Fotoğraf insanların cansız, ruhsuz ve rüyadaymış gibi yaşamlarını itici bulmuşumdur. Rengârenk görünmelerine karşın asıl renklerinin kara olduğunu düşünmüşümdür.

Fotoğraf insanlar

Tacim Çiçek

Fotoğraf insanların tabuları ipleşmiş acıdır. Sıkar durur boğazımı. Onların tabularını ben mi ipleştirdim, yoksa o tabular gerçekten de ipten mi, ayrımında değilim. Fakat bir şeyin ayrımındayım ve bundan da eminim. O da şu: İpleşen bir acıyla karşı karşıyayım. Hani insanın kendine zarar vereceğini bildiği bir tehlike karşısında ayaklarına yüklenerek kaçıp kurtulacağı türden bir beladan söz etmiyorum. Görünmez zincirlerle insanı acıların merkezine çekmekten büyük zevk alan bir acıdan, beladan söz ediyorum. Ve bu acıyı yaratan tabulardan... Çevreni sarmaşık gibi saran, yaşamını altüst eden, yaşamı çekilmez ve de katlanılmaz yapan, seni kendiyle tanışmaktan nefret ettiren fotoğraf insanların oluşturduğu ortamın kendisi sözünü ettiğim şey aynı zamanda. Çok hızlı biçimde gelişiyorlar fotoğraf insanlar. Giderek sanal, fakat etkili bir kitle oluşturuyor ve kendilerini fotoğraf insana dönüştürene çok çabuk benzeşiyorlar ve aynen onlar gibi oluyorlar. Teslim oldukları ortama ve ortamın efendilerine sınırsız ve de sevdalı biçimde hizmet ediyorlar.

Dönüştüremediklerini acılandırmakta ustalaşmışlar.

Sanal olduklarından gerçek insanlara düşmanlar ve onları sevmiyorlar asla. Olanakları sonsuz ve sınırsız gibi… Gereksinim duydukları her şey ellerinin altında. Her şeyi amaçları için kullanıyor ve acılandırmaktan da geri durmuyorlar. Her ortama uyum sağlıyorlar. Bukalemun gibiler. Değişip dönüşebiliyorlar. Ustalıkla tuzaklar ve aldatıcı ortamlar kurabiliyorlar. Şeytanın kızına sevdalanan pervaneler gibi, bunlara aldananlar onların aldatıcı ışığına yaklaşmaya çalıştıkça kendileri olmaktan uzaklaşıyor. Özlerini ve yaşamlarını kaybediyorlar. Başkası olduklarından da yaşamadıklarını sanıyorlar. Onlara aldananlar için yaşam çekilmez oluyor.

Fotoğraf insanlar yaşayan umutların düşmanıdır. Bu yüzden en çok da yaşayan umutlara saldırıyorlar. Yaşayan umutlar da kirlendikçe kirleniyor. Albenisi kalmıyor ve kendi içinde yalnızlığını büyütmeden yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Dönüştürmenin ilk aşaması kirletmektir. Güçlerinin büyük bir bölümünü kirletme için kullanıyorlar. Ağlarına yakalananı, aldattıklarını ivedilikle kirletiyorlar. Sarmaşık gibi kuşatıyorlar. Kuşatmaya sessiz kalmak işe yaramıyor. Yaşamı bildiğimiz kaynaklardan beslemek ve kendimiz olabilmek için karşı durmak gerekiyor. Varlığımız buna bağlı çünkü. Yüreklerimizin kuytuluklarına kadar ulaşan kuşatmayı kırmak zor önyargısına kanmak, geleceğimize yollarımızı kapatmak ancak onlara yarayacak,diyor bir iç ses ve de unutmayalım diye uyarmayı ihmal etmiyor. Bu önyargının kâğıttan bir duvar olduğunu, aşabileceğimizi, hatta parçalayabileceğimizi unutmamalıyız. Bu önyargının sanal bir bataklık ve korku kaynağı olduğunu bilmeliyiz. Kendimizi ve gerçeğimizi aramayalım, teslim olalım ve korkalım diye uydurulmuş olduğunu hiç akıldan çıkarmamalıyız.

Direncimizi, sevincimizi ve birlikteliğimizi düşüneceğimizi asla teslim olmayacağımızı bildiklerinden yolumuzu kesmek istiyorlar. Bunları çoğumuz bildiğimiz için sevinç içimizde sessiz kalmadı. Ve sözcüklerden serin bir ırmak oldu. Kaynağından çıkmakla yetinmedi. Kendine yol buldu, yatağını derinleştirdi. Güçlendikçe güçlendi. Kendisine gereksinimi olanlara ulaştı. Gereksinimi olanlara akarken, kendisine katılan yeni serin sözcüklerle daha da büyüdü. Yaşayan umutlarımız yeniden canlandı. Bir tohum gibi yaşama yumurta oldu. Gökyüzünün renkleri canlandı. Böylece yaşayan umutlar yumurtasını yaşama sevdalı yeni bir canlıya dönüştürecek koşullara katkıda bulunmak isteyenler arttı. Fotoğraf insanların tabuları sarmaşık gibi boğmaya çalışırken yaşayan umutları yalnız bırakmak veya ötelerden seyretmek olası mı? Hangi acı, hangi engel, hangi tabu insanı kıskıvrak bağlayabilir, insanın içinde yarattıklarından başka? İşte onların tabularını yıkmak, insanın kendini aşmasıyla olasıdır. Onların ipleşen acılarına karşı direnç insanın içindedir, kendindedir. Kendini açtığında ve aştığında kendine gereksinimi olanlara akmakla yetinmeyen sözel direnç ırmağı, seni de sen yapacaktır. İnsanın kendine yolculuğu için bu bir başlangıçtır yalnızca. Yolculuğun sonunda kendini gerçek insan olarak bulacaktır bu yola sevdalananlar. Bu yola sevdalananlar yaşayan umutlar yumurtasını oluşturan birer alt yumurtadır. Ve bunlar bir bir çatladıkça fotoğraf insanların tabuları da yıkılacaktır.

-İçinin sesine kulak ver. Kendine yolculuk yapmak istiyor musun?

-Bundan kaçışın yok. Söylenene kulaklarını kapatman kurtuluş değil ki.

-Komik olma lütfen. En sağır insan bile kendini duyar. Bir ağaç kurdu gibi içini kemirmesini istemiyorsan içindeki alevli tümcenin, yanıt ver! Korkma. Yoksa durmadan yinelenecek içinde bu tümce. Kendi sesinden kaçamayacaksın. Olanaksız bu. Evet, içinde büyüyen ve dayanılmaz bir desibele çıkan sesinden kurtulmak istiyor musun istemiyor musun?

-Ha, şöyle. Şimdi içinden nasıl geliyorsa yanıtla alevli tümceni. Az kaldı unutma tümce alevlenecek ve bütünüyle seni saracak, yanıtlasan da işe yaramayacak.

Alevden tümceyi dinle artık:

-Kendine yolculuk yapmak ister misin?

-Niçin?!

-Fotoğraf insanlardan kurtulmak için…

-Ya başaramazsam ne olacak bana?!

-Kararlı olduktan sonra bir şey olmayacak sana…

-Bu önemli mi o kadar?!

-Başarısızlığı yarı yarıya indireceğini düşünüyorum, bu yüzden önemli…

-Bu işkencenden kurtulmak istiyorum, tamam kendime yolculuğu istiyorum.

-Öyleyse tümcemi tekrarla!

-Dinliyorum.

-Kanatları güçlendikçe hangi güvercin yerden kesmedi ayaklarını

-Ve kaynadıkça içinde aşkı bir bulut gibi?

-Kanatları güçlendikçe hangi güvercin yerden kesmedi ayaklarını

Ve kaynadıkça içinde aşkı bir bulut gibi?

-Güzel, kapa gözlerini! Unut usundaki her şeyi, rahatla!

-Bu yolculuk nasıl bir şey böyle?!

-Soru sorma yalnızca rahat ol, bir fotoğraf gibi duygusuz ve sorunsuz ol!

-O da ne! Sanki bir yumurtanın içindeyim! Şeffaf bir yumurta bu! Her yeri görebiliyorum!

-Konuşma lütfen, elbette bir yumurtanın içindesin. Yolculuğun sonunda kendin olabileceksin, inan.

-Tamam, bir daha konuşmamaya çalışacağım, fakat…

-Geriye dönmen olanaksız bu yolculuk tamamlanacak… Fotoğraf insanların dünyasına hoş geldin!

Fotoğraf insanların cansız, ruhsuz ve rüyadaymış gibi yaşamlarını itici bulmuşumdur. Rengârenk görünmelerine karşın asıl renklerinin kara olduğunu düşünmüşümdür. Donuk ve kişiliksiz yüzlerini güler yüzlü, içten ve insanı kendine çeken aldatıcı maskelerle gizlemişlerdir bana göre. Onların tekdüze yaşamı olduğundan, göründüğünden çok daha farklı anlatılmıştır bize. İçinde yaşadıkları çevreyi bütün yönleriyle sarmaşıkmış gibi gören gözlerine de inanmıyorum. Çevre, sarmaşıktan ortamı ile yaşamlarını zorlaştırırken buna uyumlu davranmalarını ve görünmelerini anlayamamıştır. Sonra sarmaşıktan ortamın sahiplerini biliyorlar. Onların kendilerini niçin ve neden aç bıraktıklarını da. Ve sarmaşıktan tuzaklarla dolu bir ortamda yaşanmayacağını da... Fakat yaşanılması zor ortamı, katlanılması olanaksız koşulları dayatanların ellerini ısırmak mı gerekiyor, işte bunu yapmaya yaşanmıyorlar. Gerekçe şu: Isırılan eller, ısıranı kötekler. Bu şiar, fotoğraf insanların toplu yaşam alanlarında ışıklı levhalarla göz almaktadır. Tabii ki her güçlük karşısında bu şiara sarılmıyorlar. Farklı farklı şiarlarla kendilerini cesaretlendiriyorlar ve özgünleştirmeye çalışıyorlar. Yaşadıkları ortamı saran sarmaşıkların arasından ustalıkla geçiyorlar. Yaşamlarını kendilerince biçimlendirmişler. Her şeyi kanıksamışlar. Her şeyi abartmayı alışkanlık edinmişler. Abartmak ve unutmak yaşamları olmuş. Yaşam alanlarına gizlice yerleştirilen ışıklardan dolayı gölgeleri oldukça iri göründüklerinden kendilerini yeryüzünün en iri ve yapılı devasa insanları görüyorlar. Gölgelerine inanıyorlar. Her fotoğraf insanı, kendi gölgesini, sarmaşıklı yaşam alanının peşindeki gözcüsü, casusu sanmaktadır aynı zamanda.

Böylelikle kendi kendilerinin polisliğini yapıyorlar.

Gölgesinden korkmak onların dünyasına özgü bir deyim gerçekten.

Fotoğraf insanlar toplu yaşıyorlar. Yalnız her birey topluluk içinde tek başınadır. Yaşam alanları bir ormandır onlara göre. Vahşi ve balta görmemiş bir ormandır yaşam fotoğraf insanlara göre. Bu yüzden yaşayabilmek ve var olabilmek içir her fotoğraf insanın çok becerikli olması gerekmektedir. Yaşadığı sürece mutlanmak ve korkmamak için yalnızca kendi içinde çok olmalıdır. Nar gibi. Böylece yaşamasının sürekliliği ve anlamı olur. Bu yaşama doğulan anla, bu yaşamdan koparılan arasındaki çizgi uzun olmuş ya da kısa olmuş hiç önemli değil. Burada önemli olan doğumla-doğal ölüm arasındaki bütün tehlikelerden, tuzaklardan, aldatmalardan kurtulabilmek ve bunun için uyanık olabilmektir. Yaşamayı tuzaklara ve tehlikelere düşürmeden sürdürebilmektir. Asıl olan balıklar gibi yemlerin çekiciliğine aldanmamaktır. Oltaları göremeyen balıklardan olmak kötüdür. Oltaları görebilen balıklardan olmak iyidir, beceridir, bilinçtir ve erdemdir. Anılarda gezinti bile gereksizdir. Yaşam o denli tuzaklarla doludur ki anılarda gezinmek bu tuzaklardan birine düşmektir. Bu yüzden ışıkta bile karanlıktaymış gibi dikkatli olmayı gerektirmektedir. Eksikli ve kusurlu olduklarını düşündüklerinden çok uyanık olmalılar. Ormanlaştırılan yaşamdan doğal ölümle ayrılana dek eksikliğimiz den ve kusurlu oluşumuzdan dolayı yolumuzu bulmamıza yardım eden gizli gücü ve rehberleri her zaman memnun etmeliyiz, gücendirmemeliyiz. Böylesi önerileri akıllarından çıkarmamalılar fotoğraf insanlar. Onların ve efendilerinin ipleşen acılarından kurtulmak için teslim olmalıyız…

Umutları, doğal ölümle birlikte güzel yaşama yolculuktur. Umuda yolculuk düşüncesi önündeki tuzaklardan ve tehlikelerden gizli gücün rehberlerinin yardımıyla kurtula bileceklerini düşünmekteler.Acıyı insan yaratır. Kendini acılandırır. Eksikliğinin, kusurlu oluşunun bir sonucudur bu. Bunlardan kurtulabilmesi için de bu orman yaşama uyumlu olmak zorundadır.

-Şimdi soruyorum sana: Yaşarken ölmek değil mi bu? Fotoğraf insan, yaşarken ölü insan değil mi?! Konuşan, düşünen, sorgulayan, tavır koyabilen insandan farklı değil mi? Her şeyi ile rötuşlanmış bu insanların tabularını yıkmaya hazır mısın?

-Evet!

-Acıları ipleştiren benmişim. Acıların ipini boğazıma geçiren de. Kendime yolculuğum bitti mi?!

-Bitti!

-Kanatlarım güçlenmedi belki, fakat ayaklarıma yükleneceğimi biliyorum. Ayaklarım beni yarı yolda bırakmaz sanıyorum. O da ne, neler oluyor bana! İçimin sesi neredesin?! İçinde olduğum yumurta çatlıyor! Benim bir çabam yok diyeceğim ama,peki yumurtayı çatlatan ne, kim?! Niçin konuşmuyorsun ,beni yalnız bırakma! Güçlüyüm! Günışığıyla göz göze gelmek istiyorum artık! Sonunda yaşayan umutlar yumurtasının biri daha kırıldı! Fotoğraf insanlardan kurtulmak ne kadar kolaymış aslında.

-Ne yapıyorsun canım?

-Fotoğraf insanlardan kurtuluyorum!

-Yırtarak mı?

-Önce aklımdan çıkardım hepsini, çöpe atmadan da…

-Ya öyle mi?! Nasıl oluyorsa!...

-Ne var dışarıda niçin bakıyorsun pencereden?!

-Gel de bak, söylesem inanmayacaksın bana!

-Şaşırma hayatım, yaşayan umutların yumurtalarını kırıyorlar!

-Ne yumurtası, ne kırması?!

-Fotoğraf insanların tabularından kurtulmak için!

-Öyle mi?!

-Ne güzel! Kendine yolculuk yapan bir tek ben değilmişim demek ki!

-Senin düşünü yaşıyor olmam inanılmaz bir şey!

-Ne düşü hayatım, gerçeğin kendisi bu!

-Hayır hayır!