Geçen hafta “bir şeyler olacak” başlığını kullandım, sahiden de bir şeyler oldu, ABD vizeleri askıya aldı, dolar fırladı filan… Yani flaş, yani şok!

Zaten internette haber başlıkları hep flaş ve şok diye veriliyor artık. Flaş çakıp aydınlatan da yok oysa, şoke olan da… Aslında o çakıp duran flaşlar bir bakıma kör ediyor. Bakıp da görmezsen bakar gör olursun. Bakar kör olma, bak ve gör.

Ama illa ki içgörülü olmaktan vazgeçme. O zaman bakmadan bile görürsün! İşte bakmadan bile görebilmek içgörüdür ve içgörü ise, sevgili okuyucu, sezgi, içgüdü, kehanet ve sihir değildir! İçgörü, diyalektiktir. İçgörü, spesifik bir bağlamdaki spesifik sebep-sonuç ilişkilerini, olgu ve süreçlerin içsel niteliklerini birlikte kavrayıştır; keskin bir gözlem ve çıkarsama gerektiren, feraset ve muhakeme gücüdür.

İçgörülü olursan, AKP Genel Başkanı flaş şey etti deyip takılıp kalmazsın. Tek başına Ortadoğu’daki şoke edici gelişmeden flaş bir sonuç çıkarmazsın. Flaş bir hadisede laikliğin bir mevzi daha kaybetmesinin sadece laikliğin bir mevzi daha kaybetmesi olmadığını bilirsin. Dolar fırladığında bundaki fırıldaklığı görürsün. Şeriatçılığın ve şimdi aynı anlamda faşizmin tarihsel bağlamındaki sebeplerinin emperyalizme bağımlılık ve demokrasinin olmayışı, sonuçlarının ise kölelik, yobazlık, insanca yaşama imkânlarının tükenişi olduğunu da… İçgörülüysen, mevcut bağlamdaki sınıf ilişkilerinden ve sosyal ilişkilerden hareketle gerekli sonuçlara ulaşacaksın.
Ne yapacaksın?
Öncülük iddiasında bir örgüt kurarsın, çelik çekirdek dersin, sıkı disiplinli olur. Merkeziyetçilik olur. Mesela partiler kanununa tabi değildir filan. Bu tür örgütler elbette bilinçli kadrolar, öncüler tarafından kurulur. Ama her örgütün iddiası kitleselleşmektir. Geçen hafta Lenin’den yaptığım ‘üyesi olmayan örgüt’ alıntısında sanırım derdimi anlatmışımdır.

Kitleselleşmek yani halk hareketi olmak! Halk hareketi enterkonnektedir. Bunun da bir kurmay çalışması olur elbette, ama bu bakımdan asıl olan merkezi direktiflere göre değil kendi inisiyatifiyle hareket eden bir halk hareketidir. Ve burada anahtar kelime belki ‘cooptation’ terimidir.

Bu terimi devrimci bir içgörüyle şöyle geliştirmek mümkün: Ne kadar yetersiz olsa da, mevcut örgütlerimiz, ‘zorunlu’ belli işlevleri yerine getirecek şekilde geliştikçe, gelişim sürecinde karşısına çıkan engellere ve mücadele gereklerine tabi olarak başka uyum sağlayıcı düzenlemeler ve işlevler kazanacaktır. Bu tarz gözetildi mi, şimdilik yetersiz de olsa mevcut örgütler-ilişkiler, haldeki yapılarını ve işlevlerini yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde değiştirebilen esnekliğe de sahip olacaktır.

Ve bugünkü ihtiyaçlar o kadar aşikâr ki. Hayatta kalmaya ihtiyacımız var! Hayatta kalabilmek için laik toplumda seküler tarzda yaşamak isteyip de kendilerine hayat hakkı tanınmayanların bir arada durmasına ve direnmesine ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç hiç de flaş değil, hiç de şoke edici değil.

Bilinir ki devrimcilikte üst akıl filan yoktur. Elbette teori var, teorinin pratiğe aktarılması var. Ve illa ki pratik defterlerinde yazılı olanların yeniden teori kitaplarında hayat bulması var. Zaten memlekette de akıl-makıl değil, irrasyonellik hüküm sürüyor.

Devrimci süreçler de, bu anlamda bir nevi akla gelmeyen biçimlerde ve o halde, bir nevi irrasyonel olmalıdır. Yani? Mücadele ederken örgütleneceğiz, direneceğiz, çoğalacağız, göç yolda düzülecek, başka çare yok.

(Gezi de irrasyoneldi. Alın size irrasyonel bir tarz daha: Eski klasik mücadele yöntemleri ile yenileri iç içe, gençler duvarlara yazılama yapıyorlar, sonra fotoğrafını çekip Twitter’da paylaşıyorlar! Bizim çocuklarımızın saçlarında hâlâ ılık rüzgâr, gözlerinde tebessüm, dudaklarında nar, avuçlarında illa ki bir miktar bahar var. İşte o bir miktar bahar, yobazlığın kış kasvetine inat artacak. Kayıp sokakların kâşifleri, duvarlarındaki yazılamaları sadece Twitter’a değil barikatlı meydanlara da slogan olarak taşıyacaklar.)

Unuttum sanmayın. İnternetin ‘flaş’ ve ‘şok’ başlıkları yanı sıra bir de ‘son dakika’ var ki onu da son dakikaya sakladım. Ama aslında son dakika diye bir şey yok! Son dakika derken, o iki kelimeyi söylemeyi bitirmeden o dakika da geride kalıyor, son dakika olmaktan çıkıyor.

Yani hiçbir şey için geç değil. Son dakika değil hep ilk dakikamız olsun, yekinmek için. Çünkü yekinmeye karar vermek ve gereğini yerine getirmektir, devrimcilik.