Bilindiği gibi Merkez Bankası yılda iki kez, “Finansal İstikrar Raporu” yayımlıyor. Bu raporlarda ekonomide uluslararası gelişmelere ve yurt içi gelişmelere kuş bakışı göz gezdirdikten sonra, sırasıyla hanehalkı, reel sektör ve finansal kesim masaya yatırılıyor. İşte 2016’nın ilk raporu 31 Mayıs’ta erişime açıldı.

Haliyle rapor resmi bir dille yazılıyor ve hükümete (yoksa Saray’a mı?) yönelik bir eleştiriye yanaşmadığı için suya sabuna dokunmuyor.

Burada raporun temel tesbitlerini moto mot alıp, mealini biz oluşturacağız.

* İktisadi faaliyette beklentilerin üzerinde bir büyüme gerçekleşmiştir:

2014 yılı Orta Vadeli Programı’nda 2015 yılı büyümesi yüzde 4 tahmin ediliyordu, gerçekleşme aynen yüzde 4 oldu. Demek ki gerçek beklentilerin üzerinde bir öngörüde bulunuldu, ama tesadüfen bu oran tam tamına gerçekleşti.

*2015 yılında işsizlik oranının artış hızı yavaşlamış ve yıl genelinde yataya yakın seyretmiştir:

Bilindiği gibi 2015 yılı ortalama işsizlik oranı yüzde 10.3 oldu. 2014’te ise bu oran yüzde 9.9’du. Anlaşılan artış hızının yılda sadece yüzde 0.4 sıçramasından teselli bulunuyor. Bu da açıkça, çift haneli işsizlik rakamlarından fazlaca rahatsız olunmadığını kanıtlıyor. Zaten, işsizlik oranındaki artışın sınırlanmış olması işgücüne katılımdaki yavaşlamayla açıklanıyor. Böylelikle hükümetin işsizliği azaltma yönünde bir çabası bulunmadığı itiraf edilmiş oluyor.

* Enflasyonda 2015 yılının son çeyreğindeki artışın ardından, son dönemde gıda fiyatları kaynaklı düşüş görülmüştür:

TÜFE’nin Mayısta yüzde 6.58’e gerilemesi büyük ölçüde sebze-meyve üretiminin bolluğundan ve Rusya’ya ihracatın durmasından kaynaklanıyor. Baz etkisi tabir edilen, bir önceki yılın aynı aylarında enflasyonun yüksek olması nedeniyle son 12 aylık enflasyon yüzde 7’nin altına düştü. Buna karşın 2015 Haziran-Ağustos’unu kapsayan üç ayda fiyatlar sabit kalmıştı. Önümüzdeki yaz aylarında sınırlı fiyat artışları bile enflasyonu yukarı çekecek, muhtemelen eylüle doğru yüzde 7.5-8 aralığında bir orana dönülecek.

* Cari işlemler dengesindeki iyileşme devam etmektedir:

Doğru, son 12 aylık cari açık rakam 30 milyar doların altına indi. 2016 Ocak-Mart dönemi açığı 7.8 milyar dolara kadar geriledi. Ne var ki ithalat büyük ölçüde enerji faturasındaki gerilemenin etkisiyle düşüş gösteriyor. Buna karşın ihracat da 2016 Nisan’ında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10.2 azaldı; Ocak-Nisan aralığında ise yüzde 7.4 irtifa kaybedildi. Bu veriler petrol yükselişe geçerse cari açık sorununun daha şiddetli biçimde nüksedeceğini gösteriyor.

* Cari açığın finansman, ağırlıklı olarak doğrudan sermaye yatırımları ile uzun vadeli kaynaklar tarafından sağlanmaktadır:

Bu ifade gerçeğin ancak sınırlı bir kısmını yansıtıyor. Türkiye, azalan cari açığı giderek daha zor finanse ediyor. 2015’te üçte birini doğrudan yatırımlar kapattıysa da, yaklaşık üçte birini rezervlerden yerken, üçte birini de net hata noksan sayesinde fonladı. Bu da en kırılgan bir finansman bileşimi anlamına geliyor.

* Kısa vadeli dış borç stokunda belirgin bir düşüş gerçekleşirken, rezervlerin söz konusu stokunu karşılama oranı da iyileşme göstermiştir:

İyi güzel de bir muhasebe hilesiyle, 365 gün yerine 370 gün vadeyle borçlanırsanız, kısa süreli borçlarınız azalmış, uzun vadeliler ise artmış görünür. Ama böyle kırılgan bir küresel iklimde, son rakamlarla 117 milyar dolar rezervle rahat bir nefes almanız mümkün olmaz.

* Mali disiplin sürdürülmesi hem risk primlerinin hem de enflasyonun düşmesine önemli katkı yapmaktadır:

Büyüme sıkıntısı yaşayan bir ülkenin mali disiplini iftihar meselesi yapması anlamlı mıdır? Madem kamu borçlarının GSYH’ye oranı azaldı, o zaman bir miktar borçlanmayla pekâlâ kamu yatırımlarını hızlandırabilir, büyümeye ivme kazandırabilirsiniz.

* Gelişmiş ülke para politikalarında ilave desteklerin süreceği ve normalleşmenin öteleneceği beklentisine bağlı olarak artan risk iştahının etkisiyle, ülkemize yönelik portföy girişleri son dönemde ivme kazanmıştır:

Boşuna portföy girişlerine “sıcak para” denilmiyor. Gerçekten de şubat-nisan aralığında 4.3 milyar dolar portföy girişi gerçekleşti. Gelgelelim Mayısta da 500 milyon dolar çıkış gözlendi. Bu kaprisli fonlar, buluttan nem kapıp “geldikleri” gibi gidebilirler. Onlar “güvenli limanlara” sığınırken, Türkiye gibi ekonomilerin krizden belleri doğrulmaz.

* Küresel risk iştahında yakın dönemdeki yükselişe paralel olarak gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de risk primleri gerilemiş, Türk Lirası değer kazanmış ve faizlerde düşüş meydana gelmiştir:
Türkiye ekonomisi tamamen uluslararası sermaye akımlarına bağlıdır. 2016 Şubat-Nisan dönemi gibi göreceli iyimserlik havasının estiği, fon akışlarının Türkiye ve benzeri ülkelere yöneldiği zamanlarda her şey toz pembe görünür. Ama hemen arkasından, Mayıstaki gibi TL’nin değer kaybettiği, borsanın çakıldığı, faizlerin zıpladığı bir dönem gelip çatar.

* Para politikasında sadeleşme doğrultusunda gecelik borç verme faiz oranlarında Mart, nisan ve mayıs aylarında indirime gidilmiştir:

Koridorun üst bandını aşağı çekerek, ortalama fonlama maliyetini çok az düşürüp, faizler iniyor yanılsaması yaratan taktiğin sonuna gelinmiştir. Artık, “hem Saray’ı hem de piyasaları” memnun edecek hamleler yapmak iyice zorlaşmıştır.