Ekim’de IMF, dünya ekonomisi üzerinde iki rapor yayımlar...

Ekim’de IMF, dünya ekonomisi üzerinde iki rapor yayımlar: Küresel Finansal İstikrar Raporu ve Dünya Ekonomik GörünümüInstitute of International Finance (IIF) de aynı ayda Yükselen Piyasalara Sermaye Akımları başlıklı bir rapor çıkarır.

Son raporlarda uluslararası finans sisteminin sorunları öncelik taşıyor. Türkiye’nin de dahil olduğu “yükselen ekonomiler” ayrıca inceleniyor. Nedeni malumdur: 2008 krizi sonrasında Batı merkez bankalarından dışarıya taşan likidite, bu ülkelerde finansal balonlaşmaya ve/veya ekonomik canlanmalara yol açtı. Bugünlerde ABD’de parasal daralma gündemdedir. Bu gerçekleşirse, ne türden ve nerelerde kırılganlıklar oluşabilecektir? Metropole de yansıyabilecek yeni bir finansal çalkantı söz konusu mudur?

Sözü geçen raporlara bu sorular çerçevesinde bakalım; Türkiye’yi de ilgilendiren öğeleri aktaralım.

•••

Finansal İstikrar Raporuna göre Türkiye, 2013’te dünya ekonomisinin en fazla sermaye ithal eden ülkelerinden biridir. Rapor, bu ölçümü yabancı sermaye girişlerinden değil, cari işlem açıklarından türetiyor. Tüm dünya cari işlem açıklarının yüzde 34,7’sini oluşturan ABD, “en fazla sermaye ithal eden ülkeler” listesinin en başında yer alıyor. ABD’yi Britanya ve Brezilya izlemekte; Türkiye yüzde 5,7 (65,1 milyar dolarlık cari açık) ile dördüncü sırada yer almaktadır.

IMF’nin Finans Raporu bu saptamayı yaptıktan sonra, ülkelerin çeşitli finansal kırılganlık göstergelerini belirliyor, karşılaştırıyor. Önem verilen bir gösterge, şirketlerin dış borçluluğu ve borç servis kapasitesidir. Son iki yılda şirketlerde dış borç/sermaye oranı en hızlı artan ülkenin Türkiye olduğu belirleniyor (Şekil 1.13, s.17) ve ülkemiz “borç ödeme kapasitesi gerileyen” ekonomilerden biri olarak gösteriliyor (s.16).

Dünya Ekonomik Görünümü bir başka sıralama yapıyor: 2006 ve 2013 için dünyanın en fazla borçlu ve alacaklı on ülkesi (Tablo 4.2, s.130)... Bu gösterge, bir akım değil, bir stoktur. Her ülkenin dış varlıkları ile dış yükümlülükleri arasındaki fark eksi çıkarsa, net dış borçluluk söz konusudur. (Bu hesaba borçlar/alacaklar dışında sabit sermaye stokları da katılır ve “uluslararası sermaye pozisyonu” terimi yeğlenir.) Türkiye, hem 2006’da, hem de 2013’te dünyanın en fazla net dış borçlu on ülkesi içinde (-409 milyar dolar ile) dokuzuncu sırayı almaktadır. Bu sayı milli gelire oranlandığında Türkiye % -49,8 ile dördüncü sıraya çıkmaktadır.

Rapor, 53 yükselen piyasa ekonomisinin geçmiş kriz istatistikleri,… cari açık/milli gelir oranında yüzde 3’ü, net dış yükümlülük/milli gelir oranında ise yüzde 40’ı, [kritik kırılganlık] eşikleri olarak belirlemektedir (s.133, 145). Türkiye, 2013 göstergeleri (% olarak) -7,9 ve -49,8 ile kritik eşikleri aşan tek yükselen ekonomi olarak dikkat çekmektedir. Rapor’un 2019 öngörüleri de Türkiye’nin olumsuz konumunu değiştirmemektedir (Şekil 4.18, s.135).

Dev çokuluslu bankaların üstkuruluşu olduğu için yükselen ekonomiler için “suyun başında” yer alan IIF’nin raporu da çeşitli ülkelerin çok sayıda finansal kırılganlık göstergesini inceliyor; bunları bir tabloda (Çizelge 19, s.10) birleştiriyor. Göstergeler, dış finansman, iç finansman ve politika riskleri başlıkları altında toplanmıştır. Cari açık, rezervlerin kısa vadeli dış borç karşılama oranı, enflasyon hedeflemesinde sapma ve reel faizler açısından Türkiye IIF’nin kritik eşiklerini aşmıştır.

Göstergelerden hareketle Rapor’un ulaştığı sonucu aktarayım: “Piyasa koşulları çok daha gerginleşirse, görüşümüze göre beş ülke özellikle kırılgan olacaktır: Brezilya, Endonezya, Rusya, Güney Afrika ve Türkiye.” (s.9)

•••

Defalarca vurguladığımız bir saptamayı bu kez de kapitalist dünya sisteminin sözcülerinden aktarmış olduk: Uluslararası sermaye hareketlerinde hızlı bir daralma koşullarında, en riskli çevre ekonomilerinden bir Türkiye’dir.

Ancak, üç önemli uyarı gerekiyor.

Birinci olarak, sermaye hareketlerinde daralma öngörülerinde ihtiyat gerekir. 2015’te, Fed’de parasal daralma, Avrupa Merkez Bankası’nda genişleme gündemdedir. Çevre ekonomileri üzerindeki net etki belirsizdir. Yukarıda değinilen raporlar da, yakın gelecek için kriz olasılığını yüksek görmüyor; kırılganlıkları, “piyasaların daha da gerginleşeceği” koşullar için inceliyor.

İkincisi, Türkiye ekonomisi ile Arap/İslam dünyası arasında astronomik boyutlara ulaşmakta olan kara para akımları, yukarıda tartışılan olumsuz senaryoları tamamen geçersiz kılabilir.

Üçüncü uyarı, Türkiye siyasetine dönüktür. AKP’nin siyasal yenilgilerini dış dünyadan kaynaklanacak bir kriz beklentisine bağlamak yanlıştır. Böyle bir kriz hiç gelmeyebilir. Esasen, ekonomik bunalımlar sola dönük bir halk muhalefetinin yeşermesi için uygun ortamlar olmayabilir. 2001 krizinin AKP’yi iktidara getirdiği unutulmamalıdır.