Mühendisler zor ve karmaşık sorunlara yaratıcı çözümler üretebilen kişilerdir. Pek çoğumuzun yaptıkları işleri hayranlıkla izlediğimiz bu meslek grubu, haklı olarak hepimizde saygı uyandırır. Detaylı analizler ve hesaplamalar sonucunda ortaya çıkardıkları işler önemli işlevler görürler. Bu nedenle “mühendislik” ifadesini duyduğumuzda bir güven oluştuğunu fark ederiz.

Tabi mühendisler sadece köprü, otoyol gibi işlerde değil, MR cihazından, elektronik devrelere kadar pek çok alanda ürünler ortaya çıkarırlar.


Peki, bu kadar saygınlığı olan bu meslek grubunu “finans” işlerini de dâhil etsek iyi olmaz mı? Her tür karmaşık hesaplamayı yaparlar ve finansal ürünler ortaya çıkarırlar. Diğer alanlarda yarattıkları ürünlerle takdirimizi kazananlar, finansal ürün yaratımı ile neden takdirimizi kazanmasınlar? Evet, belki yaptıkları işleri anlayamıyor olabiliriz, ama sonuçta onlar mühendis. Biz fanilerin anlaması gerekmiyor zaten. Ürettiklerini kullanalım yeter. Buraya kadar yazdıklarıma itirazınız olmaz sanırım.

“Finansal mühendislik” yeni bir kavram değil. Son 30 yıllık dönemde çok popüler hale geldiğini biliyoruz. Bu nedenle finans alanında çok sayıda mühendislik eğitimi almış olanların istihdam edildiğini de görüyoruz. Karmaşık “matematiksel modeller kullanarak geliştirdikleri” ürünleri “finansal piyasaların kullanımına” sundukları, böylece finansal piyasaların derinleşmesine, risklerin yönetilmesine ve bilançoların “iyileştirilmesine” katkı sağladıkları söyleniyor.

Tabi, bu akıllı kişilerin geliştirdiği ürünler her zaman beklenen sonucu vermiyor da olabilir. 2008 krizini hatırlıyor musunuz? Hani şu “mortgage krizi” denilen? İşte o krizin arkasında finans mühendisleri tarafından “geliştirilmiş” karmaşık enstrümanlar olduğu söyleniyordu. “Ne dizayn edeyim abime” anlamına gelecek “yapılandırılmış finansal ürünler” öyle bir hal almıştı ki; neredeyse kimse, neyin ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Ama öyle havalı adları vardı ki “çok sağlam bunlar, alırsak bir şey olmaz” deniliyordu. Sonuçta ne olduğunu hep birlikte gördük.

Bütün bunları niye mi yazıyorum? Dün bir haber Bloomberg tarafından şöyle duyuruldu: “Türkiye'de menkul kıymetleştirme faaliyetlerinin teşvik edilmesi ve geliştirilmesi amacıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı, Borsa İstanbul, banka ve çatı birlikleri ortaklığında kurulmuş olan Türkiye Menkul Kıymetleştirme Şirketi (TMKŞ), Türk sermaye piyasalarında Basel tipi menkul kıymet ihracının ilk örneğini gerçekleştirdi.”

Söz konusu haberde, bu ürünün “İstanbul’un Finans Merkezi olması yönünde ciddi katkı sağlayacağı” da belirtilmiş. Ben bu “katkıyı” anlayamadım; ama sonuçta, ben mühendis değilim. Bazı şeyleri anlayamamam normal karşılanmalı. Tabi açıklamaların devamını okumazsanız sorun yok. Haberin devamında kullanılan “risk transferi yapılabilmesi” ifadesini, “dayanak varlıklardan kaynaklanabilecek bütün risk ve getirinin yatırımcıya aktarılacağı bir yapı kurulmuştur” ile birlikte okuyunca, insan bir duraklıyor. Demek ki bankalar risklerini bu ürünler üzerinden “yatırımcılara” aktarıyorlar. Yani öyle “hemen alayım, risksiz kolay para kazanırım” gibi bir durum söz konusu değilmiş. Başlangıçta “tüketici kredileri” üzerine hazırlanmış. Bu grup krediler çok milyonlarca kredi kullanıcı arasında paylaştırıldığı için genellikle toplam riski düşüktür. Ama bunun daha başlangıç olduğunu hatırlatayım. Devamında ne gelir acaba? Hani şu bankaların son birkaç yıldır tahsil edemedikleri için sürekli “yeniden yapılandırdıkları” krediler var ya, işte onlara acaba ne zaman sıra gelir? Malum, o krediler bankacılık sistemi açısında ciddi risklerin biriktiği bir yer. Acaba o sorunlu kredileri de “menkul kıymetleştirip” satsalar iyi olmaz mı? Hem bankalar “risk transferi” yaparak rahatlar hem “risk alarak yatırımcılar” para kazanır. Demek ki işin özü risk transferi. Sahi bankalar o kredileri verirken “muhtemel riskleri” yanlış mı hesaplamışlar ki şimdi sorun yaşıyorlar? Yoksa “risk hesaplamasını” yapan “finans mühendisleri” çok yetkin değiller miydi?


Şunu hatırlamak gerekir: “Sorunlu krediler” öyle milyonlarca kişi arasında paylaştırılmamış, birkaç şirkete kullandırılmış. Bu “birkaç şirketin,” ödeyemediği için sürekli yapılandırılan bu kredileri de “menkul kıymetleştirilse” ve “riskleri ile birlikte satılarak” banka bilançoları rahatlatılsa iyi olmaz mı? Elbette bankalar rahatlamaya rahatlar da, “borçları menkul kıymetleştirilen şirketlerin” ödeme gücünün artmasına faydası olur mu? Onlar bu ekonomik koşullarda o borçları rahatlıkla ödeyebilirler mi?

Evet, fark ettim; çok soru soruyorum. Neyse, boş verin bunları. Siz sohbetlerinizde “CDO,” “CLO” gibi kısaltmalar kullanın. Havanız olur.