Fındık

> BADE OSMA ERBAYAV

1.
Sağ elinin parmakları ceket cebindeki hışırtının içinde solak becereksizliğiyle dolandı, aradığı yuvarlağı bulunca kavradı, istemsizce ağzına attı. Kuruyemiş torbasındaki son fındığın yağlı bulamacını emdi bir süre. Hademenin getirdiği ılık çayla ağzını çalkaladı. Ceketinin yakalarını kaldırdı. Dışarıda kış kıyamet. Duvardaki saate baktı. Nöbetinin bitmesine daha vardı. Törendi, marştı falan çıkışı geçi bulurdu yine.

Öğretmenle buluşacak akşam. Tayinini büyükşehre istiyor. Eş durumu meselesini konuşmak için çalıştığı kasabadan hafta sonu için kalkıp gelmiş kadın. Muhtemelen anlaşmalı evlenmek isteyecek. Sevmeden nasıl olur bilemiyor. Anlaşmalı bile olsa, evlilik dediğin ciddi iş. Arsızı var, uğursuzu var. Neyse, hiç olmazsa işi görülsün. Zaten ona kalsa bir aday da yok, evleneceği de.
Koridorda ayak sesleri duyuyor. Biri koşuyor. Ablak yüzlü, çekik gözlü, kıpkırmızı tenli bir çocuk odanın açık duran kapısının önünden hızla geçiyor. Bir an için gördüğü yüzün ağlamaktan kızarmış olabileceği geliyor aklına. Kendi dersine girmeyen alt sınıflardan bir çocuk belli ki. Tanıyamadı oğlanı.
Yerinden kalkıyor. Odanın kapısına yöneliyor. Çocuğun tuvaletlerin bulunduğu aralığa döndüğünü görünce koridorda yürümeye başlıyor. Erkekler tuvaletinin kesif sidik kokusu burnuna çarpıyor. Kapıları teker teker yokluyor. En sonuncusu kilitli. Parmak uçlarında yükseliyor. Boyuna göre nispeten alçak kalan kapının üzerinden içeriyi görmeye çabalıyor. Çocuk yere çömelmiş vaziyette tuvaletin köşesine sinmiş. Yanılmamış, kollarını kafasına sarmış içli içli ağlıyor.
“Oğlum n’oldu sana?”
“Bir şey yok örtmenim!”
“Gel, çık oradan, yüzünü yıkayalım.”
Utana sıkıla kilidi açıyor. Çekingen tavırlarla tuvaletten çıkıyor.
Kolundan tutmak istiyor. Omzunu sertçe silkip kolunu geri çekiyor çocuk.
Fındıklarını bitirdiği karışık kuruyemiş poşeti geliyor aklına, içinde üç beş fıstıkla kuru üzüm kalmış. Cebinden çıkarıyor. Barış yapar gibi çocuğa uzatıyor. Çocuk bir poşete bir ona bakıyor.
“Almam örtmenim.”
“Alsana oğlum.”
“Alırsam bir şey istemezsiniz değil mi benden?
“Nasıl bir şey?”
Sordu sormasına da aklına aniden düşen şüpheyle dondu kaldı. Bir çocukluk anısı, hayır hayır bitmeyen bir kabus bu. İsmini söylüyor.
“Onun öğrencisi misin sen?”
Çocuk başını önüne eğiyor.
2.
Danışman kadın, “Çocuğun durumu kötü. Tek olmadığını ama diğerlerinin konuşmayacağını söylüyor” demişti. “Ben raporumu yazacağım. Nasıl bir yol izleyelim dersiniz? Aile meselesi de var. Müdüre Hanım’ı haberdar etmek, yazışmaları başlatmak lazım, işin adli boyutu….”
Birilerinin kabusu olmaya devam ediyor demek. Aksini düşünmek ne aptallık! Atandığın okuldaki ilk gününde o sırtlan gülümsemesiyle karşılaştığında ölmek istemiştin. Seni tanıyıp da gelip sımsıkı sarıldığında ürpermiştin. Köy okulundaki öğrencilik günlerini ballandırarak diğer öğretmenlere anlattığında yerin dibine girmek, akıllı, munis, becerikli, saf sözcüklerini üstüne basa basa kullanarak başarılarından pay çıkarmak istediğini anladığında kusmak istemiştin. Onca seneden sonra nasıl da tanımıştı seni hemen. Sonraki günlerde koridorlarda, öğretmenler odasında köşe kapmaca oynamıştın onunla. İyice yaşlanmıştı. Hatta yüzüne nur indiğini bile düşünmüştün, onu affetmeye yeltenmiştin. Kendini de affedecektin neredeyse. Tiksindin. Kaderine ettiğin küfürler içinde tekerleme oldu.
Köy okulunda en savunmasız halindeyken, kimselere diyemezken, fakirlikten... Cehennemlik bir oyun oynanmıştı bu adam seninle. Hayır. Bir nedeni olmalıydı. Karşılaşmanızın bir nedeni olmalıydı. Ödeşmek için çok mu geç, ya diğerlerini kurtarmak için?
Bunca yıl beynine dağlanmış, her gün kalp zarını yırtan görüntülerle boğuşmak, nefretin yuttuğu kayıp ruhunu bulup onarmak için çocukluğunu bir mezara koymak, unutabilmek, yeni bir hayatı umutsuzca da olsa yaşayabilmek, sevmeyi yeniden öğrenebilmek için çabalamak bir ömür boyu, yine de hep geçmişe yenilmek…
3.
“On beş bin liram var, bir iki de altın bileziğim” dedi kadın sıkılarak.
“Kendimi suçluyorum. Size neden anlattım tüm bunları bilemiyorum” dedi adam.
“Ne diyeceğimi ben de bilemiyorum. Çok üzüldüm. Korkunç biri olmalı. İnsanın kanı donuyor böyle hikayeleri duyduğunda. Ne kadar da arttılar son dönemlerde. Ahlaksızlık aldı başını gitti. Hep varlar da biz mi görmüyorduk, bilemiyorum ki. Olanları da kendilerinden diye saklıyorlar, koruyorlar bu mendebur mahlukları. İnsan lanet ediyor kurdukları düzene. Ne yapacaksınız peki?”
“Cezasını çekecek. Hem bunun için, hem de geçmişte yaktığı, ben dahil, tüm masumlar için. Onlara çanak tutan bu berbat sistemin de bir gün biteceğine yürekten inanıyorum. Ahlaksızlıklarının sonu gelmeli artık.”
“Adalete hiç güvenmiyorum ki ben” dedi kadın.
“Adalet duygumuzu bitirdiler haklısınız ama ben güvenmek zorundayım. Yoksa aklımı yitireceğim. Kendimi de onu da yakacağım.”
Bir süre sustular.
“Şey. Ben, bu anlaşmalı evlilikten vazgeçtim galiba. Kırılma, gücenme olmasın aramızda, lütfen. İnanın anlattıklarınızdan dolayı değil” dedi kadın usulca kalkarken.
Anlayışla karşıladı adam.
4.
Kork, kork benden!
Geçmiş zamanın en vahşi anları, gulyabaniler, bedensizler, elemsizler, ürkütücüler, yitip gitmişler toplaşmış zihnine. Savmak istiyor arka arkaya gelen görüntüleri, savamıyor. Hepsinden en korkuncu ortalarında duruyor ince bıyıklı, gencecik haliyle. Şerefsiz.
Aylardır böyle. İlk günden beri aynı kabus.
Ağzında biriktirdiği tükürüğü tuuuu yüzüne…. Tükürüklü surata bir de tokat yapıştırıp çekip gitmek istiyor artık nereye gidecekse. Cesedine tükürmek belki. Kendi tükürüğünde boğulacakken uyanıyor. Kulaklarında gırtlağından yükselen son hırıltı asılı kalıyor, güneşe yumulan göz kapaklarının ardında irise dağlanan kızıl, flu bir leke gibi. Sırılsıklam olmuş terden. Ensesi kızışmış. Sabahı sabah etti yarım yamalak uykularla.
Suçluluk duygusu sarıyor titremesine engel olamadığı bedenini. Duşa giriyor. Neden bunca yıl sustu? Ya diğerleri, neden dikilmediler karşısına bir kez olsun? Bile bile neden engel olmadılar, savaşmadılar bu hayaletle? Kanlı canlı haliyle ya? Utanıyor kendinden, suskunluğundan, güçsüzlüğünden, peşini bırakmayan korkularının kasını kemirmesinden… Bedeninden süzülen sular temizlemeyecek geçmişi, dindirmeyecek ruhunu.
Kırmızı suratlı çocuğun imgesi beliriyor bu kez duşun krem renkli fayanslarında. İmge kendi çocukluk suratına dönüşüyor bir an, ardından pişmanlık dolu yüzünü görüyor parıldayan yüzeyde. Duramıyor daha fazla, erken bir vakitte çıkıyor evden.
Dükkan kepenklerini henüz kaldırmakta olan kuruyemişçiyle selamlaşıyor. Kağıttan keseyi sol cebine koyuyor bu kez. Solak becerikliliğiyle ilk yuvarlağı kavrayıp ağzına atıyor, ilk fındığın ağzında yarattığı yağlı his hoşuna gidiyor. Aklında bin bir türlü fikirle okula doğru yürümeye devam ediyor.