Fındıkta sömürü yeni değil. 70’li yıllarda bu sömürü ilişkisi tüccar-tefeci ilişkisi içinde gerçekleştiriyordu. Bunun karşısında ise örgütlü bir halk hareketinin yürüttüğü mücadele vardı. AKP iktidarıyla birlikte tüm tarım ürünlerinde olduğu gibi fındıkta da üreticiye koruyan birlikler ortadan kaldırıldı

Fındıkta sömürü de mücadele de eskidir

Fındıkta sömürü de sömürüye karşı mücadele de eskidir. Yakın döneme baktığımızda ise fındık mücadelesinde hatırlanacak olan ilk hareket 2006 yılında Karadeniz sahil yolunun 9 saate trafiğe kapatıldığı, 100 bin kişilik büyük eylemdir. 2006 yılında, ilk olarak ÖDP’nin çağrısıyla “Sahip Çıkalım Fındığımıza” mitingi Fatsa’da gerçekleştirilmişti. Bu mitingin ardından, Ziraat Odası inisiyatifi ele almak için Ordu Cumhuriyet Meydanı’nda bir miting gerçekleştirdi. Miting sırasında üreticiler meydandan ayrılarak Karadeniz sahil yolunu trafiğe kapatmış, hızla tüm miting alanının sahile aktığı 100 bin kişiyle 9 saatlik büyük eylem gerçekleştirilmişti. Miting büyük bir etki yaratmakla birlikte sonuçları beklendiği gibi olmadı. Tersine bu büyük bir umut doğuran bu eylem halen aşılamayan bir karamsarlık kaynağına dönüştü. 2006 sonrası dönem fındıkta sorunların arttığı ancak üreticinin sessizliğe gömüldüğü bir dönem oldu. Bugün ise bu durum değişiyor. Ordu’nun Giresun’un köylerinden ‘çaresiz bir isyan’ çığlığı yükseliyor. Çaresiz bir isyan çünkü üzerindeki bu büyük sömürü pençesini aşabileceğine ilişkin bir çözüm bir yol göremiyor! O yüzden bahçesini kırıyor, fındığını yakıyor!

‘Fındıkta Adalet Yürüyüşü’ bu isyanla umutsuzluk iklimi içinde gerçekleşti. İsyanın sese dönüşmesi, umutsuzluğun aşılması bir yürüyüşle-mitingle mümkün olmasa da bir başlangıç olarak önemliydi. Bundan sonrası için ise başlangıç yeni adımlarla ilerletilebildiği oranda karamsarlık kaynakları kurutulabilecek. O yüzden fındık sorununu tarımdaki genel tahribatla birlikte daha kapsamlı olarak ele almak ve uzun soluklu bir mücadeleyi önümüze koymamız gerekiyor.

Fındık ve gizli işgal
Fındıkta sömürü yeni değil. 70’li yıllarda bu sömürü ilişkisi tüccar-tefeci ilişkisi içinde gerçekleştiriyordu. Bunun karşısında ise örgütlü bir halk hareketinin yürüttüğü mücadele vardı. 12 Eylül sonrasında sömürü çarkı sınırsız bir imkânla kendini geliştirdi. Ancak bu dönemde dahi taban fiyatı uygulaması ve Fiskobirliği’nin varlığı, üreticiler için bir parça da olsa güvence oluşturabiliyordu. AKP iktidarıyla birlikte tüm tarım ürünlerinde olduğu gibi fındıkta da üreticiye koruyan bu birlikler ortadan kaldırıldı. Fındık, yerli tüccarların da boyunu aşan küresel piyasaların insafına bırakıldı. Bugün yaşanan sorunlar bu anlamda küresel düzleme taşınmış bir sömürü ilişkisinin ve bunun daha bütünlüklü saldırısının sonucu olarak gündeme geliyor. Bu anlamda fındık sorunu salt fındık fiyatının düşüklüğü ile sınırlı değil. Fındık fiyatının düşük tutulması genel olarak Karadeniz’e ve özelinde de fındığa yönelik bütünlüklü bir projenin parçası. Genel bir politika olarak köyler uzun zamandır insansızlaştırılıyor.

Üreticiler topraktan kopartılıyor. Tarımsal üretim alanları sınırlandırılıyor. Ürünler değersizleştiriliyor. Fındık da bundan payına düşeni almış durumda.

Fındık artık uluslararası piyasanın ve gıda tekellerinin eline bırakıldı. Fındık denince akla artık İtalyan Ferrero şirketi geliyor.

Ferrero yalnızca fındık alımında tekel kurmakla kalmıyor, bu gücünü fındık fiyatlarını belirleme ve daha da ötesinde fındık bahçelerini satın alarak köylüyü topraksızlaştırma girişimleri ile sürdürüyor. Ekim ve dikimi sınırlayan ve zorlaştıran yasalarla birlikte, köylünün topraksızlaştırılması önümüzdeki dönemde daha da hızlanacak. Diğer yandan da pek çok emperyalist tekel toprak alım ve kiralama çalışması yapıyor. Fındığın değersizleştirilmesi, toprak kiralama ve satışının da önünü açıyor. Mesela, Fatsa’nın belli bölgelerinde İspanyol kozmetik şirketleri toprak kiralama çalışması yapıyor. Bu şirketler çeşitli özelliklere sahip verimli arazileri saptayarak, buraları 5-10 yıllığına kiralıyor. Bu kiralamanın ardından, toprağın üst tabakası kaldırılarak altındaki verimli alan ayrıştırıldıktan sonra, limandan gemilerle İspanya’ya, İsrail’e vb. yerlere götürülüyor. Verimli toprağın ayrıştırılması işlemi sonra erdikten sonra da toprak köylüye posa olarak teslim ediliyor. Fındık fiyatının düşük bırakılması aynı zamanda bu topraksızlaştırma ve topraklara el koyma sürecinin de manivelası haline getiriliyor. “Fındık’ta Sömürüye Son” mücadelesi bugün bu kapsam ve derinlikteki ‘emperyalizmin gizli işgaline’ karşı bir mücadele sorununa dönüşmüş durumda. Köylüyü topraksızlaştıracak, aynı zamanda kendi toprağında köleleştirecek bu saldırı önümüzdeki dönemde daha büyük tepkilere de kaynaklık edecektir. Mücadele de bu kapsamda sürdürülmelidir.

Halkla birlikte sürekli mücadele
Bu bütünlüklü saldırıya karşı sürekli bir mücadeleden henüz söz etmek mümkün değil. Fındık fiyatlarının açıklanma dönemlerinde ortaya çıkan tepkilere paralel kimi hareketlenmeler gerçekleşiyor ancak sonrası getirilmediği için sonuç almak da mümkün olmuyor. Bunda muhalefet hareketinin kırlara yönelik ilgisizliği ve bağının kopmasının da önemli bir payı var. Çaresiz isyanın bir direniş hareketine dönüşebilmesi ancak muhalefet hareketinin bu alandaki mevzilenmesiyle mümkün olabilecek. Yoksa, AKP iktidarının dört koldan kuşattığı insanların içine düştüğü çaresizliği kendiliğinden aşması beklemek ya da onları AKP’ye oy verdiği için mahkum etmek büyük bir kaçıştan başka bir şey olmasa gerek. Solda tam da böyle bir kaçıştan hatta halka yönelik kızgınlıkla birlikte bir sevgisizliği de görmek mümkün. Bunu fındık yürüyüşü için gittiğimiz Ordu’da da pek çok kişiden duyduk. ‘Bu halk akıllanmaz’, ‘gider yine AKP’ye oy verirler’, ‘hak ettiler’ türünden cümlelerle ifade edilen sevgisizlik bir pasifliğin-kaçışın bir gerekçesi haline getiriliyor. Bu da aslında iktidarın tam da arzuladığı gibi halkı iktidarın kör kuyusunda bırakmak dışında bir sonuç üretmediği gibi solu da kendi dünyasına hapseden bir körleşmeye işaret ediyor. Elbette bir genellemeye dönüştürmeden ancak bu tür yaklaşımın –yaşanan sert ayrışma ikliminin de etkisiyle- yaygın olduğunu da görmek gerekir. Başı öne eğdirilmiş, güçsüz-kuvvetsiz bırakılmış insanlar içinde sevgiyi ve dayanışmayı çoğaltacak devrimci bir anlayışa halkın susadığını her küçük noktada dahi görmek mümkün. Belki de önce buradan, bu devrimci anlayışı her yerde yeniden var ederek başlamalıyız.

Yeni bir başlangıç
Şimdi yeni bir başlangıca ihtiyaç var. Ülkenin dört bir yanında halkı kucaklayan, sorunlarıyla hemhal olan bir tarzla bu isyanla bütünleşme adımlarımızı sıklaştırmalıyız. Eğer bunu yapma iradesini ortaya koyarsak, yapabilecek çok şey var! Yeter ki güçsüz bırakılmış insanlarla birlikte olmayı, üreticileri birleştirecek meclisleri kurmayı deneyelim... Yok edilen imece kültürünün, dayanışmanın, sorunlarımıza birlikte çözüm üretmenin örneklerini yaratmaya başlayalım...

Bu mücadelenin içinde halkı emperyalist tekellerin, sömürücü iktidarın insafına terk etmeyecek alternatiflerin, kooperatiflerin, birliklerin yaratılabilmesi için tüm koşullar mevcut... Halk değişim istiyor! Halk değişimin yolunu arıyor! O zaman ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız!