Fırat’ın Doğusu… Fırat’ın Batısı… Kültürel mirasın dramı


Doç. Dr. Erkan Konyar

Arkeoloji, insanın ve uygarlıkların tarihidir. İnsan ve onun zaman içinde değişen coğrafi ve fiziki koşullarda oluşturduğu toplum, bu dünyadan arkasında iz bırakarak geçer. Yaşama biçimi, kültürü, sanatı, ürettikleri onun bu hayata vurduğu damga olduğu gibi insanlığın da ortak hafızasıdır. Kültürlerin etkileşimiyle oluşan ve gerek uygarlık tarihine gerekse içinde bulunduğu coğrafyanın tarihine, insanına ışık tutan tüm eserleri korumak, tahrip olmalarını engellemek herkesin görevidir.


Herkesin bildiği gibi 2011 yılı ortalarında Suriye’nin büyük kentlerinde rejime karşı başlayan protestolar kısa sürede tüm ülkeye yayıldı, arkasından da mezhep ve etnik ayrılıklarla şekillenen bir iç savaş süreci ortaya çıktı. Bu savaşa uluslararası güçlerin dahil olmasıyla gözler Suriye’ye çevrildi.

Kaotik durum; sosyal, kültürel ve ekonomiyi etkileyerek doğal sonuçlarını gösterdi. Hayatını kaybeden yüzbinlerce, göç eden/etmek zorunda bırakılan, yurtları elinden alınan milyonlarca insan yeni dengelerin –Avrupa’da bile– oluşmasına neden oldu. Yaşanan tüm bu insanlık trajedisinin bir tarafı ise bu coğrafyanın, insanlarının maddi kültür kalıntılarının başına gelenlerdi. Aslında aynı coğrafyada daha önce yaşanan I. ve II. Irak savaşında da benzer tablolar yaşanmıştı. Ancak bu kez Suriye’yi de içine alan daha geniş bir coğrafya ve daha uzun bir savaş ve daha da kötüsü, bir iç savaş söz konusuydu.

Ekonomik kriz, bölgesel çatışmalar ve savaşlar; eski eser kaçakçılığının, tahribatın ve defineciliğin büyük oranda sayısının arttığı dönemlerdir. İnsanlar birbirleriyle savaşırken birileri de eskinin maddi kültür kalıntılarıyla savaşmaya, onları yok etmeye başlar. Radikal İslami gruplar bir taraftan din karşıtı saydıkları heykel ve kabartmaları yok ederken diğer taraftan bunların batı ülkelerine pazarlanmasında da önemli bir organizasyonun parçası olabilirler.

Tahribatın en önemli ayaklarının başında yöre halkı ve savaşçı gruplara mensup kişilerin gerçekleştirdiği faaliyetler gelir. Bu noktada uydu görüntüleri olayın vahametini yansıtan çarpıcı kanıtlar olarak karşımıza çıkar. Dünya kültür mirası kapsamındaki arkeolojik alanlar ile daha önce arkeolojik kazı yapılmış kimi alanlarda, yerinde gerçekleştirilen incelemelerle tahribat raporları da yayınlanmıştır. Ancak alanın büyüklüğü ve güvenlik sorunu, yerinde incelemeden ziyade uydu görüntülerinin incelenmesine daha çok olanak tanımıştır

Suriye örneğine baktığımızda, yapılan çalışmalar sonrası aktarılan, ortaya çıkan sonuç şudur: Çatışma ortamının başladığı süreçte, eski eser tahribatı, belirgin bir farkla (Neredeyse yarısının) İŞİD kontrolündeki alanlarda gerçekleşmiştir. Zira IŞİD’in bölgedeki eski eser faaliyetleri için kurduğu organizasyon hiç de yabana atılır gibi değildir. Örneğin “Doğal Kaynaklar Bakanlığı ”nın “Eski Eserler Bölümü” diye bir oluşum vardır ve talep edenlere belli bir ücret karşılığında kazı izni verebilmektedir.

Tahribat, sırasıyla Suriye Ordusu, Muhalif Gruplar ve son olarak oldukça sınırlı bir oranda Kürt Muhalif Grupların denetim alanlarında gerçekleştirilmiştir. Kimi istisnai durumlar da elbette söz konusudur. Örneğin çoğunlukla Suriye Ordusu tarafından denetlenen Apamea, Ebla ve Palmyra gibi alanlarda da sistemli tahribat rapor edilmiştir. Ancak bunların çoğu kısmi define kazıları biçiminde gelişmiştir. IŞİD’in zaman zaman denetimi ele geçirdiği Palmyra’da yaptığı dramatik tahribatlar oluşturmamıştır.

Suriye ve Kuzey Irak’taki kültür mirasının tahribatında sosyal medya platformları da etkili mekanizmalara dönüşmüşlerdir. Konuya duyarlı aktivistler ve sivil toplum kuruluşlarının farkındalık yaratma kaygıları yanında terör örgütleri, radikal gruplar ve eski eser kaçakçıları da bu platformları kullanmıştır, bu alanlar onlar için de ideoloji ve propaganda araçlarıdırlar. Bu bilgi kirliliği içinde gerçeği bulmak bazen profesyoneller için bile oldukça zordur.

Suriye’de bu çerçevede neler yaşandı diye geriye dönük bakalım. Bazıları UNESCO kültür miras alanı kabul edilen binlerce ören yeri ve eski yerleşme geri ağır tahribata uğradı. Çatışma ortamında, kazı alanlarından paylaşılan videolar ve fotoğraflar üzerinden eserler satılmaya başlandı. Bu, ne yazık ki, klasik eski eser pazarlama yöntemlerinden oldukça hızlı ve kontrolsüz bir süreçti. IŞİD’in eski eser tahribat videoları ve fotoğrafları viral oluyor, dünya kamuoyu üzerinde dehşetvari bir etki yaratıyordu. Eski eser tahribatını, ideolojik argümanlarının propaganda malzemelerine dönüştürüyorlardı. Ancak, sonuçta IŞİD, bölgede eski eser tahribatının, kaçakçılığını organize eden en örgütlü yapıydı. Acaba neden bu tahribat görüntüleri sıklıkla, kendi çektikleri videolarla dünya kamuoyu gündemine sunuluyordu? Akla, bu eserlerin büyük bölümünün imitasyon/sahte olması gibi birçok soru geliyordu.

Pazarlayacakları eserleri neden parçalıyorlardı? Bu tahribat görüntüleri, eserlerin yurt dışına çıkarılmasını daha masumane hale getiriyor olabilir miydi?

Veya bölgedeki eski eserleri satın alan batının büyük koleksiyonerleri ve müzayede evleri için legal bir durum mu oluşturuyordu? Bu türden soruların sayısı daha da arttırılabilir. Zira bu tür organizasyonların, bazen çok uluslu yapılarının her duruma muktedir oldukları da bilinen bir gerçek.

Suriye ve Kuzey Irak’ta bugün halen devam eden çatışma ortamı kuşkusuz etkilerini uzun süre hissettirecektir. Bölgede halen kurulmakta olan savaş senaryoları yeni insanlık dramlarına neden olacak gibi de görünmektedir. Ne yazık ki yağma ve tahribat da artacak gibi görünmektedir. Unutulmamalıdır ki, burası dünyanın ilk tarım toplumlarının, yerleşiklerinin, ilk kentlerinin ve siyasi yapılarının ortaya çıktığı bir coğrafyadır. Tüm bu gerçekleri okumamıza, insanlık tarihine ışık tutmamıza yol açacak, bu niteliklerini yansıtan maddi kültür kalıntıları insanlığın ortak değerleridir. Ekranlardan izlemek ve çaresiz kalmak yerine doğru stratejiler, işbirlikleri ve farkındalık artıran yaklaşımlar ile tüm ülkelerin, kültür insanlarının bilinçlenmesi ve önlem alması gerekir.