdan ciddi girdiler sağlardı hem de futbol getirisi yüksek oyun kalitesine sahip bir ülke konumuna gelirdik. Fakat, bunların hiçbiri bu finansal getiri içinde olmayınca kulüplere büyük bir borç enkazı kaldı. Buradan da nemalanacak birilerinin olması kaçınılmaz olacaktır. Süreç artık futbolu araçsallaştırarak farklı amaçlar peşinden giden bir kurgunun ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Finansal Fair Play böyle devam etmeli. En azından kulüplerin canını bir nebze korumuş olur.

Aksi durum, kongrelerde yeni tezgahlanan tüzükler ile yeni bir süreç başlaması kaçınılmaz olur. Maalesef Beşiktaş bunu en acı şekilde yaşayacaktır. Yapacağı tüzük kurultayı ile 115 yıllık kulübü nasıl futbol amacı dışında kurgulanacağını gösterecektir. Ve acı bir şekilde örnek teşkil edecektir.

En basitinden, sivil toplum kuruluşu olan spor kulüplerinin gönüllülük esasına dayalı olarak yapılan kulüp başkanlığı rağmen, bu Finansal Fair Play’den sonra başkanlardan birinin çıkıp “kulüp başkanlarının belirli bir ücret alması gerekir” çıkışı ise zamanlama bakımından oldukça komik ve ilginçtir.