Fotoğraf sanatçısı Nihal Gündüz: “Ben bu insanları çekmeliyim” dedim

ELİF GUGU

Önce moda için, sonra tanıtım için fotoğraf çekti; en son da ‘kendi için’ çekmeye başladı… Nihal Gündüz, tabiri caizse hayatını tamamen fotoğrafa adamış biri. 1998’de başladığı fotoğrafçılık macerasına bugün de aynı azim ve istekle devam ediyor. “Haliç Tersanesi Sakinleri”nde tersane işçilerin hayatını, “Son Tophaneli”de yaşam alanları değişen ve çoğu taşınmak zorunda kalan halkı, “Benkuş”ta ise içindeki kuşu ölmeden serbest bırakabilme arzusunu anlattı… Fotoğrafçı Nihal Gündüz’le mesleğini ve yarattığı son projeleri konuştuk.

Nasıl bir eğitim geçmişiniz var?

1992'de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğrafçılık Bölümü’ne girdim, oradan mezun oldum. Ardından Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım, yine fotoğrafçılık üzerine. Okurken aynı zamanda da çalıştığım için, aslında mezun olduğumda bir şekilde iş terübem vardı. O yüzden okul biter bitmez direkt iş hayatına atıldım. Öğrenciyken moda fotoğrafları çekmek hayalimdi ve devamında uzun bir süre moda fotoğrafları çekerek hayatımı kazandım. Bir süre sonra, 2000’lerde reklam fotoğrafçılığı alanına kaydım. Uzun bir süre reklam fotoğrafları çektim, ardından kendim için fotoğraf çektiğim bir dönem başladı.

"Moda fotoğrafçılığı benim hayalimdi" dediniz, bunu ne tetikledi?

Bir şey tetikledi diyemem ama şöyle başladım; okulda moda fotoğrafçılığı dersi yoktu, buna ortam sağlamak da pek mümkün değildi. Öğrenciyken ilk olarak Adil Gültekin’in yanında asistanlık yaptım. O zaman biraz nefes almaya başladım diyebiliriz; çünkü Türkiye’deki bütün ünlüler ona geliyordu ve ben de oradaydım. Ardından okulun son yılında da tüm boş zamanımda Yaşar Sarçaoğlu’nun yanında çalıştım. Orada çalışırken kendi çekim setlerimi oluşturarak kendi moda fotoğrafı portfolyomu hazırladım. Okulda değil; ama dışarıda bunu başardım. Hazırladığım bu portfolyoyla işler almaya başladım. En büyük şanslarımdan biri de şu; okuldan arkadaşım Nilay Ceylan da ajansa kayıt olmuştu. Biz de onunla birlikte çekimler yapmaya başladık. Nilay, Kanal D'nin organize ettiği güzellik yarışmasında ikinci oldu ve benim fotoğraflarım dergi kapaklarında yayımlanmaya başladı. İnsanın kendi fotoğraflarının yayımlandığını görmesi o kadar güzel bir şey ki. Hatta ilk reklam fotoğrafımın afişini de Levent’te bir görüşmeden çıktığımda bir reklam panosunda tam karşımda görmüştüm. Çok gurur vericiydi. Okul bitince de Hürriyet dergi grubunda Biba dergisiyle 2 yıl çalıştım, en çok deneyimi de bu süreçte edindim diyebilirim.

Biraz daha başa dönecek olursak, fotoğrafa ilgilenmeye nasıl başladınız?

Babamın etkisiyle. Babam, ben kendimi bildim bileli kendi makinesiyle aile fotoğrafları çeker; gittiği, gezdiği yerlerin fotoğraflarını bastırır, eve getirirdi. Onun fotoğraf makinesinin, tripodunun, lenslerinin olduğu bir çanta vardı. Lisedeyken bu çanta ilgimi çekmeye başladı. O da, ben kullanmayı öğrenene kadar bana kompakt bir makine aldı. Hiç unutmuyorum, ben lisede tüm harçlığımı fotoğraflara yatırırdım. Baskıya ve filme... Kendimce küçük kompozisyonlar kurardım; çiçek, böcek, çocuk falan… Sonra Mimar Sinan’ın Fotoğrafçılık bölümü olduğunu öğrenince, “Başka bir şey istemiyorum, oraya gideceğim” dedim. İlk seferde kazanamadım; ama ikinci sefer katıldığımda okula 8'inci olarak girdim.

Siz fotoğrafçılığı profesyonel olarak yapan birisiniz; fotoğrafçılık yapan herkesin eğitim alması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Aslında çok da öyle düşünmüyorum. Kişi teknik ve teorik açıdan okuyarak ya da internetle kendini eğitebilir; ama şöyle bir problem var, çektiği fotoğrafların bakış açısını geliştirmek isteyen insan, çektiği fotoğrafları başkasına göstermeyi, fikir almayı, değerlendirme yapılmasını ister. Yani, ne kadar gelişmek istediğine kişinin kendisi karar verir.

Sizce fotoğraf çekmek öğrenilecek bir şey mi, yoksa kişinin zaten içinde var olan bir şey mi?

Kişi, fotoğrafçılığı teorik olarak öğrenebilir, teknik açıdan başarılı fotoğraflar çekebilir, çok iyi makineler alabilir, kimsenin gidip göremediği yerleri çekebilir. Bunun için illa okula gitmeniz gerekmiyor. Herkes fotoğrafçılığı öğrenip fotoğraf üretebilir; ama bakış açısı, anlatmak istediğiniz şey, nasıl kadraj yaptığınız, ana objeleri nasıl yerleştirdiğiniz, fotoğrafta neyi baskın tutup neyi göz ardı edeceğinizi öğrenme kısmı daha ciddi bir eğitim ve deneyim istiyor.

“KENDİNİZ İÇİN ÜRETTİĞİNİZ FOTOĞRAFLARDA KENDİNİZLE KAVGA EDİYORSUNUZ”

Bir duyguyu hissederek çekim yapmakla sadece para kazanmak için çekim yapmak arasında fark var mı sizce?

Kesinlikle var. İşi para kazanmak için yaptığınızda hizmet ediyorsunuz, işi aldığınız müşteriyi memnun etmeniz gerekiyor. Kriterler baştan belli olduğu için, özellikle de reklam işinde, bir şeyleri değiştirmek çok da mümkün olmuyor; çünkü kendiniz için çektiğiniz, ürettiğiniz fotoğraflarda kendinizle kavga ediyorsunuz, en azından ben öyle yapıyorum. Bir başkasının beni delice eleştirmesine gerek kalmadan ben kendimi yeterince eleştiriyorum, hatta bu yüzden bazen bir başkasının eleştirisini duymak bile fazla geliyor; çünkü zaten kendimi yeterince hırpalıyorum.

Sizin fotoğrafını çekmeyi sevdiğiniz ‘şey’ ne? Yaptığınız işlerde daha çok insan fotoğrafları gördük…

Biraz daha toplumsal olarak sorunlu olan veya iş hayatında yer alan insanların portrelerini çekmeyi seviyorum; çünkü onlar hayatın içinde, ofiste değiller; sokaktalar ve gerçekten çok zor hayatları var. Mesela Tophane projesinde toplumun küçük bir kesmini herkese göstermek istedim. Tophane değişiyordu ve orada yaşayan son sakinlerini fotoğraflamak istedim. Ben buna eğilimliyim; ama bu tarz işleri çıkarmak çok kolay olmuyor.

fotograf-sanatcisi-gunduz-icimdeki-kusu-olmeden-birakabilmeyi-arzuladim-543344-1.

“KENDİME ‘BEN BU İNSANLARI ÇEKMELİYİM’ DEDİM”

“Son Tophaneli” projesinden biraz daha bahsedebilir misiniz? Nasıl çıktı bu fikir ortaya?

Tophane projesi şöyle başladı; o zamanlar beni temsil eden stüdyo oradaydı. Bir akşam iş teslim edecektik ve elektrikler kesildi. Kahvede elektrik vardı, gidip orada yaptık işleri. İşimiz bitince etrafıma bakmaya başladım, yan masada bir adamın alnından kanlar akıyordu. Kimse kanı silmiyor, kimse peçete istemiyordu adam dâhil. Herkes bunu çok normalleştirmişti ve bu bana çok garip geldi. Tophane’ye her gidişimde insanlarına daha dikkatli bakmaya başladım. Ağır da olsa Tophane gelişmeye başladı; sanat galerileri, cafeler açılmaya başladı ve dedim ki “Bu insanlar buradan gidecekler. Ben bu insanları çekmeliyim”. Orada gözüme kestirdiğimi, aynı zamanda portrelerin de sahipleri olan insanları tek tek stüdyoya götürüp kendi ışığımda ve beyaz fonda çektim; çünkü beyaz fonda çektiğiniz fotoğrafı dekupe edebilirsiniz. Benim yaklaşımım da tam bu noktada ortaya çıktı. “Bu insanların yaşadığı mekan her an değişebilir”i anlatabilmek için bu şekilde çalıştım. Mesela bir hamal oturmuş, teri burnunun ucunda, ben kolundan çekip stüdyoya çekmeye çalışıyordum. Herkes onları çalıştığı yerde çekebilir; ama burada belgeselci yanımdan çok reklam sektöründeki tecrübemle birleştirdiğim bir anlatım söz konusu.

fotograf-sanatcisi-gunduz-icimdeki-kusu-olmeden-birakabilmeyi-arzuladim-543340-1.
(Son Tophaneli sergisinden)

“Haliç Tersanesi Sakinleri” nasıl gelişti? Burada da sanırım işçilerin yaşamıyla ilgilendiniz?

Benim fotoğrafçılığımı ortaya çıkaran işlerin hepsi 2008'den sonra oldu, yani ticari işlerin sonrasında, kendim için fotoğraf çekmeye başladığımda. Bir süre sonra farklı bakış açılarıyla kendi hikayelerimi üretmek için fotoğraf çekmek bana daha iyi gelmeye başladı. Keyif aldığınız bir şey yaptığınızda çalışıyor gibi hissetmiyorsunuz; ben onu yaşıyorum. Haliç tersanesinde 2 yıl çalıştım. Tersanede varlığım ilk başlarda fazla dikkat çekti. Bir süre sonra beni yadırgamayacaklarını, görmezden geleceklerini, onlar için normalleşeceğimi biliyordum; hep o anı bekledim. Yok olduğumu hissettiğim an daha rahat fotoğraf çektim. İşçilerin yaşadıklarını, oradaki hayatlarını anlatmaya çalıştım.

fotograf-sanatcisi-gunduz-icimdeki-kusu-olmeden-birakabilmeyi-arzuladim-543339-1.

(Haliç Tersanesi Sakinleri sergisinden)

“BURADAKİ BENİM”

Son olarak Benkuş serisini soralım… Nasıl bir hikayesi var Benkuş’un?

Sergi, 2018’in şubat ayındaydı, geçen sonbaharda çekmeye başlamıştım. Bu iş için özel çekime çıkmak zorunda kaldım; çünkü yaratmak istediğim şeyler için kuş sürüleri ve ağaçlar gerekiyordu. Photoshop’ta hayal dünyamı gerçeğe döküp, kendi fotoğraflarımı ürettim. Beni etkileyense şu oldu; tasavvufta “ten kafesine hapsolmuş kuş” benzetmesi vardır ve o kuşun özgür kalabilmesi için ölmesi gerekir. Buradaki kuşlar da aslında benim içimde dışarı çıkmak, özgürlüğünü elde etmek isteyen semboller. ‘Benkuş’ ismi de buradan geliyor, yani ‘Buradaki benim’ demek. Fotoğraflara isim koymadım; çünkü her bakan kendini görsün istedim. Ben, içimdeki kuşu ölmeden serbest bırakmayı arzuladım.

fotograf-sanatcisi-gunduz-icimdeki-kusu-olmeden-birakabilmeyi-arzuladim-543338-1.

(Benkuş sergisinden)