Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu’nun her toplantısında ortalık karışıyor, döviz ve faizin oynaklığı artıyor. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken benzer bir tablo yaşanıyor olacak. İsterseniz anlık piyasa ve RTE kaprislerini bir yana bırakıp, finansın uluslararasılaşması ve Türkiye benzeri ülkelere yansımaları üzerinde yoğunlaşan kapsamlı bir araştırma üzerinde duralım.

Yılmaz Akyüz bilindiği gibi Türkiyeli çok değerli bir iktisatçıdır. Ocak 2015 tarihli, “Finansın Uluslararasılaşması ve Yükselen ve Gelişen Ekonomilerde (YGE) Değişen Kırılganlıklar” başlıklı önemli bir araştırması, South Centre tarafından yayımlandı.

Yılmaz Akyüz’e göre, dünya ekonomisinde otuz yıldır süren finansal karmaşadan sonra, YGE’lerin küresel finansal sisteme yakından ve dizginsiz entegrasyonunun bu ülkeleri şoklara ve krizlere açık hale getirdiği ayan beyan ortaya çıktı. Söz konusu ülkelerin çoğu yakın entegrasyonu uluslararası sermaye akımlarını serbestleştirmekte ve yabancı yatırımcılara ve bankalara piyasalarında yeni olanaklar tanımakta aradı. Bu anlayış uluslararası likidite genişlemesi, tarihsel olarak düşük faiz oranları ve yüksek risk iştahı ile birleşince, çoğu ülkede finansal dengesizlikler ve kırılganlıklar şiddetlendi. Sürdürülemez döviz kuru değerlemesi ve ödemeler dengesi açıkları, özel sektör bilançolarında döviz ve vade uyumsuzlukları, kredi ve varlık piyasalarında köpükler belirdi.

Yılmaz Hoca, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 16 ülke üzerinden bu eğilimleri ayrıntılı istatistiklerle didik didik ediyor. Finansın uluslararasılaşmasının köşe taşlarını şöyle özetlemek mümkün:

>>Dış yükümlülüklerde doğrudan yatırımların ve portföy yatırımlarının payı artıyor.

>>On yıl önceki düzeyinin altında  seyretse de, 2008 krizinden sonra dış borçlar tekrar yükselme eğilimine girdi.

>>Özel sektörün dış borçlarının çok büyük kısmı döviz cinsindendir. Ülke içi kredi piyasalarında da dolarizasyon eğilimi tekrar ortaya çıktı.

>>Özellikle krizden bu yana, hem kamu hem de özel sektörde tahvil ihraçları, uluslararası bankalardan borçlanmaya kıyasla daha hızlı gelişiyor.

>>Uluslararası bankalar sınır aşırı kredi vermektense, YGE’ler içerisinde ticari faaliyet göstermeyi yeğliyor.

>>GSMH’nin oranı olarak kamu borçları 1990’lar ve 2000’lerin başı düzeyinin altındaysa da, çoğu ülkede yine artış eğiliminde.

>>Hükümetlerin borçlanmalarını iç tahvil\ bono piyasasına kaydırması ve bu piyasaları yabancılara açması sonucunda, yerleşik olmayanların  katılımı artıyor.

>>Kamu dış borçlarının çoğu da artık yerel para cinsinden ve yerel hukuk hükümlerine tabidir.

>>Çoğu YGE’de yabancıların elindeki yerel para cinsinden dış borcun oranı, ABD, İngiltere ve Japonya gibi rezerv parası bulunan ülkelerdekinin üzerindedir.

Araştırmaya göre, ekonomik kalkınma tarihinin temel derslerinden birisi, başarılı politikaların otarşi veya küresel ekonomiye tam entegrasyondan değil, fırsatları iyi değerlendiren ve potansiyel riskleri en aza indiren stratejik entegrasyondan geçtiğidir. Bu durum finansta, ticaret, yatırım ve teknolojiden daha da belirgindir.

Yılmaz Hoca, Türkiye’yi uluslararası rezervlerin, cari işlemler açığı artı kısa vadeli dış borçların karşılamayacağı  en riskli ülke kategorisinde değerlendiriyor. Sermaye girişlerinin aniden durması halinde, Türkiye bir yandan cari açığını finanse ederken, bir yandan da dış borç ödemelerini sürdüremez. Kaldı ki bu hesaba yerleşik olmayanların iç borç piyasasından ve borsadan çıkışı ile yerleşiklerin sermaye kaçışlarının yaratacağı riskler dahil değildir.

Kısa vadeli borçların yenilenmemesi veya IMF tarafından uluslararası likidite desteği sağlanamaması durumunda, Türkiye bu dış açıkları sürdüremez; giderek bozulan dış ortama ancak şiddetle kemer sıkarak uyum sağlanabilir. İşte umur görmüş, sükûnetli bir mercekten Türkiye ekonomisinin hal-i pür melali…