Televizyon gülü Mehmet Altan, 1 Mayıs sonrasında ekrandan yine görüşlerini höykürüyordu: İşçi sınıfı da neymiş...

Televizyon gülü Mehmet Altan, 1 Mayıs sonrasında ekrandan yine görüşlerini höykürüyordu: İşçi sınıfı da neymiş canım! Bütün dünyada etkinliği giderek azalıyormuş. Artık folklorik bir sınıfmış. Bunu abartmamak lazımmış!
Şimdi… Mehmet Altan’ı tutacaksın… Üstündeki giysileri çıkaracaksın. Abartma canım, bu giysileri zaten folklorik bir sınıf yapıyor, diyeceksin. Karnı acıkınca elindeki ekmeği alacaksın. Öyle ya, bunu da folklorik sınıf pişirmişti. Arabasına binmeye kalkınca engel olacaksın. Yürrrüüü! diyeceksin. Senin ne işin var folklorik sınıfın imal ettiği arabada? Elektriğini keseceksin, üstelik liberal liberal yaşasın diye bir mağaraya göndereceksin. Ateşi yeniden bulsun, tekerleği icat etsin… Ama sanat her daim özgür olması gerektiğinden, mağarasının duvarlarına resim çizerse ellemeyeceksin.
(Evet, böyle bir şeyi ancak devrim sonrasında yapabiliriz. Devrim sonrasına ertelemek zorunda kaldığımız tek iş bu olsun!)
Adam aslında neyin ne olduğunu biliyor. Ama derdi, gerçeğin ne olduğu değil. “1 Mayıs, geçmişte ‘en yüce değer’ olan emeğin bayramıydı. Artık ‘emek’ en yüce değer değil... Çünkü değerin en fazlasını ‘bilgi’ üretiyor” diyor. Peki ama kardeşim, kafa emeği ile kol emeği arasındaki ayrımın giderek kaybolacağını kim öngörmüştü? Marksistler değil mi? Köle Spartaküs ile proleter Mehmet elbette farklı;  ama ikisi de yine bir nevi köle, çünkü ikincisi artık ücretli köle. Amele ile mühendis elbette farklı ama ikisi de ücretli köle… Ya sermaye? İkisinin de efendisi… Ücretli profesör Mehmet’in de efendisi, ama kendisi gönüllü köle, o ayrı…
Peki, şaka yapmayı da devrim sonrasına, kendi şenlikli ortamımıza erteleyelim. Çünkü Mehmet Altan işçi sınıfı hakkında böyle bodoslama konuşurken, ayrıca, ince ince devrimi ve devrimciliği küçümseyenler de var… Devrim, devrimcilik dediğimizde hemen yaygarayı basıyorlar: “Ahan da işte, bunlar her bir şeyi devrim sonrasına erteliyorlar, bunlar zaten Ergenekon’da da taraf olmuyorlar!”
Bunlara göre; “Bu olup biten kayıkçı dövüşüdür. AKP iktidarının da, darbeci generallerin de Türkiye’yi demokratik, laik ve özgürlükçü bir rejime taşımaları mümkün değil. Yesinler birbirlerini. O hedefe ancak devrimle varılır” diyormuşuz.
Yahu biz ne zaman bu sorun devrim sonrasında çözülür demişiz ki? Gerçi, “Sol” o kadar renkli bir yelpaze ki, elbette dünün ezberleri ile düşünen ve konuşan; Marks’ın çözümleme yöntemini değil, yüzyıl önceki toplumsal çözümlemelerini bugüne uygulamakla yetinenler vardır; bunlar arasında bu toptancı ve her şeyi “devrim” sonrasına erteleyici tutumu gözlemek pekâlâ mümkündür. Ve fakat “Yesinler birbirlerini” diye BirGün manşetini hatırlatıp araya sokuşturdukları lafın “bizim cenaha” yönelik olduğu da gayet açıktır.
Lakin efendim, itibar etmediğin görüşün karikatürünü yaptığında senin görüşün yakışıklı olmaz ki! Geçmiş dönemde de sol harekette farklı damarlar vardı… Kimisi bilim işçilerinin kitabını ezberleyip dağları aşıp gelecek kızıl yıldıza koşardı… Sorunların çözümünü devrim (hem de ithal!) sonrasına ertelerdi… Yalan mı?  Ama bir başka damar da mesela ODTÜ’de “iktidarı” aldığında bu iktidarı öğrenci konseyine devrederdi; maden ocağında grevi kazanan sendikası da, yönetimi işçi konseyine bırakırdı; mahallelerde örgüt hâkimiyeti yerine direniş komitelerinin iktidarını kurardı. Çünkü “tek yol devrim” diyen bu damar, sorunların çözümünü devrim sonrasına ertelemez, sosyalizmin nüvelerini hemen oluşturmaya girişirdi.
Şimdi de öyle değil mi? Şimdi de muhalefetin sistem içi toplumsal denetim yapabilmesi dahi, ancak sistem dışında, sistemin unsurlarından; burjuvasından, askerinden, cemaatinden bağımsız bir devrimci siyaset, bağımsız bir toplumsal itiraz ve isyan sayesinde olabilir.
Devrim illa ki kışlık saraya baskın yapıp yönetimi ele geçirmekle gerçekleşmez… Devrimciler bulundukları her yerde, sosyalist bir anlayışın nüvelerini şimdiden oluşturmaya giriştiğinde devrim zaten yapılmaya başlanmış demektir. Fatsa örneğini unutmamak, nostaljik bir saplantı değildir, yarının toplumunu şimdiden kurabilmek için tercih edilen devrimci bir siyaset tarzıdır.
Bunu yapabilmek için tek bir koşul vardır: Fırsatçı olmayacaksın. “Hâkim sınıflar arasındaki çatışmadan benim payıma acep ne düşecek” demeyeceksin. Evet, ertelemeci de olmayacaksın. Asıl “AKP’ye destek verelim de demokratikleşme yapsın” dediğinde, sorunların çözümünü ertelemiş olduğunu, çünkü AKP’nin asla çözüm mercii olamayacağını bileceksin.
Eh işte, bir yanda işçi sınıfına “folklorik” sınıf, diğer yanda devrimden, devrimcilikten söz edenlere “nostaljik” diyenlere de bizim böyle “ideolojik” gıcığımız var. Alerjik-ideolojik bir semptom...