Evde eşimle ortak kullandığımız bir lazer yazıcı var. Bir süre önce ne zaman baksam haznesinde kağıt kalmadığını görmeye başladım. Farklı saatlerde çalıştığımız için eşimin kullandığını düşünerek de sürekli yeni kağıt ekliyordum. Kısa bir süre sonra bakıyordum yine kağıt kalmamış. Eşim de benim kullandığımı düşünüp durmadan kağıt ekliyormuş. Bunun kağıdı niye bu kadar çabuk bitiyor diye düşünürken gizem çözüldü. 4 yaşındaki kızım bir sabah geldi, çalışma odasındaki makinenin artık kağıt kusmadığını söyledi. Meğer kızım, bizim yazıcı dediğimiz cihazın, evde kağıt bittikçe kağıt kusan bir cihaz olduğunu düşünüyor ve aldığı kağıtları odasında bir yerde biriktiriyormuş. Özellikle sosyal medyadaki yaygın haber tüketicisinin haber tüketim biçiminin, 4 yaşındaki kızımın yazıcı cihazına bakışından çok farklı olmadığını düşünüyorum. Nasılsa sosyal medya akışımızı kaydırdıkça yeni haber geliyor. Sosyal medya adeta haberi kusuyor. Böyle bir ortamda kim niye habere bir bedel ödesin ki? Bugün yaşananlar yıllar sonra dizi olursa, diziyi izleyeceğimiz platforma aylık abonelik bedeli ödeyerek hesabı toptan kapatırız nasılsa.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi, medyadaki “fon” tartışması. Bazı medya kuruluşlarının yurtdışı kaynaklı fon almasıyla ilgili farklı görüşler var. Haberciliğin, neredeyse internetin yaygınlaşmasından beri süren gelir krizi üzerine pek fikri olmayanlar fonlar söz konusu olunca coşuyor. ‘Gazeteciliğin bedelini kim ödeyecek?’ sorusuna net bir cevap vermeden bu konudaki kafa karışıklığını aşamayız.

GAZETECİLİK NASIL MESLEK OLDU?

Çoğu insan gazeteciliğin başlangıçta tarafsızlık ideali üzerine kurulduğunu düşünür. Oysa bu bir yanılgıdır. Gazeteciliğin başlangıcında nesnellik büyük bir mesele değildir. Çeşitli siyasi görüşlerin dümdüz propagandası için kurulmuş taraflı yapılardır ilk gazeteler. Lee Mcintryre’nin Hakikat Sonrası (Tellekt Yayınları, 2019) kitabında da anlattığı üzere ilkin Associated Press Haber Ajansı, siyasi bakımdan çeşitlilik gösteren müşteri kitlesini kendine çekmek için gerçeklere dayalı haberlere önem vermeye başlıyor. Aynı şekilde New York Times haberin dilini ‘hikâye’ modelinden ‘bilgi’ modeline çevirerek seçkin bir konuma ulaşıyor. Böylece nesnel bilgiye para ödeyecek okuru kendine çekiyor. Özetle, gazeteciliğin bir meslek haline gelmesinin ardında dahi onu bedelini ödeyerek destekleyen okur kitlesi var.

HABERİN BEDELİ OLDUĞUNU UNUTMAK

Nesnel haberciliğin, insanların habere itibar ederek bedel ödemeye başlamasından sonra geliştiğini hatırladıktan sonra odadaki file gelelim. Odadaki fil, ‘okur veya izleyicinin haberin bir bedeli olduğu gerçeğinden tamamen soyutlanmasıdır.’ Oysa basit bir gerçek var: Sıradan okurlar olarak gazeteciliğe bir bedel ödemiyorsak, o bedeli bizim yerimize başkası öder. Eskiden bir gazeteyi bayiden aldığımızda bir bedel ödediğimizin farkındaydık. Epey oldu bunu unuttuk. Onun yerine kaydırıyoruz. Biz kaydırdıkça dev platformlar kazanıyor, onların reklam için uygun gördüğü bedel de gazeteciliğin giderlerini karşılamıyor. Batıda bununla ilgili farkındalık iki yönlü olarak yükseliyor. Hem çöp içeriğe karşı dijital haber abonelikleri artıyor hem de gazeteciliğin büyük krizinin ardında Google, Facebook gibi dev platformların olduğu bilinciyle düzenlemeler yapılıyor. Geçen aylarda Avustralya’da (Murdoch gibi büyük kuruluşların lehine sonuçlansa da) Google’ın haber kuruluşlarına telif ödemesi konusunda bir anlaşma yapıldı. Fransa da bu konuda ısrarcı. Son olarak geçen hafta Google’a, arama sonuçlarında çıkan haberlere telif ödemesi konusunda iyi niyetli pazarlık yapmadığı ve bu konudaki çağrıyı görmezden geldiği için 593 milyon dolar ceza kesildi.

ZAMANLAMA MANİDAR DEYİP GEÇEBİLİRİZ AMA…

Türkiye’de sosyal medya düzenlemesi denilince genellikle yasaklar ve sansür anlaşılıyor. Oysa ülkenizdeki haber kuruluşlarını bu dev platformların sömürüsüne karşı korumak da bir düzenleme konusu olabilir pekâlâ. Tıpkı Avustralya’nın, Fransa’nın yaptığı gibi. Bu tartışmalar maalesef bizim için hâlâ lüks. Güncel tartışmaya dönersek, zaten aldığı fonları başından beri şeffaf bir şekilde sayfasında ilan etmiş Medyascope gibi kuruluşlara fon alıyor diye yüklenmenin bir anlamı yok. Elbette ki bu işin ideali, bir haber kuruluşunu öncelikle sadece okur veya izleyicisinin finanse etmesidir. Bunu tercih ettiğimi zaten yıllardır her platformda dillendiriyorum. Ancak bu ideal her zaman gerçekleşmiyor diye de fonları yekpare bir utanç meselesi olarak etiketlemek doğru olmaz. Şeffaf bir şekilde açıklanan her fonun değerlemesini okuru, izleyicisi yapar. Kamu bankalarının bile reklam verme konusunda gayet net bir şekilde ayrımcılık yaptığı, sermayenin ballı kredilerle medya satın aldığı ortamda medyanın finansmanını sadece fonlar üzerinden tartışamayız. Onun yerine odadaki fili fark etmemiz ve habere bedel ödeme bilincini kaybettiğimiz noktaya geri dönmemiz gerekiyor. (Bir ödeme duvarı olmamasına rağmen BirGün’ü dijital abonelikle destekleyen okuru tenzih ederim) Fonları şu anda gündeme getirmenin yaklaşan seçimlerden kaynaklı siyasi sebepleri olabilir. Zamanlama manidar deyip de geçebiliriz ama zamansız bir gerçek var: Okurun veya izleyicinin haberin bir bedeli olduğu gerçeğinden soyutlandığı her yerde gazetecilik tehlike altındadır.