Finito Yallah Kış Kış L*ve You seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor: Etliye sütlüye dokunuyoruz
Finito Yallah Kış Kış L*ve You oyunu seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Oyunun oyuncuları bu düzende her şeye rağmen tiyatro yapmanın önemini vurguladı. Yönetmen Sami Berat Marçalı ise “Her günümüz mücadeleyle geçerken tiyatronun iyileştirici gücüne inanıyorum” dedi.
Sarya TOPRAK
Finito Yallah Kış Kış L*ve You oyunu seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor. 13 Mayıs’ta Baba Sahne’de prömiyer yapacak oyunun oyuncu kadrosunda Evrim Doğan, Gülce Oral, Erdi Güçlü, Görkem Kasal ve Ali Rıza Kubilay yer alıyor. Sami Berat Marçalı’nın yönetmesinin yanı sıra Derem Çıray ile beraber yazarlığını üstlendi. 35 yaşında her şeye yeniden başlamaya çalışan bir kadının hikâyesini anlatan oyunda ekonomik sorunlar, göç gibi konular işleniyor. Sistem eleştirisinin kendini hissettirdiği oyunun oyuncuları ve yönetmeniyle konuştuk.
Bu oyuna dahil olma süreciniz nasıl gelişti?
Evrim Doğan: Bizim kuşağa dokunan bir metin olduğunu fark ettim. Bu beni oyuna çekti. Çok fazla karakter olması da motive etti.
Gülce Oral: Oyundaki ana karakterin kafa sesiyle çok özdeşleştim. Ben de ülkenin halinden dolayı iç buhranlar yaşayıp Kanada'ya yerleşmiştim. Sonra burayı çok özledim. Aynı zamanda pandemi, Kanada'da yaşama sürecim derken uzun süredir de sahneye çıkmıyordum. O yüzden beni çok heyecanlandırdı.
Tiyatroda seyircinin reaksiyonu çok belirleyici oluyor...
E.D: Oyunun neye dönüşeceğini seyirci belirliyor. Bir de cevabını hemen aldığın bir iş. Oyuncuyla seyircinin en yakın iletişim kurabildiği biçim.
Erdi Güçlü: Ben tiyatro çalışanıyım normalde de. Bu oyunun da seçmelerine katıldım seçildim. Ekibi ve oyunu da sevince dahil oldum.
Ali Rıza Kubilay: Farklı ve çok eğlenceli bi kalem olduğunu gördüm. Aynı zamanda farklı farklı karakterler oynamak da çekici geldi. Ben uzun yıllardır bir kurum tiyatrosunda da kadrolu olarak tiyatro yapıyorum. Farklı disiplinde bir şey yapma isteğim de oyunu kabul etmemi sağladı.
Görkem Kasal: Bu oyunun gerçek dışı bir anlatımı olmasına rağmen aslında dokunduğu çok gerçek yerler var. Bu gerçeklere de bizim jenerasyon dokunmayacaksa kim yapacak diye düşündüm. Tiyatro zaten en kolay ve rahat kendimizi ifade edebildiğimiz ve insanlara dokunabildiğimiz yer.
Sistemi eleştiren bir oyun yapmanın öneminden bahseder misiniz?
A.R.K: Ülkeyi yöneten zihniyet zaten çoğu şeye hakim olmaya çalışıyo ve bu artık birazcık hayat dizaynı halinde de gelmeye başladı. İnsanlara roller biçiliyor ona uymazsanız kabul edilmiyosunuz. Oysaki bir toplumda bir sürü fikir, düşünce, inanış olması toplumu zenginleştirir. Ekin karakteri ona biçilen şeyi kabul etmeden yaşamayı tercih edecek cesarette aslında. Zayıf görünüyor ama öyle değil. Günümüzde idealize edilen bir insan tipi var. Herkes güçlü, herkes başarılı, herkes iyi para kazanan biri olmalı gibi. Ama Ekin kendi çalıştığı sektöre de baş kaldıran nihayetinde bunun için tehdit edilse de yine de boyun eğmeyen yapısıyla aslında çok güçlü bi karakter . Bir kadının aslında varoluşunu anlatan bir hikayesi var.
E.D: Aslında hepimiz benzer şeyleri Bu ülkede bir anda olmayan yavaş yavaş olan ama aslında gözümüzü açtığımızda da bize bir anmış gibi gelen baskıyla, sansürle yüzleştiğimiz bir hayat açıldı. Geziyle başlayan darbeyle devam eden bir süreçten sonra burayı burayı terk etmekle burada kalmak ve yarım hissetmekle tam olamamak arasındayız. Varlığımızı sorgulamakla geçiyor günlerimiz ve ciddi bir beyin göçü var. Ekin'de tam bu noktada gitmek kalmak derken gidiyor. Ama orada da kendi varoluşsal problemlerini yanında taşıyor, yapamıyor. Tekrar ülkeye döndüğünde de bambaşka bir Türkiye ile karşılaşıp ayak uydurmakla direnmek arasında kalıyor. 35 yaşında her şeye sıfırdan başlayan Ekin'i bir şeylere yeniden başlamayı çok iyi bilen kadınlar anlar.
Oyunun ismi de en başta farklıydı sonra bir sansüre uğradık ve değiştirmek zorunda kaldık. Sahneler oyunu sahnelemek istemediklerini ya da ismini değiştirmemiz gerektiğini söylediler. Biz de 'Finito Yallah Kış Kış L*ve You' yaptık. L*ve kelimesindeki küçük yıldız da sevgiye dair bu ülkenin sevgisine dair ufak bir sansür gibi.
Sansür meselesi yine bağımsız tiyatro mevzusuna dokunuyor bence. Bu dönemde bağımsız tiyatro yapmayı anlatır mısınız?
G.K: Hepimiz farklı dallarda para kazanmaya çalışıyoruz ve her zaman her yaptığımız işte n yüksek keyif alamıyoruz. O yüzden de dönüp dolaşıp kendimizi içinde 'bağımsız' hissedebileceğimiz bi alana da geçmek istiyoruz ki en azından orada nefes alabilelim. 10 sene önce çok daha rahat yapabildiğimiz şeylere dair şimdi ne hale gelmiş konuya bak falan diyeceğimiz bir pozisyonda buluyoruz kendimizi. Bazı kesimler tiyatro altın çağını yaşıyor falan diyor. Türkiye'de etliye sütlüye dokunmayınca tiyatroda altın çağını yaşıyorsun tabii.
E.G: Böyle bir ekonomide ve düzende bağımsız tiyatro yapmak manyaklık. Seyirci bulmakta zorlanıyoruz çünkü fiyatlar çok pahalı. Bir de ultra pahalı olanlar var. 1000 liraya satan oyunlara sormak lazım. Nasıl 1000 liraya satabiliyorlar? Belli bir zümreye oyun yapmak ne kadar doğru? Suya sabuna dokunmadan oyununu yapınca 1000 liraya satsan insanlar gelebiliyor. Ama bir şeylere belki dokununca istersen 5 liraya sat kimse gelmiyor. Zaten hep sorun var bir de burada dinlemek istemiyoruz diyorlar. Canımız sıkılacak ki değiştirebilelim. Ama onların yaptıkları değil bizim yaptıklarımız akılda kalacak.
G.K: Enflasyondan dolayı her şey kontrol edemez bir şekilde pahalı. Bağımsız tiyatroların da üstündeki vergi yükü çok fazla. Yani artık gerçekten kişisel motivasyonumuzla bize iyi gelsin ki seyirciye de iyi gelsin onu yansıtabilelim diye yapmaya çalışıyoruz.
A.R.K: Mekanı olan tiyatrolarla mekanı olmayan tiyatrolar arasında da fark var. Kendi sahnesi olan tiyatroların daha özgür bir alanı oluşabiliyor. Ben genelde pragmatist yaklaşıyorum. İsmi mi değişecek değişsin yani içeriği değişmediği sürece istiyorsa leblebici hor hor olsun ismi. Mühim olan hikâyeyi anlatmak. Yerel yönetimlerin bu alana destek olması lazım. İktidardan artık öyle bir şey beklemek hayal. Ama önce iktidar bana bir hayat biçme cüretini göstermeyecek, bana yön vermeye çalışmayacak. Benim bir derdim var ve derdimi benim gibi düşünen insanlara anlatmak istiyorum. Bir de temsiliyet meselesi var. Herkes kendini sanatsal olarak politik olarak bir şekilde var edebilmeli. 300 kişi bile olsa o 300 kişi yalnız değilim duygusunu hissedebilmeli.
G.O: Bütün zorluklara rağmen bir şeyler içerik üretip seyirciyle buluşturmak çok önemli. Biz içeriğe dair de sansüre uğradık.
Peki bu oyundan çıktıktan sonra nasıl hissedeceğiz?
G.O: Oyunu izlerken seyircinin kendini görebileceği çok şey var. Bıraktığı yer de umutlu.
A.R.K: Tiyatronun didaktik bir görevi olduğunu düşünmüyorum. Soru sordurur, fikirler olduğunu gösterir, tartıştırır ama yön belirlemez. Gogol'un Paltosu'ndan sonra zaten ilk hikaye tamamen değişiyor ve küçük insanın hikayesi anlatılmaya başlanıyor. Küçük insanın da küçük dertlerinin de önemli olduğunu görüyoruz.
G.O: Oyundan sonra da iyisiyle kötüsüyle mücadele devam edecek. Bize huzur yok. Belki de burada yaşadığım için böyle düşünüyorum. İsveç'te yaşasam hayat mücadele değil huzur diyebilirdim...
Benzer dertlere sahip insanlarla beraber üretmek nasıl bir şey?
G.O: Biz kendi ütopyamızı yaşıyoruz. Benim en sevdiğim şey prova mesela. Çünkü birlikte oluyoruz, paylaşımda bulunuyoruz.
G.K: Çalışma aşaması sinerjik geçen işlerden sonra yaz tatili bitmiş gibi hissediyorum hep.
∗∗∗
MADDİ MANEVİ ZORLUKLAR BİZİ KAMÇILIYOR, ÜRETİYORUZ
Bu oyunu yazmaya karar verme, yazma ve hayata geçirme süreciniz nasıldı?
Sami Berat Marçalı: Aslında ben sadece tiyatro yapmak istiyordum, ama ne yapacağıma karar verememiştim. Bir gün Derem bu hikayeyi film olarak anlattı bana, günlerce üzerine kafa patlattık. Sonra Derem bunu oyun olarak yazmaya karar verdiğini ve benim yönetmemi istediğini söyledi. Benim çok iyi bildiğim bir hikaye, iyi de anlatırım herhalde dedim. Pandemiden beri tiyatro yapmadım. Yapacağım oyunun bu emeğe değmesini ve bugünün Türkiye'sinde bir karşılığı olmasını istediğimi söyledim. Derem de bu isteğimi anladı ve başladık yazar yönetmen olarak çalışmaya. Derem'in hikayesi dönüştü, benim dünyamla birleşti ve ortaya ikimizin mükemmel bir karışımı çıktı. Bir yıl sürdü yazmamız. Bu bir yıl boyunca oyunu defalarca yazdık. Yazma kampına bile gittik. Sonunda ikimizin de içine sinen bir hale ulaştık ve oyunun yapım sürecine giriştik.
Oyunda bütünlüklü bir sistem eleştirisi var. Göç, ekonomi vs. Neden bu meselelere dikkat çekmek istediniz?
S.B.M: Çünkü hepimiz bununla mücadele etmekten kendi hayatlarımıza odaklanamıyoruz, yaşayamıyoruz, var olamıyoruz. Beynimizin bir yerinde solucan şeklinde bir sürü soru beynimizi kemiriyor. Biz kimiz, ne yapmak istiyoruz, nasıl var olmak istiyoruz? Bu topraklarda doğan çoğu insan kişisel yolculuğunu çizemiyor, yön veremiyor, kendine odaklanamıyor. O yüzden bu sorulara sıra gelmiyor. Çünkü hepimiz hayatta kalmakla bir mücadele içindeyiz. Enflasyon düşünmediğimiz gün yok artık. Her gün birileri intihar ediyor. Canımız sıkkın yani. Ben tiyatronun iyileştirici gücüne inanan biri olarak bu oyunla herkese var olma hevesi vermek istiyorum.
Baskı ve sansür artarken bağımsız tiyatro yapmak nasıl hissettiriyor?
S.B.M: Çok zevkli. Kimseye hesap vermemiz gerekmiyor. Herkes bağımsız ve tutkuyla işini yaptığı için mutlu. Huzurla, kavgasız gürültüsüz ve de en önemlisi egosuz bir iş üretmenin zevki çok başka. Maddi manevi zorluklar sizi kamçılıyor, yaratıcılığınızı artırıyor, terapi gibi valla. Herkese tavsiye ederim.