Çocuklar, Freud’un “Fort! Da!” diye adlandırdığı oyunu çok severler. Oyuncağını gizleyip “Fort”, yani “Gitti!” diye bağırır, sonra da oyuncağını ortaya çıkarıp “Da!”, yani “İşte burada!” diyerek sevinir. Bu oyunun başka versiyonları da vardır, aynanın karşısına geçip çömelerek kendisini kaybeder, sonra da çömeldiği yerden kalkıp aynadaki görüntüsüne bakıp sevinir. Yetişkinlerin, elleriyle yüzlerini kapatıp “Ce!” oyunu oynaması […]

Çocuklar, Freud’un “Fort! Da!” diye adlandırdığı oyunu çok severler. Oyuncağını gizleyip “Fort”, yani “Gitti!” diye bağırır, sonra da oyuncağını ortaya çıkarıp “Da!”, yani “İşte burada!” diyerek sevinir. Bu oyunun başka versiyonları da vardır, aynanın karşısına geçip çömelerek kendisini kaybeder, sonra da çömeldiği yerden kalkıp aynadaki görüntüsüne bakıp sevinir. Yetişkinlerin, elleriyle yüzlerini kapatıp “Ce!” oyunu oynaması da benzer bir etki yaratır. Freud, çocuğun bu oyun aracılığıyla mevcudiyet ve namevcudiyet üzerinde egemenlik kurma çabası olarak yorumlamıştı, çocuğun anneye yönelik ayrılık anksiyetesiyle baş etmeyi öğrenme yoluydu bu. “Sana ihtiyacım yok, seni kendimden uzaklaştırıyorum” diyen çocuk, kendi kendine yetme ve ötekinin bakışından kaçmayı deneyimlemek ister. Bu bir yanılsamadır aynı zamanda, çünkü çocuğun tümgüçlülük arzusuyla ilişkilidir; tekrarlar gerçekte ayrılıkla baş edilemediğini gösterir. Çocuklar zaten “İşte burada!”yı söylemek için çok da bekleyemezler, saniyeler içinde olup bitmelidir. Freud, “Fort!”u, ölüm içgüdüsüyle ilişkilendirmişti. Ilginçtir, Varoluşçular, insanın kendi varoluşunu anlayabilmesinin en önemli koşulunun kendisine hiçlikten bakabilmesiyle mümkün olabileceğini söylemişlerdi, yetişkinlere özgü bir tür “Fort! Da!” oyunu önerirler sanki.

Lacan, bu oyuna dair çok daha ileri yorumlar yaparak, insanın kendi terk edilişi üzerine hâkimiyet kurmasının arzuyla ilişkisi üzerinde durmuştu ve “dil”in, gerçekte namevcudiyetle mümkün olabildiğini, yani anneden kopuşla… Bazı feminist kuramcılar, Lacan’ın bahsettiği bu “anneden kopuş” ya da “anne katli” dediği şeyi, kültürde ve arzuda “kadınsı” olanın bastırılması olarak yorumlamışlardı. Ama bastırma, yok etme değildir ve “arzu” bu yüzden eksiktir. Feminist düşünürler, arzuya hâkim olma çabasının, benlik üzerinde kişinin hâkimiyet kurmasının erkeksi bir özellik olduğunu iddia ederek, benliğe geri dönmek yerine “öteki”ne yönelmeyi önerirler. Herhangi bir sabitleme, ölümle ve iktidarla ilişkilidir.

Pessoa’nın, deneyimleyerek ve yazarak gösterdiği gibi, insan aynı anda birkaç kişi olabilir, çeşitli ruhların istilası altında yaşayabildiği… Psikolojide “çoklu kişilik” gibi tabirler, bir arada bulunan kendilikler arasındaki mutabakatın, anlaşmanın bozulması olarak yorumlanmalı, yoksa her birimiz Pessoa’nın yazarak gösterdiği gibi farkılı kendiliklerle yaşarız, onların kendi aralarındaki çatışmalarıyla yorgun düşer, işbirliğiyle canlanırız. Pessoa, Adam Phillips’in “Hep Vaat Hep Vaat” adlı kitabında yazdığı gibi, gerçekte benlik bilgisine ulaşmaktan şiddetle kaçınmıştı, “kendisini tanıyamaması” esin kaynağı olmuştu. Pessoa, sadece bir kereliğine, kısa süre âşık olmuş, muhtemelen aşkın ona iyi gelmediğini düşünerek uzaklaşmıştı. Belki de âşık olmanın, bir başkasının arzu nesnesi olmanın, onu istemediği halde sabitleyeceğinden çekinmişti, kim bilir… Yaşamı “engin bir uykusuzluk” olarak gören Pessoa’nın, varolduğundan emin olmak için uyandığını yazması, bir tür “Fort! Da!” oyununa benzemiyor mu?

Kimlikleri, benlikleri sabitleme girişimlerinin her zaman başarısızlığa uğrayacak olması, mutlaklık peşinde koşan bütün iktidarlar için kâbus olsa gerek. İnsanın sürprizlerle dolu, ele avuca sığmaz bir varlık oluşu ise, hayata dair iyimserliğin tek kaynağı…

“Fort! Da!” oyununa dair düşünürken, siyasete ve sanata dair öyle çok şey akla geliyor ki… Melanie Klein’ın “Yetişkin kişiliğin karmaşıklığını kavrayabilmek için bebeğin zih­nini anlamamız” gerektiğine dair tespitini genişleterek, belki de bugün yaşanılan pek çok sosyal ya da siyasal sorunun karmaşıklığını anlamak için de bebeğin zihnini anlamamız gerektiğini iddia edebiliriz. Ama psikoloji kendi başına yetmeyecektir, felsefe ve sanatla etkileşime girmediği sürece.